Tayyip Erdoğan’ın bunlardan haberi yok!

Güncelleme Tarihi:

Tayyip Erdoğan’ın bunlardan haberi yok
Oluşturulma Tarihi: Şubat 23, 2002 21:21

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın, Sultanbeyli'de ‘‘bacılarına’’ hitaben söylediği ‘‘Allah ne verdiyse çoğalalım, çoğalalım da zenginleşelim’’ sözleri, eğer bir yarışma yapılsaydı geçtiğimiz haftanın en berbat görüşü olurdu.

Üstelik bu şahane cümle, nüfusun planlanması gerektiğini düşünen, bu konuda çalışanların da bir nevi vatan haini olduğunu görüşüyle de taçlanıyordu! Ne var ki Erdoğan bunu hep yapıyordu: İstanbul Belelediye Başkanlığı sırasında, yine bacılarına hitaben ‘‘Doğurun, bakamazsanız bana getirin, ben bakarım’’ diyen de bizzat kendisiydi. Sokaklardaki çocukların sayısının giderek artmasından belliydi ki, Erdoğan'a bakması için pek çocuk getirilmemişti. Yine de biz ona bu soruyu sorduk. Hatta partisi AKP'nin kurucularının sahip olduğu çocuk sayısını da, kendisinin niye Allah verdiği kadar değil de, sadece dört çocuk sahibi olduğunu da... Dünya standartlarında nüfus fazlalığı çoktan geri kalmış ülke özelliği olarak kabul edilirken, Erdoğan'ın partisi, sözünü ettiği ‘‘zenginliği’’ ve ilerlemeyi nasıl sağlayacaktı acaba? Önemli olan ‘‘kelle’’ sayısı mıydı, yoksa ‘‘sağlıklı insan’’ sayısı mı? Fazla ve sık sık doğum yapmanın kadınları nasıl öldürdüğünü, kaç bebeğin daha bir yaşına gelemeden öldüğünü Erdoğan bilmiyor muydu? Teşvik ettiği kadar doğum olduğunda çoğalan işsizlere, doğru dürüst eğitim alamayanlara, kirlenen çevreye, ortaya çıkan göçe, devletin pek çok hizmete yetişmemesine, kısaca kalitesizliğe AKP nasıl çare bulacaktı? Kadınların artık çocuk fabrikası olmaktan başka işlevleri de olduğundan habersiz görünen AKP, Allah verdiğince dünyaya getirilip sonra da bakılamadıkları için sokaklara düşen çocukların sayısını araştırmış mıydı?

Kendisi ‘‘iyi bayramlar’’ turunda olduğu için sorularımıza cevap verecek vakti bulamadı ama bu konuda yıllardır çalışmalar yürüten uzmanlarla Erdoğan'ın habersiz göründüğü gerçekleri konuştuk. Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı Yönetim Kurulu ve İcra Komitesi Başkanı Prof. Baran Tuncer, Genel Koordinatör Yardımcısı Dr. Enis Balkan ve Sağlık Bakanlığı yetkilileri onun yerine sorularımızı cevapladı.

AİLE PLANLAMASI NEDİR?

İnsanların çocuk sayısını kontrol etme arzusunu en etkili bir şekilde yapmalarına imkan veren uygulamalar. Yoksa aile planlaması var diye kimse yapacağı çocuk sayısını azaltmıyor. Sadece planlamanın etkin ve sağlıklı yöntemlerle yapılmasını sağlıyor.

NÜFUSU AZALTMAK DEĞİLDİR

Tayyip Erdoğan'a göre, nüfus planlaması yapanlar, bir nevi vatan haini. Ancak Erdoğan'ın bir bilgi eksikliği olduğu açık. Çünkü uzmanlar nüfus artış hızını düşürmenin, kesinlikle nüfusu düşürmek anlamına gelmediğini söylüyorlar. Bir örnek verelim: 1960 yılında nüfus 30 milyon civarında. O zamanki nüfus artışına göre her yıl bir milyon bebek doğuyor. Şu anda nüfus artış hızı o dönemin yarısı kadar, ama yılda 1,5 milyon bebek doğuyor! (Çünkü nüfus, o dönemin iki katı)

DÖRT KADINDAN ÜÇÜ:YETER

Türkiye'nin 68 milyonluk nüfusunun yüzde 25'ini doğurma potansiyeli olan kadınlar oluşturuyor. Yani 15-50 yaş grubu (17 milyon). Bu kadınların yüzde 34'ü etkili bir doğum kontrol yöntemi kullanıyor (Üçte bir), bir o kadarı yeterince etkili olmayan yöntemler kullanıyor. Sonuçta, üçte ikisi (Yüzde 70) yeni bir çocuk istemediğini ifade ediyor. Ama tabii hepsi bunu başaramıyor. Aile planlaması eğitimi ve hizmetleri burada devreye giriyor; kadınlara istemedikleri hamileliği önleme imkanları olduğu, bunu hangi yöntemlerle yapacakları, nereye başvuracakları anlatılıyor.

