Silikon yaptırmadı, dudağını şişirmedi, çilleri de duruyor

Güncelleme Tarihi:

Silikon yaptırmadı, dudağını şişirmedi, çilleri de duruyor
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 19, 2007 00:00

Babası Türk bir Cerrah, annesi Alman bir hemşire. Almanya’da üç yıl tıp, bir yıl felsefe okudu ama Türkiye’ye gelip oyunculuk yapmaya başladı. Hakan Yıldırım sayesinde podyuma çıktı. Ümit Ünal, Özlem Süer gibi tasarımcılar sayesinde daha çok tanındı. Sıradan bir güzelliği yok, girdiği ortamda fırtınalar estirmiyor, her daim yüksek topuklar üzerinde sekemiyor.

Bunların yerine beş yabancı dil biliyor. İzlenmedik film, okunmadık kitap bırakmıyor. Resmi formlarda meslek hanesini oyuncu, manken, insan, hayvansever ve pasifist diye dolduruyor. Türkiye’de iki tip manken olduğunu ve iki grubun birbiriyle karıştırılmaması gerektiğini düşünüyor: "Aynı işi yapmıyoruz biz. Bir dermatologla bir ortopediste aynı işi yapıyor diyebilir misiniz? Hayır abi birisi ayağa bakıyor,
diğeri cilde..."

Babasının mesleği yüzünden çocukluğunu hep taşınarak geçirdi. 15 yaşına kadar iki yılda bir ev, okul, arkadaş değiştirmek zorunda kaldı. Babası Almanya’da cerrahlık yapmaya çalışan bir Türk’tü. Alman vatandaşlığına geçmeyi kabul etmiyordu, Türk vatandaşlığıyla da mesleki açıdan yükselemiyordu. Terfi edemediği için, kendisinden acemi başhekimlerle anlaşamıyor ve yer değiştiriyordu.

Selma Ergeç’in liseden sonra tıp okumaya karar vermesinin iki sebebi var: "Doktorlardan ve doktora gitmekten hiç hoşlanmıyordum. İnsan bilmediği şeyden korkar, dedim. Tıp fakültesine neyin ne olduğunu öğrenmek için girdim. Birinci neden o. İkinci neden biraz karmaşık. Aslında bütün sinyaller sanatla ilgili bir şey yapmam gerektiğine yoğunlaşıyordu. Üç yaşından beri bale yapıyordum, beş yaşından beri keman çalıyordum, lisedeki en popüler oyuncu bendim. Okul müdürü gösterilerdeki performanslarımı Alman televizyonlarına göndermeyi planlıyordu. Ama ben Kant’ın etik felsefesi yüzünden tıp okumayı seçtim. Hayatımı başkalarına adamak benim için en ideali diye düşündüm ama olmadı. İçimden gelen şey çok başkaydı."

Tıp fakültesinden felsefeye geçiş yaptı ve biraz ara vermek için 2000’in sonlarına doğru İstanbul’a geldi. Bir mankenlik ve oyunculuk ajansına kaydoldu. Onu kabul ettiklerinde çok şaşırdı. Zaten o dönem kayıt parasını ödeyen herkesi kabul ettiklerini sonradan öğrendi. Bir hafta sonra "Böyle mi Olacaktı" diye bir diziden teklif geldi. İnanamadı. Heyecan içinde görüşmeye gitti hemen işe alındı. Eroinman bir kızı canlandırdı. Gayet güzel oynadı. O tarihte Türkiye’deki kadın oyuncuların hiç birinin böyle bir rolü istemediğini de birkaç ay sonra anladı.

Felsefe okumayı bir yıl sürdürdü. Çünkü yaptığı işten mutluydu. "Çok güzel bir kız için mankenlik yapmak çok eğlenceli olmayabilir. Oyunculuk da aynı şekilde. Çok dışa vurumcu bir insanın oyuncu olması da sürpriz bir gelişme değildir. Ama ben güzel değildim ve çok içine kapanıktım. Sosyal çevrem çok dardı. Sürekli taşındığımız için kimseye bağlanamıyordum. Almanya’daki hayat ben, keman kutusu, kitaplar ve resim defterinden ibaretti. İstanbul’da yaşadıklarım rüya gibiydi."

