Evrim Doğan: Deli işidir oyunculuk

Güncelleme Tarihi:

Evrim Doğan: Deli işidir oyunculuk
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 18, 2020 13:36

‘Sen Çal Kapımı’ dizisinde Ayfer karakteriyle dikkatleri çeken, başarılı oyuncu Evrim Doğan ile çok keyifli bir röportaj yaptık. Diziyi, Ayfer’i, oyunculuğu, aşkı, seçimleri, geçirdiği evrimleri, tiyatroyu, sanatı ve hayatı konuştuk. Samimi cevapların olduğu, güzel ve dolu dolu sohbet bizden, keyifle okuması sizden. Melike Birgölge konuştu

Haberin Devamı

 

Hande Erçel ve Kerem Bürsin’in rol aldığı Sen Çal Kapımı dizisindeki Ayfer; eğlenceli, becerikli, pratik zekalı, tuttuğunu koparan bir kadın. Başka neleri çekti sizi Ayfer’in?

Güçlü, ayaklarının üzerinde duran, bir erkeğe bağımlı olmadan tek başına hayata tutunabilen, aynı zamanda eğlenceli biri Ayfer. Yeğenine verdiği mesajlar bile yetti bana aslında. "Hayallerinden asla vazgeçme. Bir erkeğin seni kurtarmasına ihtiyacın yok"… Bir de çok alışmadık mı ezik, erkeği olmadan hareket edemeyen, başarısız kadın profillerine? Bu hala, yeğen başka... İnanır mısın bir de çiçekçi olması o kadar hoşuma gitti ki... Çekimleri düşündüm. Yeşilin içinde olma duygusu ve rahatlığı bile karar vermemde etkili oldu diyebilirim. Bakalım, Ayfer'i neler bekliyor yolculukta? Ona neler olacak, göreceğiz.

Haberin Devamı

KENDİ SORUMLULUĞUNU ALMIŞ BİRİNİN NE İPİYLE NE DE KANADIYLA UĞRAŞMAM!

“Seviyorsan rahat bırak, ama yine de ipleri elden bırakma” Ayfer’in cümlelerinden… Peki Evrim rahat bırakır mı, ipleri elden bırakmayarak? (Kahkahalar) Nedir bunun orta yolu, nasıl olmalı?

Annem, kardeşimle bana ergenliğimiz döneminde hep o serçe örneğini verirdi. Bir serçeyi elinde tutarken çok sıkarsan ölür gider, elini açarsan uçar gider. İkisinin arası bir yerde tutmalısın. Ergenken annemin yapmaya çalıştığını çok anlamasam da Ayfer'le ilgili bu analiz önüme düşünce ilk annemin verdiği örnek geldi aklıma. Evrim nasıl davranır? Ben de şimdi anne olsam ya da bir gencin, çocuğun sorumluluğunu alsam aynı şekilde davranmaya çalışırdım. Kendi sorumluluğunu almış bir insanın ne ipiyle ne de kanadıyla uğraşmam sanırım.

Sen Çal Kapımı, Kardeş Çocukları, Bizim Hikaye, Gülümse Yeter… Son rol aldığınız dizilere baktığımızda hep akıllarda kalıyor canlandırdığınız karakterler. Doğru seçimin, doğru karar vermenin yanı sıra bunun sırrı nelerde gizli?

O rollerin hâlâ konuşuluyor ve hatırlanıyor olmasının bence en büyük nedeni; belki de, benim onları severek, isteyerek, heyecanla ve tüm samimiyetimle oynamaya çalışmam olabilir. Açık söylemem gerekirse dizilerde seçim aşamasında rolünüzle ilgili tam bir karakter analizi yapamayabilirsiniz. Tiyatro oyunu gibi değildir. ‘Bu kadın budur. Bu adam budur’ diyemezsiniz. Yolda her şey değişebilir, dönüşebilir. Bu, çoğu zaman seyircinin ilgisi, çoğu zaman da oyuncunun performansıyla doğru orantılı gidebilir. Kısacası, oynamaya çalıştığım Nermin'in de, Şeyma'nın ya da Ayfer'in bu kadar çok konuşulması; hem yapımcıların bana verdiği şansla, hem yolculuk sırasında senaristin karakterin potansiyelini fark etmesiyle hem de seyircinin tutunup onu bırakmamasıyla gerçekleşmiş olabilir.