10 DAKİKADA BİR ÖLÜM

Son 35 yılda Türkiye'de doğan yaklaşık dört milyon bebek, bir yaşına gelmeden ölmüş. Ölüm nedenleri şunlar: Anne karnında iyi gelişememe, erken doğum, genç yaşta doğum, doğumların arasında iki-üç yıl olmaması, fazla doğum, ileri yaşlarda doğum... Son yıllarda bebek ölümlerinde azalma sağlanabilmiş, ama yine de bu sayı az değil: 1965'te doğan bin bebekten 160'ı ölürken, bugün 40'ı ölüyor. Binde 40, her 10 dakikada bir bebeğin ölmesi anlamına geliyor. Gelişmiş ülkelerde bu oran binde 5'in altında.

BU İŞİN ANNEYE FATURASI

Son 35 yılda ölen anne sayısı ise 50 bin. Bugün yılda 750 kadar anne doğumdan sonra kaybediliyor. ‘‘Allah ne verdiyse’’ doğuran kadın, çok büyük sağlık sorunları yaşıyor: Üreme organlarıyla ilgili hastalıklar, idrar yolu enfeksiyonları, kansızlığın neden olduğu diğer hastalıklara açık olma, kalsiyum kaybı, bütün bunlar zincirleme bir durum yaratıyor ve kadın kısaca erken yaşlanıyor, genç yaşta ölüyor. Sağlık sorunları, ekonomik sorunlar yanında sosyal problemler de ortaya çıkıyor; mesela 50 bin annenin ölümü, en az 150-200 çocuğun annesiz kalması demek. Bunların önlenmesi için, doğumların uygun yaşlarda (yani 19'dan sonra, 35'ten önce) yapılması, iki doğum arasında en az üç yıl olması, gebeliğin dördü, beşi geçmemesi gerekiyor.

POLİTİK DİREKTİFLE OLMAZ

Tayyip Erdoğan'ın, kadını ‘‘bir çocuk fabrikası’’ndan ibaret gören yaklaşımı, insan (kadın) haklarına da aykırı. Çünkü -her bölgesinde ve ekonomik düzeyinde eşit şekilde uygulanamıyor ama- Türkiye'nin de yasalarına göre, bir kadının kendi bedenini kontrol etmeye, doğurup doğurmayacağına bizzat karar vermeye hakkı var. İsterse sekiz tane çocuk doğurabilir, ancak tüm aile planlaması imkanlarına sahip olması, ondan sonra isterse buna karar vermesi gerekiyor. Bunun için, en az onlar kadar kocalarının da ‘‘eğitilmesi’’ şart. Türkiye'deki aile planlaması çalışmaları bunun için var.

FAZLA DOĞUM NELER YAPIYOR?

Çok çocuklu aileler daha çok yoksul, az eğitim görmüş aileler. Fazla çocuk, pek çok sakıncayı da beraberinde getiriyor. Mesela çocuk sayısı arttıkça, bu çocukların beslenme düzeyi düşüyor. Eğitim imkanlarından hepsi yararlanamıyor, özellikle kız çocuklar. Bu da eğitimsiz anneler yetişmesine neden olduğu için gelecek kuşakları tehdit ediyor. Yoksulların nüfusu artarken gelir dağılımı onlar aleyhine bozulmaya devam ediyor. Bu çocuklar büyüdüğünde işsizliğin pençesine düşüyor. Hepsini üstüste koyduğunuzda devletin sosyal amaçlı harcamaları gereğinden fazla insana dağılıyor ve düşüyor. Sağlık, eğitim, yaşam koşulları, bu yüzden kalitesiz oluyor. Alt yapı bu yüzden yetersiz kalıyor.

NÜFUS KENDİ YOLUNDA

Türkiye'nin nüfusu kaç olmalı, ne kadar anlamsız bir soruysa, ‘‘doğurun’’ demek de o kadar saçma. Çünkü Türkiye'nin nüfusu belli bir hızla artıyor ve bu da giderek yavaşlıyor, bunu politik olarak etkilemek mümkün değil. İnsanların eğitim düzeyi yükseldikçe, doğurganlık düşüyor. Önümüzdeki yıllarda nüfus artış hızı daha da yavaşlayacak. Yapılan araştırmalara ve çalışmalara göre, 2050'li yıllardan itibaren Türkiye nüfusu 100 milyonu bulduktan sonra durağan hale gelecek,

İRAN BİZDEN İYİ DURUMDA

İran, özellikle devrimden sonra aile planlamasına karşı bir tavır aldı. Ancak toplumsal düzeyin düşmeye başladığını görünce Dünya Sağlık Örgütü'nden destek alarak çalışma başlattılar. Şu anda aile planlaması konusunda Türkiye'den daha iyi durumda. Bu, din meselesi değildir, insanların yaşam kalitesi meselesidir.

