Sefire olamayacağını anlayınca uçakla Amazon ormanlarına daldı

Güncelleme Tarihi:

Sefire olamayacağını anlayınca uçakla Amazon ormanlarına daldı
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 24, 2010 00:00

Doktora yapmak için gittiği küçücük Alman şehirde Dalai Lama’nın fotoğraflarını çekmeyi başardı. Evinin kadını olmak üzere yerleştiği Venezüella’da uçak kiralayarak Amazonlar’a daldı. Bavulları kapının yanında bekler vaziyette yaşayan Elvan Kıvılcım; dünyayı hallaç pamuğu gibi attıran bir haberci ve belgeselci. “Başkaları güçle, parayla ya da aile kurmakla motive olurken beni harekete geçiren tek şey heyecan” diyen Kıvılcım’ı dinledikçe insanın yollara düşerek belgesel çekesi geliyor

Bir tarafı Doğu’ya, diğeri Karadeniz’e uzanan bir ailenin İstanbul’da doğup büyümüş kızı Elvan Kıvılcım. 40 yaşında. Üniversiteye girdiği dönemin yıldız bölümü Boğaziçi İşletme’den mezun. Üniversitenin kulüplerinde aklını fikrini sinemayla bozdu. İstanbul Festivali’nin meşhur bilet kuyruklarında bekleyenlerden biri de oydu.
“Okulu bitirdikten sonra 1992’de TRT’de staj yaptım; kurgu yapmayı ve post prodüksiyonu öğrendim. Star Televizyonu kurulunca da oraya geçtim. Kanalın tüm haber dilini ve kimliğini Amerikalı bir televizyoncuya emanet etmişlerdi, onunu asistanı oldum. Haberciliğin ABC’sini de ondan öğrendim. Bir de kurgunun yaptığınız her işte esas olduğunu; haberde, sinema, hatta yazı yazarken bile... Kendimi haber yönetmeni olarak yetiştirmemi de o önerdi.”
Star TV’de Ufuk Güldemir ve Orhan Duru gibi isimlerle çalışmak Kıvılcım’a çok şey öğretse de, kesmedi. İngiliz Kültür Heyeti’nden burs kazanarak İngiltere’de televizyonculuk üzerine yüksek lisansı yaptı. Tezinde TRT’yi Arte Kanalı’yla kıyasladı. Hızını alamadı, 1996-1999 arasında Almanya’da da bir doktora patlattı. Bu sefer görsel-işitsel medya üzerine çalıştı.
Doktora yaptığı Hollanda sınırındaki Osnabrück, meşhur 30 yıl savaşlarının bittiği yer olduğu için tarihi öneme sahipti. Dalai Lama; savaşın sona ermesinin 100. yıldönümü şerefine şehre geldiğinde Kıvılcım ünlü ruhani liderin fotoğraflarını çekmeyi başardı! O büyüleyici andan itibaren de hayatta belgeselden başka bir şeyle uğraşmak istemediğinden emin oldu.

MARMARA DEPREMİ MİLAT OLDU

1999 depremi bir anlamda Kıvılcım’ın belgeselciliğinin miladı: “Bütün dünyanın gözü Türkiye’ye çevrilmişti. New York’ta deprem ihtimali ve olası sonuçları üzerine kısa bir belgesel hazırlamak için Türkiye’ye gelen, NBC’nin ünlü sunucusu Chuck Scarborough’la çalıştım. Arte ve SKY gibi kanallara da yardım ettim. Burası, depremden sonra da dünyadaki haberci ve belgeselciler için cazip bir yer haline gelmişti. Birlikte çalışmak isteyenler tavsiye üzerine beni buluyordu.”
Bir noktada durup dinlenmek ve kendi deyimiyle ‘normal hayat’ kurmaya karar verdiğindeyse Hollandalı bir diplomatla izdivaç yaparak Venezüella’ya yerleşti. Fakat orada da boş durmadı, bildiği yabancı dillere İspanyolca’yı ekledi. Ancak yıl 2002’di ve Başkan Chavez’e yönelik darbe girişimi ayyuka çıkmıştı. Elleri, kamera kamera diye, kaşınmaya başladı: “Hem zaten benden sefire filan olmazdı.”
Evliliği boşverdi... Deli bir pilot ve kameraman buldu; Amazonlar’daki isyankar Ye’kuana topluluğunun efsanevi lideriyle görüşmeye gitti. Başardı da. Bu coğrafyadan ve dişi Indiana Jones gibi takılmaktan o kadar çok hoşlandı ki, 2004 ve 2005’te geri döndü. Aynı yerde geçen yıl da Alto Ventuari’nin belgeseli ‘River People’ı (Nehir İnsanları) çekti. Ventuari bölgede sıtmayla savaşan hamak projesini geliştiren kişiydi.