Haberin Devamı

‘Zarafet göze batmak değil, akılda kalmaktır’ diyor Giorgio Armani. Ne dersiniz?

Zarafet deyince aklıma zarif kelimesi geliyor haliyle. Zariflik de kibarlık ve inceliktir kelime anlamıyla. Bence kibarlık da mütevazılıkla yan yana geldiğinde göze batmaktan rahatsızlık duymayı çağrıştırıyor. Göze batmaya çalışmaksa egoyla açıklanabilir belki. ‘Önce ben, en çok ben, hep bana’ zarifliğin tersi, göze batmanın örneklemesi olur mu? Mütevazılıkla, egosunu zapt etmeyi öğrenememenin zıtlığını çağrıştırdı bana.

Hayatınızın evrimi, dönüm noktası nedir, baktığınızda?

 Eşimin verdiği sevdiğim bir örnekle başlayayım bu sorunun cevabına. Büyük bir ağacı düşünün, bir sürü dalları var ve uzayıp gider. Hayat da dönüm noktası ve seçimlerden oluşmuş bir yolculuktur aslında. Bir ağacın dalları gibi... Benim de hayatımda aldığım binlerce karar var. İlki konservatuvar sınavlarına girmeye karar vermek. Hayatımı tümden değiştirdi gerçekten. Ne istiyorum, beni ne mutlu ederin cevabını buldum çünkü. Sonrası hep onun getirdiği gelişimlere, dönüşümlere ve sonuçlara sebep oldu. Ben de işte o seçtiğim dala sıkı sıkı tutundum.

Haberin Devamı

Devlet Konservatuvarı Oyunculuk Bölümü mezunusunuz. Oyunculuğu meslek olarak seçmeniz, oyunculuğa başlamanızın hikayesini öğrenmek istersek…

 Lise biterken en çok psikoloji istiyordum ama çok da çalışkan bir tip değildim aslında. İstemeye istiyordum. (Gülüyor) Üniversite sınavlarına girdim ve puanım Anadolu Üniversitesi Turizm ve Otelcilik Bölümü’ne yetti. Ailemden uzaklaşmak, kendi hayatımı kurmak da en az psikoloji kadar istediğim bir şey olduğu için koşarak Eskişehir'e gittim. Sonra tek sebebimin sosyalleşmek olduğu, üniversitenin tiyatro topluluğuna katıldım. Okuldan sonra öyle eğleniyor ve istekle gidiyordum ki sanırsınız doğduğumdan beri tiyatro aşkıyla yanıyorum. İlk o zaman içime karıştı oyunculuk. Ekibin eskileri çalışmamdan o kadar etkilenmiş olacaklar ki ‘Sen sakın bırakma, sınava gir, senin işin oyunculuk’ dediler bana. Turizmi bitirdim ve sınava girdim. Zorlu bir sınavı dereceyle kazandım. Sete ilk defa ‘Bir İstanbul Masalı’ dizisiyle girdim. Hizmetçiyi oynuyorum, başrollere kapı açıyorum. Repliksiz kenarda ‘Bir gün bana da söz yazacaklar’ diye bekliyorum.

Haberin Devamı

İÇTEN OLMAK, KENDİNE DÜRÜST OLMAK ÇOK HAVALI!

 Oyunculukta ve hayatta hangi durumlarda ruhunuz havalanıp koşmaya, coşmaya başlıyor?

 Mesleğimde beni en çok havalandıran çalışma şevki ve coşkusu veren sanırım ekibin uyumu. Bizim işimiz ekip işi. Bu meslekte kimse tek başına bir şey olamaz. Koca bir orduyla dolaşır oyuncu. Tiyatroda da böyledir sinemada da televizyonda da... Ve eğer ekibim huzurla uyum içinde çalışıyorsa ben havalanırım. Hayatta beni havalandıran ne peki? Samimiyet. İçten olmak, olabilmek, kendine dürüst olmak ne kadar havalı. Ne büyük özgürlük.

Oyunculuğa başlayıp bugünlere gelene kadar kendinize ve iç dünyanıza dair neler keşfettiniz?