Teoman Rıza Güneri (SP Genel Başkan Yardımcısı)

Devlet ikiden fazla çocuğu kabul etmez!

Partim bu konuda bir görüş geliştirmiş değil. Benim şahsi görüşüme göre önemli olan insanların bilinçlenmesi. Çocuklarının gelişimini, eğitimini en iyi şartlarda karşılayabilecekleri şekilde kendi ev nüfuslarını kendileri ayarlayabilir. Devletin bu hususta herhangi bir politika uygulamasını doğru bulmuyorum. Çünkü bunlar aşırıya kaçabiliyor. Mesela, bir devlet memuru beş çocuğu varsa, bunun ikisini bordrosuna yazabiliyor. Çünkü ikiden fazlasını devlet kabul etmez. Devletin çok çocuğa sahip çıkmamasına da karşıyım. Gelişmiş ülkeler bunun tersini yapıyor. Türkiye'de ise bu ekonomik baskıya dönüşüyor.

TÜRKİYE'DE AİLE PLANLAMASININ TARİHİ

Halkın isteğiyle başladı

Aile planlaması, Türkiye'de devletin tepeden indirdiği bir uygulama değil, tersine halkın talebi sonucu uygulanmaya başlıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan 1960'lı yıllara kadar nüfus artış hızını teşvik edici politikalar benimsendiği için, nüfus 13 milyondan 27'ye çıkarak ikiye katlanıyor. O zamana kadar her türlü gebeliği önleyici ilaç, araç gerecin satışı yasak, insanlar kendi yöntemleriyle bu soruna çözüm aramaya başlayınca, 1965 yılında çıkarılan 557 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun ile hepsi serbest bırakılıyor. 1983'te ise kürtaj yasallaşıyor. Türkiye bu gün bu konuda dünyanın en liberal ülkelerinden biri. Nüfus artış hızı, bu tarihlerden sonra düşmeye başlıyor. 1983 yılında Türkiye'de ortalama 4.05 olan doğurganlık hızı, 1993'te 2,7'ye, 1998'de ise 2.6'ya düşüyor.

Nüfus artış hızımız binde 20'nin altına düştü

Aile planlaması, anne ve çocuk sağlığının korunmasında vazgeçilmezdir.

Anne ölümleri ülke ve toplumların sağlık düzeylerinin belirlenmesinde esas alınan temel göstergelerden. Aşırı doğurganlığın yaygın olduğu ülkelerde, dünya ortalamalarının çok üstüne çıkıyor.

Tespit edilen anne ölümlerinin yüzde 68'inde son gebeliğin üzerinden 36 aydan daha kısa süre geçtiği saptandı.

Sık gebelik ve doğumlarda anne bedeninde ‘‘tükenme sendromu’’ görülüyor. Sık gebelik çocukların sağlığını da bozuyor: İki yaşına gelmeden yeni kardeşi olan bebekler kolay hastalanıyor, yüksek ölüm riskine maruz kalıyor.

Evli kadınların yüzde 75'i sahip olduklarından başka veya belirli bir süre yeni bir çocuk istemiyor. Yüzde 98.7'si, kocalarının da yüzde 97.1'i en az bir etkili yöntemi biliyor.

Eğitim durumu kadınların tutumunu belirliyor. Evli kadınlar arasında eğitimi olmayanlarda modern yöntem kullanımı yüzde 28, ortaokul mezunu ve üzeri eğitim görenlerde bu oran yüzde 53'e çıkıyor.

Geleneksel olarak binde 25-30 düzeyinde olan yıllık ortalama nüfus artış hızımız 1990'lardan sonra binde 20'nin altına düştü, 1997'de binde 15'e indi.


1998 TÜRKİYE NÜFUS VE SAĞLIK ARAŞTIRMASI SONUÇLARINDAN KISA KISA...

Türkiye'de aile büyüklüğü son 20 yılda 6.5 kişiden 4.3'e düştü.

Kadınların ilk evlenme yaşı büyüdü: 19.5.

Doğurganlık son 20 yılda yüzde 60 oranında düştü.

Her 100 gebelikten biri kürtajla sonuçlanıyor.

Gebeliği önleyici modern yöntem kullananların sayısı sürekli artıyor.

Ama hala kadınların yüzde 80'i gebe kalabileceği günleri bilmiyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!