İnsan ortaklaştıkça güzelleşiyor

Güncelleme Tarihi:

İnsan ortaklaştıkça güzelleşiyor
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 04, 2022 13:44

Ertürk Akşun, ‘İnsan Birikimdir’ kitabında bugüne kadarki okuma ve yazma deneyimlerinden yola çıkarak “Nasıl ve niçin okumalı?” sorunsalını tartışıyor, yazma üzerine düşüncelerini aktarıp öneriler veriyor ve 30 yılı aşkın aktif olarak yer aldığı yayın dünyasında edindiği tecrübe ve birikimleri derleyerek okurla paylaşıyor.

Haberin Devamı

Yazımın başlığını düşünürken, Sevgili Ertürk Akşun’un ‘İnsan Birikimdir’ kitabının ilk sayfasına benim için yazdığı notu bir kez daha okuyordum ki, yazının başlığını o notta buldum.İmzasının üzerinde şöyle yazıyordu:
“Sevgili Editörüm Zuhal’e,
İnsan ortaklaştıkça güzelleşiyor.
İnsanı insan yaratır.
Biz bir oldukça güzeliz.
Sevgilerimle...”
E. Akşun
Kitabı okuyup bitirdikten sonra bu cümlelerin tam da kitabın özünü yansıttığını gördüm. Bir ortaklaşmanın, ‘biz’in bir olması çabasının ürünü bu kitap. Kitabın adı da, önermesini direk yansıtıyor aslında: İnsan birikimdir ve bu birikim paylaşıldıkça anlamlıdır. Ertürk Akşun, bugüne kadarki okuma ve yazma deneyimlerinden yola çıkarak “Nasıl ve niçin okumalı?” sorunsalını tartışıyor, yazma üzerine düşüncelerini aktarıp öneriler veriyor ve 30 yılı aşkın aktif olarak yer aldığı yayın dünyasında edindiği tecrübe ve birikimleri derleyerek okurla paylaşıyor. Aynı zamanda yaşadığımız çağı analiz ederek günümüz okurunun izini sürüyor satırlarda.Tüm bunları bir amaç için yapıyor; “Dünyayı güzellik kurtaracak” fikrinde hâlâ ısrar eden biri olarak, güzeli bulma çabasında, kendi birikimlerini aktarıyor. Karl Marx’ın “Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir” düsturundan hareketle ve ‘toplumun dönüşümü bireyin dönüşümüyle mümkündür’ inancıyla kaleme aldığı satırlarda, bireyin güzele dönüşümü için bir tuğla koyma çabasını tüm samimiyetiyle görüyoruz. Kitabı okurken “Ah” dedim, “Bundan 12 yıl önce elime geçmeliydi bu kitap.” Yeditepe Üniversitesi’nde tam da bu konuları işleyen yeni bir ders açmaya karar vermiştik. O sıralarda aynı zamanda yayınevinde editörlük de yapıyordum. Bu yeni dersi ben vereceğim için içeriği hazırlamam, gerekli kaynakları temin etmem gerekiyordu. Yaptığım çalışmalar neticesinde dersin içeriğini aşağıdaki şekilde belirledim:Yayıncılık dünyasına genel bir bakış, Yayınevlerinin çalışma şekilleri, Yayınevine gelen dosyalar nasıl değerlendirilir?Bir kitabı yayına hazırlamanın evreleri, Editör, tashihçi ve grafikerin iş tanımlarıBir editörün metne yaklaşımı nasıl olmalıdır?Kitap nasıl satılır? Eleştirmen kimdir? Bir eleştiri yazısı nasıl yazılır?  

