Güncelleme Tarihi:
Dönem dönem popüler olan isimler ve müzikleri, yaşayış şeklimizin şifrelerini taşırlar. Bu açıdan en önemli isimlerin başında Zeki Müren, Orhan Gencebay ve Sezen Aksu gelir. Balkanlar, Ortadoğu ve özellikle Türkiye’deki popüler müzik ve kültür üzerine çalışmalar yapan Martin Stokes, Aşk Cumhuriyeti isimli kitabında bu sanatçıların hem müzikleri hem de politik ve sosyal duruşları üzerinden sosyal değişimi ve aşkı yaşayış şeklimizi irdeliyor. Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan Aşk Cumhuriyeti’ni, konferans için İstanbul’a gelen Stokes’la konuştuk...
Neden Zeki Müren, Orhan Gencebay ve Sezen Aksu?
- Türkiye’nin 1950 sonrası kültürel yaşamının popüler müzik yoluyla anlatılmış bir halini kaleme almaya çalıştım. Bunun için de dönemin bütün çelişkilerini içeren karakter ve kişiler arasından eleme yapmam gerekti. Bu figürler belirli bir alan içinde kendilerini var ediyorlardı zaten. Ben de bunları, belli çerçeveler içinde anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Örneğin Zeki Müren bu noktada çok önemliydi. 1950’lerde yurttaşlık, çok partili rejimin etkisiyle apayrı bir hal almıştı ve çelişkilerle doluydu. Zeki Müren bu çelişkilerin en iyi tezahürüydü. 70’lerde ise daha da başka, karışık, kozmopolit ve ihtilal bulutlarının altında geçen bir dönem. 1960’ta darbe olmuş, 70’te darbe olmuş ve dahası 80’de bir darbe daha olacak... 1980 darbesinin havasını 70’lerin ortasından itibaren hissedebilmek mümkün. Bu da Orhan Gencebay’la özdeşlik kurmamı kolaylaştırdı. Gencebay, dönemindeki müzisyenler içinden sıyrılıyordu. Konser vermiyordu, entelektüel bir duruşu vardı. Kozmopolit kurguyu en iyi açıklayan oydu. Sezen Aksu’ya gelince; 90’ları anlatmak için daha doğru bir isim olamaz. Bu insanları zaten bireysel olarak değil, etraflarındaki ilişkileriyle ve onları nasıl şekillendirdikleriyle ilgileniyorum.
Bu isimlerin kendi dönemlerinde birer ideal vatandaş görünümleri de var aynı zamanda.
- Vatandaşlık kavramı aslında soyuttur. Bunu sürekli değişen bir kavram olarak düşünmüyoruz, oysa değişiyor. Yurttaşlığın kültürel içeriği önemli burada. Bunu dile getirmeye çalışıyorum. Bu açıdan da duygu ifadesi önem kazanıyor, yani ‘kültürel mahrem’ dediğimiz kavram devreye giriyor. Kültürel mahrem aslında, bir nevi dulygusallık politikası veya duygusallık siyaseti olarak açıklanabilir. Bir toplumun bunu küçük ölçekli ilişkilerde nasıl gözlemlediği, nasıl anladığıyla ilgili bir kavram diye de özetlenebilir. 1950’lerdeki Türkiye nasıl farklıydıysa yurttaşlık algısı da farklıydı. 70’lerde, 90’larda daha da başkaydı. Bugün ise daha başka... Sürekli değişen bu yurttaşlık kavramını, farkında olarak veya olmayarak bu müzisyenler, olması gereken yurttaş görünümüyle yansıttı. Bu diğer bir anlamda şudur: O dönemin tüm çelişkilerini de yansıttılar aynı zamanda.
Üç ismin hayat hikâyesine ve bu ‘ideal yurttaş’ kavramı üzerinden baktığımızda; Zeki Müren devlet tarafından örnek olarak sunulmuş, Orhan Gencebay önce entelektüel çevrenin tanımlamalarıyla, sonra kendiliğinden gerçekleşmiş, Sezen Aksu ise bir dönem sonra bilinçli bir tercih olarak bunu sergilemiş gibi görünüyor adeta...
