Kelkit’in kıyılarında

Tokat civarına kısa ama unutulmaz bir yolculuk yaptım. Kelkit Çayı'nın kıyılarını mekán tutmuş Reşadiye ve Niksar'da, birbirinden lezzetli yemekleri yiyip, ıssız yaylalarında kışın soğuk ama tertemiz havasını soludum.

Katmandu dönüşü, zaman atlamasından kaynaklanan sersemliği daha üstümden atamamıştım ki, Mutfak Dostları Derneği Başkanı Semih Somer telefon edip, Tokat'a gitmemiz gerektiğini söyledi. Mayıs ayında Tokat'ta düzenlenmesi planlanan ‘Gala Yemeği’’nin ön çalışmasının yapılacağını belirtti. Şöyle kabaca bir hesap ettim: Yaklaşık 800 kilometre gidiş, bir o kadar dönüş... Dört günde 1600 kilometre yol yapacak, Tokat'ta 1,5 gün kalıp geri dönecektim. Yol önce gözümde büyüdü. Sonra tadacağım yemekleri düşündüm: Tokat Kebabı, bacaklı çorba, gözleme, yaprak sarması, torba sucuğu, çemen, pekmez, keşkek derken ağzım sulandı ve birden tüm uzaklıkları unuttum... Ve ‘Yemek Akıncısı’’ olmayı kabul ettim.

Yolculuk bir Çarşamba günü, sabahın erken saatinde başladı. Niyetim Ankara'da bir gece kalıp, ertesi gün yola devam etmekti. Hem uzun süreden beri ihmal ettiğim aile büyüklerinin hatırını soracak, hem de Diyarbakırlı bir ustanın açtığı restoranda, kaburga dolmasının tadına bakacaktım. Otoyollar sayesinde İstanbul-Ankara arası ‘bir taş atımı'’ mesafeye indiği için, gaz pedalı ile fazla uğraşmadım. Yolun tadını çıkara çıkara, öğleden sonra Ankara'ya vardım.

Yemek vaktine kadar ev ziyaretlerini tamamladım. Yemekte düş kırıklığına uğradım. Diyarbakırlı ustanın, kaburga dolması konusunda pek de başarılı olmadığını gördüm.

SİSTEN BİR PERDE

Ertesi gün erkenden yola çıktım. Rotamı Kırıkkale, Yozgat üstünden Sivas'a doğru çevirdim. Niyetim, bu kadar yaklaşmışken ata topraklarını bir kez daha görmekti. Çevre yolundan Kırıkkale istikametine saptığımda güneş yeni uyanıyordu ve pencerenin aralığından giren ayazın ısırığı acıtıyordu. Yolda pek araç yoktu. Kırıkkale'den sonra sis tül perde gibi indi. Beyaz, yumuşak ve yoğun bir görüntüydü. Sis arada bir yırtılıyor, aralıktan doğa yeniden görünür oluyordu. Hemen ardından beyaz dünya yeniden başlıyordu.

Gerçekten çıkıp hayale dalıyor, tekrar gerçeğe dönüyordum sanki. Bir yandan yolu kolluyor diğer yandan da, sisin ardına gizlenmiş görüntülere anlamlar yüklemeye çalışıyordum. Görüşün netleştiği bir tarla kenarında ‘zınk’ diye durdum. Arabayı güvenli bir yere çekip, tarladaki sinemayı seyretmeye koyuldum. Dikenlerin arasına gerilmiş olan yüzlerce örümcek ağı, arkadan vuran güneşin etkisiyle inanılmaz bir görüntü sergiliyordu. Ağların üstünde minicik su damlacıkları sarkıyordu. Çömeldim, ıslak toprağa uzandım, şekilden şekile girip bu tabloyu görüntülemeye çalıştım.

Yozgat'a doğru güneş yükselip sisi sildi. Geç kalmış sonbahar renkleriyle boyanmış dağların, tepelerin, düzlüklerin kış ortasında güz manzarası sundukları, ayan beyan ortalığa döküldü. Akdağmadeni'ni geçtikten biraz sonra Yaraşbeli göründü. Anne tarafım mı soyadlarını buradan almışlardı, yoksa onların soyadı mı buraya verilmişti?.. Çok uzaklarda kalmış anılar olduğu için hatırlayamadım. Yalnız yol kenarındaki Yaraş Çiftliği'nin önünden geçerken, çocukluğumu görür gibi oldum. Koyunların çıngırak sesini, Karabaş'ın havlamasını, yayığın gıcırtısını duydum.