HAKAN YILDIRIM DEFİLEYE ÇIKARDI

Selma Ergeç’i moda tasarımcısı Hakan Yıldırım keşfetti: "Ben o zaman dizilerde oynuyorum. Mankenlikle alakam yok. Çünkü kimse benimle çalışmak istemiyor. Haute couture tasarımcılar beni gördüklerinde bunun manken
/images/100/0x0/55ea9917f018fbb8f88a6d86
olduğuna emin misiniz diye soruyor. Ama Hakan beni Washington’a defileye götürdü. O benim hayatımdaki en dürüst adam. Biraz kilo alsam, sen bu popoyla Hakan Yıldırım defilesine çıkacağını mı zannediyorsun, diye azarlar."

Hakan Yıldırım’dan sonra diğer modacılar da Selma ile çalışmaya başladı. Ümit Ünal, Özlem Süer, Arzu Kaprol... Çünkü onlarla aynı frekansta düşünebiliyordu. Defilenin hikayesindeki karaktere kolayca bürünüyordu.

Ergeç, fotomodellikten değil mankenlikten keyif alıyor. Çünkü podyuma çıktığında tasarımcının istediği kadın olabiliyor. "Kreşendoda sahneye çıkmak kadar adrenalin yüklü bir şey olamaz" diyor. Kendi olarak poz vermekten hoşlanmıyor. Eğer moda editörü ona bir karakter verirse o zaman iş çözülüyor. İstenildiğinde Evita, istenildiğinde Emanuel olabiliyor.

Tüm bunlar bir tarafa asıl hedefi oyunculuk. "Sabahtan akşama kadar oyunculuğu düşünüyorum. Pis ve ruh hastası bir durum bu. Dedem öldüğü zaman bir taraftan ağlıyordum, diğer taraftan da demek ki dedesi ölen bir kız böyle oluyor, diye düşünüyordum. O ruh halini beynime kaydediyorum.Çok fena değil mi?"

AMAN ALLAHIM NE GÜZEL, DEĞİLİM

Baktığınız zaman "Aman Allah’ım ne kadar güzel" dedirten bir güzelliğim yok. Hayatım boyunca olmadı. Haute couture tasarımcılarla hiç çalışmadım. Çünkü onlar beni beğenmiyorlar. Silikon yaptırtmak için az uğraşmadılar. Ne bu böyle tahta gibi diye aşağılıyorlardı. Aslında zor bir durum, çünkü iki arada kalıyorsunuz. Bir yandan para kazanmak, defilelere çıkmak istiyorsunuz, diğer taraftan da fiziğinizden ödün vermek istemiyorsunuz. Üst dudağımı da şişirtmek istediler. Çillerini lazerle yok ettir, dediler. Yapmadım, yapmayacağım.

Medyatik mankenler mesleğe zarar veriyor

Selma Ergeç, Türkiye’de iki tür mankenin olduğunu düşünüyor. Medyatik olanlar ve olmayanlar. Medyatik mankenlerin mesleğe zarar verdiğini söylüyor: "Aynı işi yapmıyoruz biz. Bir dermatologla bir ortopediste aynı işi yapıyor diyebilir misiniz? Hayır abi birisi ayağa bakıyor birisi cilde bakıyor. Medyatik olanlar mankenlik mesleğine zarar veriyor. Onlar gibi olmayanlar para kazanamıyor ve bir kenara itiliyor. Bu ülkede Ahu Yağtuğ, Sedef Avcı ve Özge Ulusoy’u kaç kişi tanıyor? İkincisi onları gören genç kızlar manken olmak istemiyor, aileleri karşı çıkıyor. Yanlış anlamayın kimseyi suçlamıyorum. Çünkü talep ortada. Bizim gibi olmayan mankenlere ’tu kaka’ yapamam. Onun hayat şartlarında yaşasaydım, onun yetiştiği çevrede büyüseydim belki aynı seçimleri ben de yapabilirdim. Bu farkındalığı kaybetmemek lazım. "

Selma Ergeç röportajını bu akşam

23.05’te CNN Türk’te yayınlanacak Trends’te izleyebilirsiniz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!