Haberin Devamı

İçeriği bu şekilde tayin ettikten sonra sıra, gerekli kaynakları temin etmekteydi. O sıralar bu kitap benim elimde olsaydı farklı kaynaklardan derlediğim bilgileri bu tek bir kitapla, derli toplu biraraya getirilmiş şekilde bulmuş olacaktım. Tam da verdiğim dersin ders kitabı yazılmıştı. Demem o ki, genel okura hitap etmenin yanısıra, bu kitap, şu an üniversitelerde yayıncılık üzerine verilen dersler için kapsayıcı bir ders kitabı niteliği taşıyor.  Sahne tozu yutmak, diye bir deyim vardır ya; Akşun’un “Her kitap arkasında bir düzeltmen yalnızlığı barındırır” sözünün, ancak yayınevindeki o kitapların tozunu yutan biri tarafından söylenebileceğini düşünüyorum. Çünkü yayıncılık, genel yayın yönetmeni olsun, editörü olsun, tashihçisi olsun, grafik tasarımcısı olsun, satışçısı ve daha birçok kalemi olsun, tüm birimleriyle tam anlamıyla adanmışlık isteyen bir iş.  
Okuma ve yazmanın da aynı şekilde adanmışlık isteyen eylemler olduğunu söylüyor Ertürk Akşun, ‘İnsan Birikimdir’ adlı kitabında. Ve şu paradoksun altını çiziyor: Okumak mı yazmayı gerektirir, yazmak mı okumayı? Bir civciv-tavuk paradigması. Ünlü “Yazmasam ölecektim” cümlesini, “Yazmasam okumayacaktım” şeklinde değiştiriyor. Bunu tersine çevirip “Okumasam yazamayacaktım” şeklinde de  belirtmek mümkün. Çünkü yazmak, okuma gerektiren bir eylem. İnsan okudukça yazıyor, yazmak için de okuması gerekiyor. Kitapta yazmak için yaşamsal deneyimin önemi de vurgulanıyor. “Benim hayatım riske etmekle geçiyor” diyen birinin, yazarlığı risk almak olarak görmesi bu yüzden çok manidar.  “Başarı, yoldan sapmakla yani başkalarının gittiği yoldan çıkmakla mümkündür. Hayatında hiç risk almamış, gerçek bir deneyime sahip olmamış bir yazar, doğal olarak okuduğu kitaplardaki, izlediği filmlerdeki kahramanlara ve olaylara sığınır. Onları konuşturur, onları sever, onlardan nefret eder. Yeni Türk edebiyatının durumu üç aşağı beş yukarı şu sıralar budur. Bana göre yazarlık risk almak demektir. Yazmak yeniden kurmak demekse, bunun ilk adımı yıkma eylemidir. Yıkmadan yeniyi inşa etmek ya eksikliktir ya da mümkün değildir.” Yazmak için not tutmanın ne derece kıymetli olduğunun altı çiziliyor;“Türk’ün aklı tuvalette gelir. Aslında çoğu iyi fikir ansızın, en olmadık yerde aklımıza geliverir. Pek çok insan uykusundan uyanıp aklına gelen fikrin ne kadar güzel olduğunu düşünür ama kağıda geçirmediği için unuttuğundan yakınır. Doğrudur da. O yüzden mutlaka not tutmayı öğrenmelidir bir yazar. Not tutmak bana göre bir bilim dalıdır.” Bunların hepsi bir araya geldiğinde geriye yazmak için tek bir şey belki de en önemlisi kalıyor: Çalışmak, çalışmak ve yine çalışmak.