Haberin Devamı

 Bugünlere gelene kadar en çok kendimde fark ettiğim, sorun sandığım, büyüttüğüm, problem ettiğim şeylerin aslında ne kadar da basit olduğunu anlamak olmuş olabilir. Zamanla beraber siz de beklentileriniz de değişiyormuş. Daha sabırsız, daha telaşlı, daha doyumsuzken şimdi olanı kabul etmeye ve yaşamın güzel yanını, şu anı daha çok hissetmeye harcıyorum enerjimi.

 KENDİNİ KANDIRMAK HİÇBİR İŞE YARAMIYOR!


Kırklı yaşlarınızda hayat muhasebesi yaptığınızda ne / neler alıyor ilk sırayı? Ve bu, neleri fark ettiriyor bariz olarak?

 Bir kadın için farkındalığının en yüksek olduğu zamanlar bence 40'lar. Sizden çok şeyi alıp götürdüğü gibi yerine tahmin bile edemeyeceğiniz dünya kadar duygu ve düşünce ekliyormuş. 30’lar görmek 40’lar gördüklerini sindirmek ve hayata geçirmek... Oyuncu olmam, insanla ve onun psikolojisiyle herkesten biraz daha fazla uğraşmam sebebiyle daha çabuk yaklaşmış olabilirim bu olgunluğa belki de. Bilemiyorum ama söylediğim gibi önceliklerim değişti. Yaşama daha çok inanıyorum. Nefes alıp veren her canlıya,doğaya, insana, adalete, güven duygusuna, özgürlüğe daha çok saygı duyuyor ve savunuyorum. Bunlarsız olmayacağını, kendini kandırmanın hiçbir işe yaramadığını daha çok biliyorum.

Siz İkincikat projesi olan Kasap oyunuyla tiyatro sahnelerindeydiniz. Evrim tiyatro sahnesindeyken, seyircilere oynarken oyunculuğunuzla ilgili hangi evrime geçiyor duygularınız, düşünceleriniz?

 Tiyatro; eğitimini aldığım, kafa patlattığım, asla bırakmadığım, sahip çıktığım, sürekli deneyimlediğim, bildiklerimi ve biriktirdiklerimi paylaştığım, muhalif tarafım. Tiyatroda seyircinin reaksiyonunu hemen alırsınız. Hissedersiniz. Bu en vazgeçilmez duygu galiba. Onları hissetmek. Ve bir vazgeçilmezim de sanırım çalışma süreci ve o süreçte öğrendiklerim...

 ‘AŞK ELBET BİR GÜN BİTER’ SÖZÜNE İNAT HER SABAH YENİDEN AŞIK UYANIYORUM!

Oyunculuk aşkınızdan hayattaki aşka geçersek… Aşk sizi bulduğunda kalbinizdeki ve ruhunuzdaki evrimleri sorsak…

 Aşk dünyanın en acımasız ama bir o kadar da en güzel duygusu değil mi? Ben aşık olunca kendimden bir parça koparıp aşık olduğum insana verebilecek güçte hissederim. Önemserim, dinlerim, desteklerim. Bazen karşı tarafa fazla gelse de bu yanımdan hiç vazgeçemedim. Hayal kırıklıklarım oldu mu of evet çokça. Ama şimdi aynı hayal kırıklıklarını yaşamış, aynı benim gibi gönülden veren bir insanla beraberim ve ‘Aşk elbet bir gün biter’ sözüne inat her sabah yeniden aşık uyanıyorum. Ne güzel... Bu evrim değil belki de benim için devrim. (Gülüyor)

 İŞİMİZ DUYGU SATMAK!

Mesleğinizin artıları ve eksileri neler peki?

 Oyunculuk özveri ister. Bir süre yapmazsan, öğrenmeye devam etmezsen o seni terk eder gider. Tekrar eder durursun kendini. İşin içinde duygularınız olduğu için aslında deli işidir. "Bu da oyuncu işte" dediklerinde biraz da senin deliliğinden bahsederler. En güzel yanı bu bence. Deliyiz biz. İşimiz duygu satmaktır bizim. Bazen beş kuruşsuz, bazen de güzel şaşırtıcı kazançlarla yaşar gideriz. Zoru severiz. İnsanlara başka bakarız. Onlarla ilgili analizler yapmayı da severiz. Ses veremeyenin sesi olmak isteriz. Küçük ve köşede kalmışları destekleriz. Kimsenin konuşmaya cesaret edemediklerini sahnede rahat rahat konuşur ve fark ettiririz. Uyandırırız. Uyanık olmalarını sağlamaya çalışırız. Ne güzel meslek böyle anlatınca...

