Kıbrıs'ı biz satmadık mı?

Oktay EKŞİ
Haberin Devamı

Bazı adamlar vardır. Onlar ilgi duydukları konuları herkes adına izlerler. Önemli bir gelişme olunca hemen tepki gösterir, kamuoyunu uyarırlar.

Yıllardır Kıbrıs konusunu izleyen Prof. Dr. Erol Manisalı böyle bir uzmandır.

Manisalı sayısız defa bağırdı durdu: Gümrük Birliği'ne girmek hatırına Kıbrıs konusunda ödün vermek, Kıbrıs Türkleri'ne de, Kıbrıs davasına da ihanettir, dedi. Özellikle o tarihteki Başbakan Tansu Çiller'i uyaracak her şeyi söyledi.

Ama bu konuları bir Amerikalı gibi gören Çiller'e işittiremedi.

Ve işte şimdi sıra, Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne girmesini engelleyen Yunanlılar'ın vetosunu kaldırmak için, Avrupa Birliği adına 24 Şubat 1995'te Türkiye'ye verilen ve o zaman Ankara'nın (daha doğrusu Tansu Çiller'in) reddetmediği ‘‘Başkanlığın Önerisi'' başlıklı metnin bedelini ödememize geldi.

Söz konusu metin, bizim ‘‘Kıbrıs'la ilgili 1960 tarihli Londra ve Zürih anlaşmalarına göre, Türkiye ve Yunanistan'ın birlikte üye olmadıkları hiçbir uluslararası organizasyona Kıbrıs Cumhuriyeti tek başına giremez'' anlamındaki iddiamızı geçersiz hale getirmeyi öngörüyordu.

Dahası o kadarla da kalmıyor, Kıbrıs'ta Rum yönetimi tarafından temsil edilen bir Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunu kabul ediyor, Türkler'i de Rum egemenliği altında yaşayan bir cemaat olarak görüyordu.

Bunları şimdi anımsatmamızın sebebi basit:

Zamanında gerekli önlemleri almaz, tepkileri göstermezseniz, daha sonra yırtınsanız bile kimseye dinletemezsiniz.

Kaldı ki bu olaydaki gerçek daha vahim. Çünkü olayın bu şekilde gelişeceği biliniyor -ve belki de öyle olması istendiği için- ödün veriliyordu.

Biliyorsunuz Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin çağrısı sonucu temmuzun 9'unda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Rum Yönetimi Lideri Glafkos Klerides New York'ta toplandılar. Yaptıkları görüşmelerde önemli bir gelişme kaydedemediler. Ama önümüzdeki ay Cenevre'de tekrar görüşmek üzere ayrıldılar.

İşte tam bu sırada Avrupa Birliği tarafından, Kıbrıs Rum Yönetimi'nin tüm Kıbrıs'ı temsil hakkına sahip sayılarak Avrupa Birliği'ne girmesini öngören görüşmelerin 1998 Mart'ında başlayacağı açıklandı. Hem de Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girme arzu ve umudunu kıran kaba bir taktik uygulanarak bu yapıldı.

Bu koşullarda Rauf Denktaş'ın Cenevre'ye gitmekten vazgeçmesi çok mümkün. Hatta normal... Ama gitmemek neyi çözecek? Bir yandan Avrupa Birliği'nin, öte yandan Bosna'daki trajediyi durdurma fiyakasıyla ortada dolaşan Richard Holbrook aracılığıyla ABD yönetiminin baskısı artarak devam ederse Türkiye ve Kıbrıs Türkleri buna ne kadar direnebilecek?

Belli ki, Kıbrıs Türkleri'ne tüm ulusça destek verdiğimizi ispat edemezsek, 1950'lerden beri kazanabildiklerimiz, bir hamlede elden çıkabilecektir.

Yazarın Tüm Yazıları