“Yazmak için yetenek gerekir. Ama yetenek yeterli midir? Hayır. Çok yetenekli yazarlar iyi bir konu ve iyi bir altyapı sağlayamadıklarında okurun ağzında hoş bir tat kalır. Kısa sürede yok olup giden bir tat… Yazmak için zekâ gerekir sonra. Ancak bunlar tam anlamıyla yeterli gelmez. Büyük bir eser için yetenek ve zekâya ek olarak büyük cesaret de gerekir. Yetenek, zekâ ve cesaret bir araya geldiğinde bile son bir şeye daha ihtiyaç duyar. O da çok çalışmak. Yaşamının, zamanının büyük bir kısmını gerçek bir fedakarlıkla yazmaya ayırması gerekir… Yazmak yazarak öğrenilir. Yazmayı öğrenmenin tek yolu kendinizi belirli bir düzende, belli miktarda kelime üretmeye zorlamaktır.”  Gerçekten de başarılı yazarların hayatlarına baktığımızda çoğunun belirli yazma ritüelleri olduğunu görürüz. Yazmak ritüel gerektirir; belli saatlerde, belli mekanlarda ve rutin olarak devam edegelen bir yazma ritüeli. “Peki, senin yazma ritüelin nedir?” diye Ertürk’e sorduğumda cevabı yine kitaptan alıyorum.  “Ben hep iki arada bir derede yazabiliyorum. Parçalı hayatımda ancak böyle bir ritüel oluşturabildim. Uzun süre masanın başında oturamadığım için kendime göre bir yazma stili oluşturmaya çalıştım. Örneğin evde yalnız kaldığımda yazabileceğimi düşünürdüm hep ama maalesef öyle değilmiş. Yalnız kaldığım zamanlar çok verimsiz geçti. Ben evde yazamadığım için kendime başka yerler buluyorum. Örneğin her sabah saat 8’de yayınevinde masamın başında hazır olurum. 9 buçuğa kadar çalışırım. Yayınevinin dışındaki zamanlarda da kendime belirlediğim kıyıda köşede kalmış bazı kafeler vardır. Oralara gidip yazarım.”Kimi insan evde çalışıp yazabilirken kimi insan da evde kendine yazmaktan kaçmasını sağlayacak uğraşlar bulduğu için yazamaz. Yazmaktan kaçmak, yerini yazıya kaçmaya bıraktığında yazabiliyor insan. O halde kişinin yazıya kaçmaktan başka seçeneği olmadığı bir mekanda çalışması, ki bu çoğu zaman kafeler oluyor, gayet yerinde bir karar. O halde Virginia Woolf’un ‘Kendine ait bir oda’sını, kendine ait bir zamanda yazmak için seçtiğin mekan olarak okumak gerekiyor. Yazmanın işlevlerinden birisinin de birikimleri aktarmak demek olduğunu söylüyor Akşun ve bunun kıymetini vurguluyor;“İnsan biriktirir ve aktarır. Okumak biriktirmektir, yazmaksa aktarmak. İnsanı tatmin eden en önemli şeydir iz bırakmak. İnsan iz bırakmak ister. Aşık olduğumuz kişide iz bırakmak isteriz, unutulmamak arzusudur bu… Unutulmak ölümle eşdeğerdir çünkü. Sadece aşkta değil, arkadaşlıklarımızda, dostluklarımızda hatta en sıradan ilişkilerimizde bile iz bırakmayı arzularız. Bu kitabın amacı da iz bırakmaktır.”   Bu kitaptaki izleri takip ederek okuma eylemine geliyoruz. “Okumak, daha önce okumuş olduklarımızın hem başlangıcı hem de sonucudur.”  Murathan Mungan’ın “Ben sende bütün aşklarımı temize çektim” mısrasını anımsattı bu cümle bana. Her okuduğumuz kitabı, daha önce okuduklarımızın bizde var ettiği bir birikimin ışığıyla okuruz. Okuduğumuzdan anladığımız şey ya da okuduklarımızın bizde çağrıştırdığı şeyler daha önceki okumalarımızın birer sonucudur. Aynı zamanda yeni bir başlangıçtır ki, tüm okuduklarımızı temize çektiğimiz yeni bir mecradır. 

Haberin Devamı

Okumanın iyisi kötüsü var mıdır diye soracak olursak cevap evet’tir. Nitelikli okuma yaparak okuma ediminden alabileceğimiz en yüksek kazanımı sağlayabiliriz. Bu noktada usta-çırak ilişkisinin önemine parmak basmak gerekiyor. “Usta, yol gösterendir ya da var olan yolların çeşitliliğini gösteren kişidir. Usta size keşfedilmişleri göstererek gereksiz vakit harcamanızı engelleyen, sonrasında eski keşiflerin üzerine yenisini inşa edebilmeniz için yol, yöntem gösteren kişidir…Gençliğimde hunharca elime geçen her kitabı okurdum. Oysa okuduğum onca kitabın sadece yüzde onu beni etkilemiş, gerisi neredeyse bir işe yaramamıştır. Usta dediğimiz insan, doğru seçimleri yapabilme oranımızı yükselten, zaman kazandırandır.” Bu noktada aydınlara ve fikir sahibi kişilere önemli bir görev düşmektedir. Bereketli bir ömrün sonucunda biriktirdikleri değerli bilgileri aktarmaları gerekir ki, yeni başlayanlar için izleyebilecekleri bir yol haritası olsun. İnsan Birikimdir kitabını bu bağlamda ele alacak olursak, Ertürk Akşun, bize kendi deneyimlerinden yola çıkarak, bazen gereksiz yollara sapıp tekrar yola girerek, bazen el yordamıyla yolunu kendisi bularak, bazense usta olarak nitelediği insanların yol göstericiliğinde ilerleyerek biriktirdiklerini aktarıyor. Bir okuma listesi verme eğiliminden uzak bir şekilde olmakla beraber, kendi okuma yolculuğunda onda iz bırakan kitapları bizlerle paylaşıyor. Her insanın okuma ve yazma serüveni farklıdır, biriciktir. Önemli olan bu tarz değerli birikimlerden beslenerek, kendimiz için en güzel yolu seçip yolumuzda hiç durmadan ilerleyebilmek. Ve kabımız dolduğunca birikimlerimizi tıpkı İnsan Birikimdir kitabında Ertürk Akşun’un da yaptığı gibi ‘ortaklaştıkça, bir oldukça güzelleşmek için’ başkalarına aktarmak. Kötüyü iyiden ayırmak, bayağılığın sistemli olarak empoze edildiği, kötünün iyi zannedildiği bu dönemde uyanık olmak hepimizin görevi. Postmodernizmle yitime uğrayan gerçeklik, ardında akıl, bütünlük, evrensellik gibi değerlerin de yokoluşunu getirdi. Özellikle günümüz okurunun hali incelenirken kitapta postmodernizmin de esaslı bir eleştirisini görüyoruz: “Postmodern edebiyat ilk olarak bize insandan uzaklaşmayı, büyük gerçekçiliği yok saymayı, yani ormana bakmayı değil ağaçlara bakmayı, hatta ağaçlara bile değil ağaçların en ince ayrıntısına bakmayı bir zorunluluk olarak sundu. Postmodern felsefe ve edebiyat bizim ayrıntının çıkmaz yollarında öyle bir kaybolmamızı sağladı ki ormanın varlığını hatta var olabileceğini bile unuttuk. İşte büyük gerçekliği bu şekilde kaybettik.”   