SANATI KURTARMAYA ÇALIŞMAKLA İLGİLENİYORUM!

Pandemi sonrasında perdeler açıldığında tiyatro sahnelerinde olmak, yapmayı istedikleriniz arasında mı? Ve varsa; “Şu rolü, şu karakteri canlandırmayı çok istiyorum” dediğiniz?

 Pandeminin en çok vurduğu yaraladığı da tiyatro maalesef. Büyük küçük tiyatroların hepsi perdelerini kapadı. Bazıları da neredeyse kapanma sürecine geldi. Kendi yağıyla kavrulan, bir sonraki projesini finanse etmekte bile zorlanan tiyatrolar ve çalışanları çaresiz kaldı. Ve evet ben de tabi ki pandemi sonrası yine orada olacak tüm desteğimi sunacağım tiyatroya. Hangi rolü oynamak isterim diye düşünüyorum. Şu an en çok sahnede olmak heyecanlandırıyor beni galiba. Sanatı kurtarmaya çalışmakla ilgileniyorum daha çok. Eminim dünyanın şu halini, geldiğimiz noktayı, yaşananları anlatacak bir sürü oyun yazılacak. O oyunlarda olmak isterim.

 Türkiye’nin gündemindeki sorunlardan biri de kadına şiddet. Birçok kadının başına gelen, son olarak hepimizi ağlatan, içimizi acıtan Pınar Gültekin olayı… Bu tür haberleri duyduğunuzda neler geçiyor aklınızdan?

 Bu konuyu konuşmak ne kadar zor. Ne kadar acı veriyor anlatamam. Sen bu soruyu sorduğunda bir sürü yüz gözümün önünden geçiyor. Hiç tanımadığım kadınlar ve onlar artık yoklar. Tanımlamak zorlaşıyor gitgide. Acısı derinleşiyor. Yaşayan ve şiddetemaruz kalan kadınların durumu da vahim. Sahipsiz bırakılıyor. Kimseden destek göremiyor. Her gün ölüyor. İstanbul Sözleşmesi bunun için var.  Sonuna kadar sahip çıkmalıyız bu sözleşmeye. Kadın şiddeti bu ülkenin bir türlü çözmeyi beceremediği bir sorun. Çözülemiyor. Çocukken anne babasından şiddet görmüş insanlar, yetişkinliğinde de böyle davranmaktan sakınmıyor. Kendinde bunun sebeplerini araştırmak yerine, üstünü kapatıyor. Öyle büyüyor. Anne de böyle büyümüş baba da. Öğretilen bu. Maalesef bir kız çocuğu belki de ilk şiddet deneyimini çoğunlukla yine bir kadından, annesinden görüyor.  Fiziksel olmasına gerek yok. Her türlüsünden olabilir. Kadın, çocuğunu büyütüyor ama ona tek başına ve güçlü olmayı, neyi isteyip istemediğine karar verebilme gücünü veremiyor çoğu zaman.  Anneler, erkek evlatlarına daha çok saygı duyuyor, kızları yok sayıyor. Ve yaş aldıkça kadınlar kendilerini savunmasız, zayıf ve bir erkeğin uzvu gibi yaşamak zorunda hissediyor. İsteklerine, hayallerine ulaşamayacağına daha çok küçük yaşlarda inanıyor. Ama dünya değişiyor. Ne güzel ki kadınlar ‘Hayır’  demeyi öğreniyor. Kadın doğası gereği öğrenmeye açık, kendini yenilemeye, fark etmeye daha teşne. "Ben de bir bireyim. Ben de varım. Bana da saygı duyun" dedikçe üzgünüm ki şiddet ve cinayet daha da arttı. Umutluyum ama. Değişecek. İnsanın değişimi, kendini anlamaya çalışmakla başlayacak. Nedenlerini araştırdıkça vazgeçecek karşısındakini dövmekten, öldürmekten, eziyet etmekten. Bu, bizim yapmamız gereken. Bir de bunun hukuki ve resmi tarafı var tabi. Sistem, yeni düzenlemeler getirecek, buna mecbur. Eski, geri kalmış ne varsa bırakacak. Kadının yanında olacak. Buna mecbur. Kadından bu kadar korkmayacak. Kadınsız olamayacağını, onun gücünü kabul etmek zorunda olduğunu anlayacak. Buna mecbur. Bizler de bir hiç uğruna ölen kadınların arkasında duran kadınlar olmaya mecburuz. Kadın kadından güç almalı. Biz birbirimizi kollamalıyız.


