Yeni aristokrat sınıfını köşe yazarları pompalıyor

Güncelleme Tarihi:

Yeni aristokrat sınıfını köşe yazarları pompalıyor
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 20, 2002 21:57

‘‘Gazeteciler kendileri için Şöhretler Tapınağı da denen küçük ahşap bir mabet inşa ettiler. Gün boyunca portleri asıp indirdikleri bu mabette, o kadar fazla gürültü yapıyorlardı ki kendi söyledikleri bile duyulmuyordu.’’

Bu sözler araştırmacı-yazar Rıfat N. Bali'nin Tarz-ı Hayat'tan Life Style'a isimli kitabının girişinden. Bu alıntıdan da anlayacağınız gibi baştan sona medya eleştirisi. Her ne kadar yazarı ‘‘ben medyayı değil, Özal sonrası oluşan dönemi eleştirdim’’ dese de basında kim var kim yoksa ‘‘doğramış.’’ Derdi sadece gazetecilerle değil Bali'nin, ‘‘tüketmek, yeni zengin, yeni entelektüeller, rezidanslar, towerlar, şarap ve puro rönesansını başlatanlar’’da nasiplerini almışlar bu kitapta. Bali'nin tezi, yeni bir aristokrat sınıfının, yeni bir Türk insanının yaratıldığı.

Demedik laf bırakmadığınız bir mecradan, medyadan sizle röportaj yapma isteği gelince şaşırdınız mı? Görmezden gelineceğini mi düşündünüz?

- Şaşırttı, hem de çok şaşırttı. Editörümle kitabın görmezlikten gelineceğini düşünmüştük.

Köşe yazarlarının, şarap, sinema, kitap, alışveriş, kısaca keyiflerini paylaşmalarından gıcık kapmışsınız. Herkes siyaset yazsa daha mı mutlu olurdunuz?

- Gıcık kapmıyorum ama bazen kızıyorum. Eşim hoşuna gitmiyorsa okuma diyor, haklı. Hayat siyah ve beyazdan ibaret değil. Benim itirazım, bu yazıların ölçüsünün kaçması. Üstüste baktığınızda bir model, bir akım ortaya çıkıyor. Sıradan bir okurun giremeyeceği bir dünya yazıyorlar. İmrendiriyor, vitrinleri gösteriyorlar. O vitrine giremeyecek insanlar var. Vitrine dışardan üç beş kez bakmak çok keyifli olabilir, ama altıncıda da kızabilirler.

Yeni kuşak köşe yazarlarını ''doğramışsınız''. Bir öncekiler hakkında ne düşünüyorsunuz?

- 80 öncesinin yazarları sadece siyasetle harmanlıydılar. O dönem, siyasetin dışında birşey yazmaya izin vermiyordu. Kimsenin ne şaraba, ne puroya, ne de başka birşeye bakacak hali vardı. Ben bir dönemi eleştiriyorum. Bunu yaparken de elimde başka hammadde olmadığı için, o dönemi yaşayan, yaşatan ve mesajı ileten köşe yazarları üzerinden bunu yapıyorum.

Hangi köşe yazarlarını beğeniyorsunuz?

- Serdar Turgut'un kara mizahını beğeniyorum. Ayşe Arman'ı da çok okumuyorum ama ona da itirazım yok. Ertuğrul Özkök'ün siyasi yazılarını beğeniyorum ama Indiana Jones yazılarını sevmiyorum. Hafta sonu kimse sıkıntılı yazı okumak istemiyor. Genç kitleye hitap ettiklerini de düşünmek lazım. Ben 54 yaşındayım, onlar 30 yaşına hitap ediyorlar. Bir ihtiyarın itirazı bu yani. Ayrıca belli üsluplarda yazmalarının sebebini de anlıyorum, öyle yapacaklar marka olacaklar ve sonunda da kendi cemaatleri olacak.

Ertuğrul Özkök, ‘‘gelecek, söze ben diye başlayan yazarların olacak’’ diye yazmıştı. Buna yüksek sesle bir itirazınız var. Bu sizi niye rahatsız ediyor?

- İnsanlar artık bireyci ve kendi hayatlarını yaşamak istiyorlar. Ona da hitap eden bir nesil doğdu. Ben böyle alışmadığım için yadırgıyorum. Bir de araştırmacı olduğum için 30'lu yıllardan bugüne kadar tüm gazeteleri okudum.

Gazetecilerin ünlü simalarla sohbetleri, kravatsız off the record (kayıt dışı) görüşmeleri, devlet başkanlarıyla buluşmalarına da dokunduruyorsunuz. İyi ama bunlar da gazeteciliğin tabiatı. Hiç mi insafınız yok?

- Oralara girebiliyorlar, gazetecilik yapıyorlar buna şapkamı çıkartıyorum. Bu simalarla içli dışlı olmak bir gazetecilik harikası olabilir ve öyledir. Güçle yakın olduğunuz için onunla mıknatıslaşıyorsunuz ve öyle bir yere geliyorsunuz ki, başınızda bir hale var sanıyorsunuz. Ben güce karşı değilim ama bunun aşırı teşhirciliğine karşıyım. Rahmi Koç da gücü temsil ediyor ama bakın mazbut yaşantısı var. Çünkü öyle tercih ediyor. Onun tercihini kendime daha yakın görüyorum. Biraz ahlak polisi gibi durdum değil mi?

Bu kadar aleyhte olmak sizi yormuyor mu? Hiç lehte birşey görmüyor musunuz?

- Görmez olur muyum? 80 öncesi gazeteler içerik olarak hep siyah beyazdı. İç karartıcı bir dönem olduğu için gazeteler de iç karartıyordu. Şimdiki renklilik hoş. Büyük bir itirafta bulunayım, bir dönem ben de şu sinemaya gidin, şu bara gidin yazılarını topluyordum. Eşim Hıncal Uluç hayranıdır, bana da yazdıklarım için çok kızar. Gazetelerin internetleşmesine şapka çıkarıyorum. Köşe yazarlarının çeşitlenerek artması, kamuoyunun çeşitli vicdanlarının tercümanı olması açısından önemli.

Rıfat Bali, almış kalemi eline serbest atış yapmış diyenlere, verecek bir cevabınız var mı?

- Beni eleştirirler korkusuyla değil, çok samimi söylüyorum kimse kendini hedef tahtası görmesin. Ben kişileri eleştirmek için değil, bir dönemde belli bir motifin ortaya çıkışını tespite çalıştım.

Hayattan zevk almak, popüler olmak, lüks tüketim, trend laflarını duyduğunuzda, içinizden kulaklarınıza pamuk tıkamak falan mı geliyor?

- Bunların hiç birine itiraz etmiyorum. Ben hayattan çok fazla zevk alan, sosyal biri değilim. Ama mazoşist de değilim. Belki bu bakış açısının verdiği bir aşırılık vardır yazdıklarımda.

Yokluklar ülkesinden çıkıp, çokluklar ülkesine dönünce bokluklar mı oldu demek istiyorsunuz?

- 80 öncesinde yokluklar ülkesiyken, birkaç yıl içinde bolluklar ülkesi olduk. Bu, sokaktaki insan için de şoktu ve o şok içinde birden, ‘‘Daha iyi bir hayat istiyoruz’’ dediler ve haklıydılar. Şikayet ettiğim tüketim sarfiyatının aşırılığı bundan ileri geliyor. Hapishane yemeğinden sonra birden mükellef bir lokantaya gidiyormuşuz gibi olduk. Tekrar ediyorum bu bir medya problemi değil, bir toplum problemi.

Kitapta Amerika'yı da eleştirmişsiniz. Kitabın adı ve kapağı bile bir gönderme. Anti-Amerikancı mısınız?

- Katiyen. Ama körü körüne de bir Amerika hayranı değilim. Amerika'nın sevdiğim tarafları olduğu gibi eleştirdiğim tarafları da var.

Bu kadar toplum ve medya eleştirisiyle radikalleri mutlu etmeyi mi hedeflediniz? Tribünlere oynama kaygınız oldu mu?

-Kitabın sonuna doğru onları memnun edecek şeyler var. Benim ne marksistlerle, ne sosyalistlerle işim yok. Tribünlere oynamadım. Ama dışardan baktığınızda evet öyle bir görüntü veriyorum. Arkadaşlarım bana sen gizli troçkistsin, komünistsin diyorlar. Eşim de sen kızılsın diyor.

KİM İÇİN NE DEDİ?

Güneri Civaoğlu Aristokrasinin cisimleşmiş şekli.

Hadi Uluengin Bir nevi Woody Allen. Batı'da oturur, oryantalist bir şekilde Türkiye'ye bakar. Maoist geçmişini bir tarafa atmış ama hálá sicil olarak kullanıyor.

Ertuğrul Özkök Gücü temsil eden, güce en yakın insan. Dolayısıyla genç işadamlarınının olmak istediği kişi. Yerleşik düzenin tercümanı. Yerleşik düzenin içinde Türk Silahlı Kuvvetleri de var, sağ kesimdeki liberal basın da. Yani düzenin içinde kim varsa onun tercümanı, hissiyatı dile getiren insan.

Mehmet Yılmaz Tatilini Klimanjero dağında geçirir. Kadın okurların gözdesi. Medyada pazarlama yöntemini, Ertuğrul Bey gibi çok iyi keşfetmiş. Batılı dünyanın temsilcisi

Serdar Turgut İstanbul'da yaşayan bir New York'lu.

Mine Kırıkkanat Fransız aristokrasisinin mümtaz bir temsilcisi. Ve aynı zamanda ateşli bir laik cumhuriyet taraftarı. Ama bunu yaparken alt sınıfları horluyor.

Ayşe Arman Genç köşe yazarları arasında en güzel olanı.

Mehmet Barlas Bir zamanların kültür peygamberi. Aristokrasiyi temsil açısından Güneri Bey'le yarışan kişiydi. Şimdi başka bir kesimde.

İŞTE YENİ ARİSTOKRATLAR

Türk Silahlı Kuvvetleri, siyasetçiler, üst düzey bürokratlar da elittir. Ama onlar devletin elitleri. Benim bahsettiklerim bir yaşam tarzının elitleri. İşadamları, Özal'ın ilk on senesi boyunca o dönemin koşullarına göre varlıklarını arttırdılar. Bir süre sonra bu insanlara sadece maddi tatmin yeterli gelmedi. Entelektüel hasletleri oldu. Neticede toplumsal merdivenlerinleri tırmanmaya başladılar. Ve de benim yeni aristokratlar dediğim kitle ortaya çıktı. Neticede bir kast gibi ortaya çıkıyor ve erişemiyorsunuz bu insanlara.

KANAAT ÖNDERLERİ KİMLER

Kanaat Önderi'ni ingilizcedeki ‘‘opinion maker’’dan ithal ettim. Kim onlar? Güzel yaşamanın anahtarı buradan geçer, makul olan budur, diye yönlendirenler. Köşe yazarları sırf kendi egolarını tatmin için yazmıyorlar bunu elbet. Talep var, yazıyorlar. Belli bir okur kitlesi var. O okur kitlesi de, benim ‘‘yeni Türk insanı’’ diye tabir ettiğim kitle. Yeni Türk İnsanı, üniversite mezunu, bir veya birden fazla batı dilini bilen, çoğu batıda eğitim gören, orada bir süre çalışan, o tür yaşam tarzı alışkanlıkları kazananlardır. Ertuğrul Bey'in Jön Türkler dediği, Türkiye'yi batıya götürecek olan önder nesil. Bu insanlar iyi bir yaşam tarzı istiyorlar. Dolayısıyla bu tür köşe yazarlarının ortaya çıkması tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar, hadisesine benziyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!