Haberin Devamı

Bu yitimle eşzamanlı olarak gelişen bilinçakışı tekniğinin edebiyatı götürdüğü yeri ise postmodernizmin karanlık kuyuları olarak tarif ediyor Akşun. Günümüz okurunun bu minvalde halini şöyle betimliyor:“Günümüz okuru okyanusun ortasında yolunu kaybetmiş, pusulasız bir gemi kaptanı gibidir artık. Rüzgara, güneşe, dalgaya ya da akıntıya karşı el yordamıyla gideceği yeri saptamaya çalışmaktadır. Hal böyle olunca Kristof Kolomb gibi Hindistan’a gitmek isterken Amerika kıyılarına çıkıyor maalesef. Burada geminin pusulası işlevini bir usta üstlenirse kaptan gideceği yere kaybolmadan ve zaman kaybetmeden gidebilir.” Okur aslında sadece okur değildir. Okur toplumun bir parçasıdır ve okumaları sayesinde yaşadığı dönüşümler kendini olduğu gibi nihayetinde toplumu da şekillendirir. İyi bir toplum iyi bir bireyle mümkünse, iyi bireyi yaratanınsa iyi edebiyat, iyi sanat olduğunu kabul etmeliyiz. Kitapta da belirtildiği gibi sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:Yeni okuyucuyu yaratmadan, yeni sanatı da yeni edebiyatı da oluşturamayız. Yeni insan olmadan yeni edebiyat olmaz. Gelişme, yeni düşünce, devrimci düşünceler olmadan da yeni insan olmaz. Tüm bu düşüncelerden yola çıkarak yazılan İnsan Birikimdir adlı kitap, kendini aydın olarak gören, fikir sahibi kişilerin birikimlerini aktarmalarının ne derece elzem olduğunu belirtirken, önermesinin esaslı bir örneği olarak tam karşımda duruyor. Yayıncılığı, okumayı, yazmayı, günümüz okurunun ve günümüz yazın hayatının durumunu cesurca tartışmaya açarken, yeniyi arama çabası ve tartışma platformu olması açısından okura bir zemin hazırlıyor. Beklentisi ise bir tuğla da okurun koyarak bu çabaya katılması. 

Haberin Devamı

Hamiş: Kitapta kendi hayatımda tezahürünü bulduğum çok ince tespitler var ki, aynı şeyleri okuduğum satırlarda da bulmak beni hayli sevindirdi. Hatta “Evreka!” dedirtecek bir keşif yaşattı. İlki; üniversite yıllarımda adeta bir efsaneye dönüşen Bilge Karasu meselesi. Karasu’nun eserlerini okumanın marjinaliteye giriş olarak değerlendirildiği bir ortamda, kendimi çok zorlamama rağmen okuduğum eserlerinden almam gerekeni alamadığım hissine kapılmıştım. Herkesin bu kadar beğendiği bir yazarı ben neden anlayamıyorum, neden okumak istemiyorum diye epey bir hayıflanmıştım. Yoksa ben marjinal değil miydim! Ertürk Akşun’un bu husustaki değerlendirmesini okuyunca yıllar sonra içime bir su serpildi. Hasan Ali Toptaş, Bilge Karasu gibi fenomen postmodern yazarların aslında sadece kendilerinin anlayacağı şeyler yazdıklarını söylüyor Akşun ve “Peki, sadece kendisinin anlayacağı şeyleri yazan edebiyatçı, edebiyatın neresinde durur? Bence onlar sadece günlük tutmalı ve yazdıklarını kendileri okumalıdırlar” şeklinde, bence çok yerinde bir eleştiri getiriyor. Yaşadığım şeyin anlamını bulduğum bir diğer tespiti ise kitaptaki manolya bahsinde gördüm. İstanbul’a gençlik dönemlerinde gelmiş biri olarak, o zamana dek şarkılarda, şiirlerde sıklıkla geçen monalya çiçeğini bildiğimi düşündüğüm halde, manolya ağacını gördüğümde, daha doğrusu o gördüğümün manolya ağacı olduğunu öğrendiğimde, bildiğimi sandığım şeyi aslında bilmediğimi büyük bir şaşkınlıkla fark etmiştim. Bir insan bilmediği bir şeyi neden bildiğini sanır? Bunu ona kim sandırır? Bunun cevabını da Akşun’un direk monalya üzerinden yaptığı dönem tahlilinde bulmanın sevinci içindeyim.

Haberin Devamı

İnsan ortaklaştıkça güzelleşiyor
İNSAN BİRİKİMDİR - BİR GENEL
YAYIN YÖNETMENİNİN GÖZÜNDEN
YAZMA VE OKUMA DENEYİMİ
Ertürk Akşun
Karakarga Yayınları, 2022
240 sayfa.

BAKMADAN GEÇME!