ÇOCUKLUK ANILARI

Yıldızeli'nden Tokat'a doğru saptım. Çamlıbel'den geçerken, çermiğin yanındaki tarlada köstebek kovalarken başıma güneş geçtiğini, ateşler içinde günlerce yattığımı, canımın ekşi vişne istediğini, babaannemin karşı tepelerdeki köylerden birindeki akrabasına gittiğimizi, kahvaltıda yediğimiz çökeleği, taze yufkayı, yayıktan yeni çıkmış tereyağını, yalaktan yal yiyen çoban köpeğini, kararmış süt kazanının altındaki odunların çıtırtısını, tüm ayrıntılarına kadar hatırladım.

Çamlıbel'den sonra Orta Anadolu'nun bozkırları, kel tepeleri yerlerini Karadeniz'in yeşil ağaçlarına terk etti. Kızıliniş Geçiti'ni geçip, rüzgarın önüne takılmış bulutlarla yarışarak Tokat'a girdim. Hava ıslanmaya başlamıştı. Bu güzelim kent, bana 10 dakika eşlik ettikten sonra geride kaldı. Bir ucundan girdiğim Tokat'ın diğer ucundan çıkıp, Niksar ve Reşadiye'ye ulaşan virajlı yolda ilerlemeye başladım.

Niksar kavşağında Kelkit Çayı'nı soluma aldım. Zümrüt yeşili sular deli deli akıyordu. Mayıs ayındaki gelişimde burada, ‘tırı vırı’ oltasıyla balık tutmaya karar verdim. Öğleyi biraz geçe Reşadiye'ye sapıp, yeni açılan Termal Otel'e vardım. Benden önce gelen ekip, beni orada bekliyordu. Hoş geldin faslından sonra daha odama çıkmadan soluğu restoranda aldım. İyi ki de öyle yapmışım. Koca bir tepsinin üstüne tepeleme yığılmış çökelekli gözlemeleri görünce, dayanamayıp giriştim. Akşam yemeğini düşünüp iki tane ile yetindim.

Yemek sonrasında Tokat İl Özel İdare Müdür Yardımcısı Adnan Özer ve Reşadiye Belediye Başkanı Hakkı Ünal'ın eşliğinde yayla gezisine çıktım. Karanlığa kalmamak için gezi soluk soluğa geçti. Kızılcaören, Konak, Baydarlı, Cimban, Kızıldere, Bereketli aklımda kalan yayla isimleriydi. Minibüsün camından etrafı seyrederken, buraların bahar aylarında rengarenk boyanacağını, çiçekleneceğini düşündüm.

Karanlık duman duman Reşadiye'nin üstüne çökerken otele döndüm. Odama çıkıp mayomu giydim. Yorgun vücudumu otelin havuzunda, kükürtlü sıcak suların insafına terk ettim. İyi ki de böyle yapmışım. Kaskatı kesilen kaslarım, pamuk gibi yumuşadı, yorgunluğum bedenimi terk etti. Kükürtlü su, vücudumu gevşetmenin yanı sıra karnımı da acıktırdı.

Hazırlanan masaya bakınca, ağzımdan gürül gürül sular aktı. Tepeleme sıcak bazlamalar, tabak tabak yöre peynirleri, küleklerde kuşburnu pekmezi, acısı kıvamında çemen, dilim dilim bez sucuğu... Birden kendime söz geçiremediğimi gördüm. Beynimle elim arasındaki bağlantı kopmuştu sanki. Beynim ‘yavaş ol, az ye’ diyordu, elim ise kelebek gibi, bir tabaktan diğer tabağa uzanıyordu. Arkadan yemekler sökün etti: Kesme çorbası, bulgurlu nohutlu yaprak sarma, çoban kavurma.

NİKSAR'IN FİDANLARI

Ertesi sabah kahvaltıya pek yüz vermedim. Bu kez Niksar'ın davetlisiydik. Kelkit Çayı'nı seyrede seyrede Niksar'a vardık. Niksar'ı tanımak için sokaklarında tur atarken, bir kına gecesi hazırlığına rastladık. Gelin tarafının kadınları evin önünde, ateşin üstüne koydukları koca kazanlarda yemek pişiriyorlardı: Tarhana çorbası, yaprak sarma, nohutlu pilav... Yüzümü kızartıp bir kaşık istedim. Kazanların içinde pişenlerin tadına baktım. Hepsi birbirinden lezzetliydi.

