Kırk beş devirli

Ne yapıp yapıp, "iláh"ım Françoise Hardy’nin o kırk beş devirli melankolik şarkısını Tülay German’dan sonraki ikinci plak olarak "diskotek"ime (!) yerleştirebildim.

Ama bu, geçen büyük pazar oğlumdan hareketle sözünü ettiğim o "I-pod" ve "mp3" türü yeni aparatlarda olduğu gibi, internette bilgisayar faresini tıklatmakla gerçekleşmedi. Becerebilene kadar, amiyáne tabirle, anamdan emdiğim süt burnumdan geldi.

BELKİ kenarından köşesinden yakaladım ama yine de, yetmiş sekiz devirli taş plaklara yetiştiğim söylemez. Esas olarak kırk beş ve otuz üç devirlilerle büyüdüm.

Dolayısıyla, çocukluk tekerlemesinde "Ke Sera Sera / Eşekler sıra sıra / Gidiyorlar ahıra" diye Türkçeleştirilmiş olan Ray Evans şarkısının orijiinalini pikaptan dinlemedim.

Zaten yanılmıyorsam da, o ilk pikap evimize ortaokula başladığım yıl girdi.

*

İŞTE çok büyük sürpriz, babamın hiç beklemedik bir anda getirdiği aparatın kendi hoparlörleri olmadığı için, alet entipüften kablolarla beş lambalı "Edison" radyoya bağlandı.

Çaykovski’nin "Kuğu Gölü" bale süviti de odanın içini doldurdu.

Şimdi nereden edindiğini hatırlamıyorum ama pederim bu harikuláde hediyeye, hemen hepsi ikinci el olmak üzere, Beethoven’in "5. Senfoni"si, Vivaldi’nin "Dört Mevsim"i veya Offenbach’ın "Kan Kan"ı gibi, nispeten harcıálem klasik eserleri içeren yaklaşık yirmi adet plak da eklemişti.

O halde belki de, daha sonraki musiki tercihimin bu doğrultuya yönelmesini, gecelerin Bükreş istasyonuna ek olarak, yukarıda edinmiş olduğum kulak terbiyesiyle başlatabiliriz.

Demek ki, ilk pasını Viyanalı Johann Strauss’un kolay valsiyle atan o kulak, giderek, yine Viyanalı Alban Berg’in çetrefik "kuator"unu anlayabilecek seviyeye ulaşıyor.

Tabii, albümlerin üzerinde bulunan ve orkestra yönetirken fotoğraflanmış bir von Karajan resminin; yahut, henüz çata pata bile çıkartamadığım Fransızcayla sökmeye çalıştığım bir Chopin biyografisinin yarattığı "uyarıcı" etkiyi de unutmamak gerekiyor.

Tamam da, işte alt tarafı çocukluktan ergenliğe geçiyorum ve kuşağım Anglosaksonların "teenager" dediği ilk "bücür tüketiciler" kuşağına tekabül ettiğinden, ben de o ikinci el klasik müzik plakların ötesindeki bir şeyleri "tüketmek" ihtirasıyla kavruluyorum.

Fakat neyi ve de bilhassa, nasıl?

*

"NEYİ tüketmek" sorusunun cevabı aslında çok zor değil, çünkü seçimimi biliyorum.

Nitekim, haftalığımdan gıdım gıdım biriktirerek aldığım ilk kırk beş devirli plak, Tülay German’ın Erdem Buri aranjmanıyla söylediği "Burçak Tarlası" oldu.

Albümün üzerindeki o romantik kadın profilini bugün gibi hatırlıyorum ki, German’ı, hemen hemen aynı anda platonik "aşkıyla" yanıp tutuştuğum ve "iláh" (!) addettiğim Fransız şarkıcı Françoise Hardy’ye benzetiyorum.

Zaten işte İstanbul İl Radyosu’nda işittikçe ağlayasım, ağlayasım, ağlayasım geliyor ki, o da "Yaşıtım kızlar ve erkekler / Caddede sokakta hep eleleler" diye başlıyor ve sonra, "Ama bunlar bende ne gezerler / Sevenim mi var, bana yalnız hüzünler" diye sürdürüyor.

İşte "nasıl" sorusunun hayatiyeti de tam burada ortaya çıkıyor, çünkü ben Françoise Hardy’nin bu plağını "n-a-s-ı-l" edinebilirim?

*

BİR kere, "yerli"sini derhal geçin. Yok ve de olmayacak. Unutun.

Şiar tabii ki "yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı"dır ama, işte o "mal" o "yurt"ta mevcut değildir ve olan yerden gelebileceğini düşünmek dahi ise "suç"tur!

Yaklaşık üç dakika süren bir şarkı uğruna, belki üç yıl kodese tıkılabilirsiniz.

*

SONRA, zaten o sıra Türkiye’deki "müzik endüstrisi"nin (!) eti budu nedir?

Zahir, gramafona havlayan köpekçik markalı şirket, piyasa stratejisini taşraya birkaç "vedet türkücü" ve İstanbul’a da birkaç "şahane şarkıcı" satabilmek üzerine oturtmuştur.

Eh, arz-talep ilişkisinde alan razı, satan razı olduğuna ve tüketici "daha iyi, daha çok, daha çabuk" terbiyesinden mahrum bulunduğuna göre, üçüncü hamur kağıda flu fotoğrafla ve kötü mürekkeple basılmış kapak numuneleri arasındaki plaklar müşterisini bulmaktadır.

Üstelik, velev ki "copyright" hakkı ödenmemiş orijinallerinden "apartma" olacak olsun, "mutlu azınlık" (!) ve "hanım evládı" (!) "kolejliler" içinde dahi başka bir azınlık oluşturan birkaç Frankofon öğrencinin keyfi için müzik mi üretilirmiş?

Nasılsa hepsi "zengin çocuğu" (!), "Yaşıtım kızlar ve erkekler / Caddede sokakta hep eleleler" diye hüzünlenmek istiyorlarsa, bir yerlerden başlarının çaresine baksınlar.

*

NİHAYETİNDE ben de "başımın çaresine" baktım.

Ne yapıp yapıp, "iláh"ım Françoise Hardy’nin o kırk beş devirli melankolik şarkısını Tülay German’dan sonraki ikinci plak olarak "diskotek"ime (!) yerleştirebildim.

Ama bu, geçen büyük pazar oğlumdan hareketle sözünü ettiğim o "I-pod" ve "mp3" türü yeni aparatlarda olduğu gibi, internette bilgisayar faresini tıklatmakla gerçekleşmedi.

Becerebilene kadar, amiyáne tabirle, anamdan emdiğim süt burnumdan geldi.

Her açıdan büyük zorluklara mal oldu ama, tıpkı babamın çizik-çuzuk ve ikinci elde getirdiği o kolay notalı klasik müzik plaklarının "kulağımı terbiye etmesindeki" gibi, aynı zamanda, sonraki hayat ve değerler formasyonum itibariyle büyük zenginlikler de sağladı.

Nedenini ve nedenlerini gelecek haftaya bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları