Tony Soprano’nun ruhunu rahat bırakın

Güncelleme Tarihi:

Tony Soprano’nun ruhunu rahat bırakın
Oluşturulma Tarihi: Aralık 30, 2012 00:00

Uğur Yücel 2013’te Sopranos uyarlamasında başrolde. Ne yazık ki her hikâye, karakterleri alıp İstanbul’da eve yerleştirmekle ‘dönüşmüyor’. İntikamcı kızı, hapishane kaçkınlarını alıp getirirsiniz de Tony Soprano buraya gelmez.

Haberin Devamı

Sopranos’un yaratıcısı İtalyan-Amerikan David Chase New Jersey’de büyüdü. Onu sürekli aşağılayan bir babası ve nevrotik bir annesi vardı. Chase’in karısı kayınvalidesini ‘pasif agresif bir manyak’ diye tanımlıyordu. Geceyarısından sonra telefonu açmayan, yağmurda araba kullanmayan Norma Chase, en çok hastalıktan konuşmayı seviyor, en fazla oğlunun İrlandalı Katolik bir kızla evlenip Kaliforniya’ya yerleşmesinden korkuyordu. David de tam bunu yaptı.
Tony Soprano (James Gandolfini), Chase’in depresif, ruh hastası Jersey’li İtalyan ailesinden doğdu. Şu ana kadar televizyon için yazılmış en kişisel hikâyeydi. Gücünü Chase’in inanılmaz karamsar ruhundan, zehir gibi alaycılığından, mutsuz çocukluğundan alıyordu. Hem tokat gibi gerçek hem bir David Lynch hayranı olan Chase’in tuhaf detaylarıyla gerçeküstüydü.
Chase, Tony Soprano’yu her hücresine kadar tanıyordu. Ve öyle gözü kapalı yazıyordu. “Ben doktor, avukat, polis olan fazla TV yazarı tanımıyorum. Ama hepsi onların hayatını yazıyor. Hikâyeler insanlarla ilgili değil artık, kurumlarla ilgili: Okullar, hastaneler, mahkeme binaları...” diye anlatıyordu dizinin farkını.
Sopranos televizyonda olabilecek en kişisel şeydi. Bir saati 2.7 milyon dolara mal olsa da Chase’in çocukluğunun geçtiği New Jersey sokaklarında çekildi. Godfather gibi ihtişamlı mafya babalarını değil, mafyanın şatafattan uzaklaşıp, gücünü yitirdiği gerçek zamanların hikâyesini anlattı. Tony Soprano’nun iri gölgesi televizyon tarihini değiştirdi.
BU, UCUZ BİR İNTİKAM HİKÂYESİ DEĞİL
Sopranos vasat bir pembe dizi, ucuz bir mafya öyküsü, entrika pornosu değildi. Bu yüzden çok daha uzatılıp ekmeği yenilebilecekken altıncı sezonda izleyicisini mahvederek bitti.
Beren Saat’in İntikam’ı, Tuba Büyüküstün’ün 20 Dakika’sı, bütün Kemal Tahir uyarlamaları, umutsuz ev kadınları ve hastane dramalarından farkı David (DeCesare) Chase adlı huysuz bir adamın ömründen kopmuş olması.
New Jersey’nin kanalizasyon kokulu sokaklarından, bir striptiz kulübünden, çok pis dayaklardan, kirli seksten, binbir çeşit küfürden geçmesi.
Bunu İstanbul sokaklarında Uğur Yücel’in kirli sakalıyla, RTÜK eli üzerinizde, malzemeden çalarak yapamazsınız. Yapmamalısınız. Yol yordamsız çalakalem uyarlaya uyarlaya çılgına döndüğümüz sezonun en berbat, en acıklı fikri Sopranos’un Türkiye ekranlarında bir şeye benzeyeceğini düşünmektir.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!