ANADOLU YOLLARINDA BİR KADIN DJ

Unutmanın imkanı yok. 2006’dan sonra Türkiye’de derin izler bırakan pek çok olay yaşandı; rahip Santaro cinayeti, Güneydoğu’daki operasyonlar, cumhurbaşkanlığı seçimleri, Hırant Dink suikasti ve AB üyeliği sürecinin hızlanması dünyanın her yerinden habercinin kanının hızlı akmasına neden oldu. Kendini bu heyecana kaptıranlar arasında Elvan Kıvılcım da vardı elbette. O sıralar Deutsche Welle’yle çalıştı ve ve El Cezire televizyonunun İstanbul temsilciliğini üstlendi.
“Tamam ben bir televizyoncu ve yönetmenim ama her şeyden önce bir hikaye anlatıcısıyım” diyen Kıvılcım sonunda kendi hikayesinin belgeselini çekti. 2008 tarihli uzun metrajlı belgeseli ‘She-J/Madalyonun Öbür Yüzü” kadın DJ Beyza Olcay’ın hayatını anlatıyordu.
Aynı zamanda bir anne olan Olcay’ın dere tepe Anadolu’nun çeşitli köşelerinde ve Avrupa şehirlerinde sürdürdüğü macerasına doğrulttu kamerasını. İyi ki de doğrulttu, zira bu belgesel sayesinde irili ufaklı pek çok festivale katıldı ve ödüller kazandı. Bu yıl çektiği belgeselse Berlin Hayvanat Bahçesi’ndeki boz ayıyla kutup ayısının arkadaşlığını anlatan ‘Komşular’ (Neighbours).
Elvan Kıvılcımlı hem kendisinin hem de başkalarının hikayelerinin peşinden gitmeye devam ediyor. Belgesel sinemacı inisiyatifi Filmist’in de etkin bir üyesi: “Belgesel, sinemanın en çok alt türe sahip alanı. Duyguların sömürülmesinden hiç hoşlanmıyorum ama içinde insan olmayan hiçbir hikaye anlatılmaya değmez. Biz belki de başka şehirleri ve insanları anlatan ilk kuşağız. Tarihe tanıklık etmek bir yana, onunla hesaplaşmayı da çok seviyorum. Küçücük bütçelerle ve zor koşullarla boğuşup dursak da bazen bu işi yapmak için doğduğumu düşünüyorum.”

OSLO’DAKİ EKOLOJİK HAPİSHANE

“Bizden önceki haberci-belgeselci kuşağı gittikleri yerde ne görüyorlarsa onu çekiyorlardı. Ben bir yere gitmeden çok önce ne çekeceğimi iyi biliyorum ve konuya didik didik hazırlanıyorum” diyen Elvan Kıvılcım şu sıralar TRT Türk için ‘Sınırsız Haber’ ve ‘Dünyanın Tanıkları’ adlı haber-belgesel programlarını hazırlıyor. Bir hafta önce Uruguay’dan dönmüştü ve Oslo’ya gitmeye hazırlanıyordu. Oslo yakınlarındaki bir adaya kurulan dünyanın ilk ekolojik hapishanesine çevirmeye hazırlanıyor bu kez kamerasını.

BÖLÜNMÜŞ BİR KİŞİLİĞİM VAR

“Bir yanım güvenli ve oturmuş bir hayat, bir yanım adrenalin ve macera istiyor. Bende bölünmüş kişilik sendromu var sanırım. Aslında bir zenginlik olarak, bunun mesleki faydasını çok gördüm. Haberini kokusunu alırken, görselliği düşünürken, anonsları yazarken ve röportajları yaparken sürekli kimlik değiştirip bin parçaya bölünüyorsunuz çünkü. Habere kendinizi çok kaptırmak da yabancılaşmak da tehlikeli. Mutlak objektif olmanız imkansız ama belli bir denge gözetmelisiniz. Bence bir habercinin sahip olması gereken en önemli iki şey şüphecilik ve şans. Dünyayı dolaştıkça, özellikle Doğu’ya doğru gittikçe, mesela Tayland’da ve Malezya’da; insanların, sorunların ve çelişkilerin Türkiye’yi ne kadar çok hatırlattığını görüp şaşırıyorum. Dünyaya Türkiye merkezli bakmasam da bu durum pek değişmiyor.”

FIXER’LIK DİYE BİR MESLEK

Elvan Kıvılcım sayesinde ‘fixer’ (fiksır) adında çok özel bir işten de haberdar oluyoruz: “Bir haberci dünyanın öbür ucuna gittiğinde güvenilir bir yerel fixer’a ihtiyaç duyar. Fixer onun eli ayağıdır. Onun için tüm organizasyonu ve araştırmaları yapar. Bağlantıları kurar, dil ve kültürle ilgili doğabilecek sorunlara çözüm bulur, bürokratik işlemleri halleder, gerekirse ekipman kiralar. Her işi onlar yapıyor gibi görünseler de temelde habercinin vizyonunu gerçekleştirmekle yükümlüdürler. Uzun süre Türkiye’ye gelenlere fixer’lık yaptım, Tom Brooker ve İmran Gadra gibi ünlü habercilerle çalıştım. Şimdi de gittiğim ülkelerde güvenilir yerel fixer’larla çalışıyorum.”

KADIN OLDUĞUMU UNUTUYORUM

“Özel hayatım kalmadı, böyle bir tempo içinde özel hayat olur mu, onu da bilmiyorum. Evliliğin bana göre olmadığını anladım, anne olmayı da hiç düşünmedim. Çalışırken ve seyahat ederken kadın olduğumu sık sık unutuyorum. Daha doğrusu bunun avantajını da dezevantajını da pek yaşamıyorum. Kadının görsel bir unsur olarak görülmediği, yapımın beyni olduğu bir iş yapıyorum çünkü. Yakaladığım hikayenin heyecanını yaşarken ekranda nasıl göründüğüm pek aklıma gelmiyor. Mesela Kenya’da kimselerin giremediği bir teneke mahallesinde dizlerime kadar çamura batmışken, yüzümü pudralamak düşündüğüm en son şey oluyor.”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!