- Elbette kabaca böyle değerlendirilebilir. Ama gözden kaçırmamamız gereken çok önemli bir şey var; üç isim de, resmi kültür içinde hareket eden figürler. Bunu da oldukça ilginç bir şekilde ve tüm yeteneklerini sergileyerek gerçekleştiriyorlar. Zeki Müren’in radyodaki başarısı ve dönemin en büyük ‘star’ı olması, gazino günleri ve ölümünden sonra varlığının yarısını Mehmetçik Vakfı’na kalanını öğrencilere bağışlaması bile sergilenen yeteneğin bir göstergesi. Orhan Gencebay’ın Doğulu değil de Samsunlu olması ve söyleşilerinde bunun altını çizip ‘politik tavır’dan uzak bir görüntü çizmesi, ama hep bir açık kapı bırakması da önemli. Gencebay sadece 70’lerde entelektüeller için değil, Özal yıllarında da önemli bir figürdü. 1986’da yayımlanan bir müzik dergisinin kapağında Orhan Gencebay ve Turgut Özal’ın birlikte bir fotoğrafı vardır ve başlık “Başbakan’dan Arabesk’e destek”tir. Haliyle onda da bir resmi bağlantı vardı. Ama, resmi bir figür olduğu andan itibaren entelektüeller kendilerini geri çekti. Sezen Aksu ise postmodern dünyanın bir figürü. Postmodern dünyada resmi, gayrı resminin ayrımı artık önemsizleşmiştir. O zaten özel sektörün içinden konuşan bir insan. Postmodern yapı içerisinde, politika da artık özel sektörün içinden konuşuyor.
80’LERDEN SONRA DEĞİŞEN AKSU 90’LARDAN SONRA İKONLAŞIR
Özellikle Sezen Aksu bölümünde, bilhassa Fatih Akın’ın filmi üzerinden bir divanın vedasının, Sezen Aksu mitinin tarihe karışmaya başladığının altını çiziyorsunuz.
- Türkiye’ye ilk kez 1981’de geldim. İhtilalin izleri tazeydi. O Türkiye, gerçekten apayrıydı. 80 Darbesi ve sonrasındaki Özal dönemi Türkiye açısından oldukça derin etkiler bırakan dönüm noktalarından biriydi. Politik ve kültürel olarak ülkenin yapısında büyük etkileri oldu. Özal’dan sonra din politikası ve neoliberalizm devreye girdi. Aynı şekilde Sezen Aksu 80’lerden sonra hem müzikal olarak hem de politik olarak farklı bir kimliğe bürünür. Bilhassa 90’larda ikonlaşır! Daha önce de belirttiğim gibi özel sektörün içinden seslenir. Aynı şekilde birtakım ‘sosyal hareketler’ içerisinde yer alır. Cumartesi Anneleri, kadın hareketleri ve benzeri birçok şey söylenebilir bu konuda. Fakat, şu anda o dönemin Türkiyesinde değiliz. Bugün baktığım zaman başka liberalleşme dönemleri ve başka darbeler de yaşandı. 28 Şubat’ı anabiliriz. Son 10 yıl için AKP iktidarı da derin etkiler bırakıyor. Haliyle artık Sezen Aksu’yu değil başka isimleri göreceğiz...
Kimler örneğin?
- Ne yazık ki, kesin cevap için erken. Biraz beklememiz gerek. En azından 50’lerdeki Zeki Müren’in, 70’lerdeki Orhan Gencebay’ın, 90’lardaki Sezen Aksu’nun duruşunu sergileyebilecek, ikonlaşabilmiş birilerinin olması için henüz erken. Kitapta, bu isimleri 20 yıl arayla değerlendiriyorum. Bu açıdan baktığımızda hem iktidarla olan ilişkisinde, hem siyasi, hem kültürel olarak toplum içindeki konumu itibariyle hem de henüz 2010’ların başındayken, 2012’de bir şey söylemek güç. Bugün örnek verilecek isimler varsa da, yarın bir başkası onların önüne geçebilir. Son zamanlarda Türkiye’de bazı şeyler çok çabuk değişiyor çünkü. Dinamikler değiştikçe bu figürler de değişecek. Şimdiden bunu söylemek falcılık olur...
Aşk Cumhuriyeti üç figürün aşk kavramını irdeleyiş şekillerini de gösteriyor aslında...
- Evet. Zeki Müren eski kültürün bir devamı olarak daha platonik bir aşktan söz ederken, cinsiyet üstü bir yaklaşım sergiler. Orhan Gencebay daha Anadolu kökenli, daha ‘erkek’ hitap şekliyle sosyal durumla alakalı mazoşist veya acı çeken, bunu seven, buna razı bir hitabı kullanır. Sezen Aksu’nunkinde ise yer yer erotiktir. Böyle olduğu kadar daha kadınsı bir tavır sözkonusudur. Onların aşka bakışları, tamamen kendi cinsel kimlikleri, yaşantılarıyla alakalı. Tabii bireysel kimlikleriyle beraber politik durumun birleşimidir, onların müziklerindeki aşk algısı. Yine de aşkı ve aşkın yarattığı krizi, sıkıntıyı farklı bir algı üzerinden dile getiriyorlar. Tamamen kendi cinsel kimlikleri onların aşk seslenişlerini şekillendiriyor. Üç figürün en ilginç tarafı da bu zaten. Hepsinin aşka bakışı daha farklı! Ama yine de, dikkatli bakacak olursak, kullandıkları dilin ne kadar ortak noktası olduğunu da görebiliriz. Çünkü, şarkılardaki aşk sözcüğü Türk kültüründe çok derinlere uzanan bir tarihe sahip.