Niksar Belediyesi, Niksar Evi'nde özel bir öğle yemeği hazırlatmıştı. Yemeğin aşçılığını Nevin Arslan üslenmişti: Bacaklı çorba, patlıcan kebabı, etli yaprak sarması, kemik suyuyla pişmiş nohutlu pilav, göçmen usulü döşeme baklavası. Niksar türküleri eşliğinde, tabağıma konanları sildim süpürdüm. Her yemek öncesinde masaya otururken kendimi uyarırım: ‘Aman yavaş ve az ye... Yoksa rahatsız olursun...’ Ama yemekler önüme gelince, bütün uyarılarımı ve kendime verdiğim sözleri unuturum. Bu kez de öyle oldu. Oflaya puflaya yaylaya gidecek arabadaki yerimi aldım. Canik Dağı'nın zirvelerindeki Çamiçi Yaylası'ndan, çevreyi kuşbakışı seyrettikten sonra tekrar Reşadiye'ye döndüm.

Akşam yemeğine kadar kazanın sokaklarını arşınladım, kükürtlü sularda yüzdüm, limonlu sodalar içtim. Akşam yine bir ziyafetin baş köşesine oturdum: Yoğurtlu düğün çorbası, Tokat yaprağı ile yenen mercimekli Bat, Keşkek, meze olarak Çalma (koyu kıvamlı pekmez), bez sucuğu, çemen, yöre peynirleri...

Bir buçuk gün süren ‘oburluk hikayemi’ fazla uzatmaya gerek yok. Yarısı yemek masalarında geçen bu gezide çevreyi pek göremedim. Ayrıca yemeklerin tadı da damağımda kaldı. Örneğin kuzu mevsimi olmadığı için, ünlü Tokat Kebabı'nı yiyemedim. Onun için baharda bu güzelim yöreye bir kez daha gitmeye karar verdim.

Ertesi gün dükkánlara uğraya uğraya İstanbul'a döndüm. Aldıklarımın dökümü şöyledir: Niksar'dan pekmez, çemen, Yıldızeli mercimeği, Tokat'tan bez sucuğu, pastırma, Osmancık'tan pirinç, nohut, sarı leblebi, Kargı'dan kuru bamya ve tulum peyniri, Bolu'dan manda tereyağı ve köy ekmeği...


KESME ÇORBASI


Malzemeler: Bir su bardağı yeşil mercimek, bir su bardağı kurutulmuş ekşi erik, bir tabak erişte. (Beş kişi için)

Tarif: Ayıklanan ve yıkanan mercimek, yarısına kadar su doldurulmuş tencereye konur. Su kaynamaya başlayınca içine, ılık suyla yıkanmış ekşi erik ilave edilir. Mercimek piştikten sonra tuz ve erişte ilave edilerek 15 dakika daha pişirilir. Bir tavada yağ, salça, kırmızı biber, nane kavrularak sos hazırlanır. Servis edilen çorbanın üstüne bu sostan gezdirilir.


Şubat tatili önerisi


Şubat tatili için yurt dışına gitmek isteyenler için Nepal Fahri Konsolos'u Prof. Dr. Günseli Malkoç'un düzenlediği kültür turunu öneriyorum. Prof. Malkoç turun Hindistan'dan başlayacağını, burada Delhi, Agra, Jaipur ve Varanasi kentlerinin ziyaret edileceğini belirtti. Oradan Nepal'in başkenti Katmandu'ya geçilecek. Buradaki ve çevredeki tarihi yerler ve tapınaklar gezilecek. Nagarkot'tan Himalayalar seyredilecek, Pokhara'da Annapur'na dağlarında güneşin doğuşu ve batışı izlenecek. Daha sonra ülkenin güneyindeki ormanlık bölgede filler üstünde safari yapılacak. Bu turla ilgilenenler, Prof. Dr. Malkoç'a telefon edip daha fazla bilgi alabilirler: (216) 345 2607-349 4334
Yazarın Tüm Yazıları