DOĞA HANIMEFENDİ GÜCÜNÜ GÖSTERDİ. ‘BEN VARIM, SİZ HİÇBİR ŞEYSİNİZ’ DEDİ!

 Bu tür haberler aklımızı durdura dursun, corona da hayatımızı durduranlardan. Neyi öğretti corona bu durdurma eyleminde? Ve neleri harekete geçirdi hayatınızda?

 Evet bu salgın hastalık bizi odalara, evlere, içimize kapattı. Korkmadığımız şeylerden, sarılma mesela, korkar olduk. Başka şey konuşamıyoruz. İşimizi, ilişkilerimizi, içimizi değiştirdi. Kimi kendini kaybetti, kimi de buldu kendini. Önceliklerimiz değişti. Tüketmeyi severken, oturduğumuz yerden ne üretiriz diye düşünmeye zorladı bizi. Doğa anayı pek sallamıyorduk, hanımefendi gücünü gösterdi. Ben varım siz hiçbir şeysiniz dedi. Değerli sandıklarımızın kuruş etmediğini öğretti. Ayakkabı mı? Kıyafet mi? Evlerimizi, mutfağımızı mesela, ailecek yaşamanın ne demek olduğunu tekrar hatırlattı. Ölümü, sevdiklerini aniden kaybetmenin korkusunun ne kadar gerçek olduğunu... Ölümün her an kapını çalacağını. Temizliği... Paylaşmayı, olmayana, sende olandan vermeyi, dayanışmayı öğretti. Ama en çok bu hafıza sorunumuzdan korkarım. "İki günde her şey normale döner, biz bunları unuturuz" diye korkarım. Unutmayalım. Sanki biraz öyle de oldu galiba. Kimse umursamıyor artık. 

 ESKİDEN DAHA ÇOK SUSARDIM!

Yıllardır birçok farklı kadın karaktere hayat verip gözlemlediniz. Peki, son günlerde topluma ve kadının yerine dair izlenimleriniz neler?

 Çocukluktan itibaren o kadar çok ses çıkarmamak, susmakla ilgili deneyiminiz oluyor ki, öyle yetiştirilmişsiniz çünkü. Refleks olarak gelişebiliyor, susuyorsunuz. Eskiden daha çok susardım mesela. Hayır öyle olmamak lazım. Korkmadan konuşabilmek  lazım. Bir kere de korkmasak keşke. Korkmasam. 

Sosyal medyadaki linç kültürü ve ötekileştirme hakkında ne düşünüyorsunuz peki?

 Sosyal medya, iki türlü yaşanıyor bence birincisi ne bileyim, bana paralel bir evren gibi geliyor. Yüzünü göremediğiniz, gerçek o olduğunu bile bilmediğiniz insanlarla dopdolu bir alem. Sosyal medya İnsanlara görünmek isteği gibi davranabileceği, olabileceği, onaylanabileceği bir ortam yaratıyor. Yalan olsa da... Böyle bir yerde linç yememek ya da ötekileştirilmemek ne mümkün. Herkes çok rahat. Ağzına geleni söyleyebiliyor. Empati kuramıyor. Umurunda değil. Tehdit ediyor, korkutuyor, küçümsüyor. İkincisi, benim en çok sevdiğim tarafı ise haber alabilme, gerçekleri öğrenme, birçok düşünceyi yakından takip edebilme olanağı sunması. Bilgiye oradan hem de anında ulaşabiliyorsunuz. Sosyal medya çağımızın ulaşım aracı. Onu destekleyen bence geleceği de kazanır.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!