Rakı nikáhlı karım diÄŸerleriyle kaçamak yaparım

Güncelleme Tarihi:

Rakı nikáhlı karım diğerleriyle kaçamak yaparım
OluÅŸturulma Tarihi: Haziran 04, 2005 00:00

Nevizade’ye girdiÄŸimizde yaÄŸmur baÅŸladı. BeÅŸ dakika sonra güneÅŸ gösterdi yüzünü. GüneÅŸ ışınlarının arasından yaÄŸmur zerrecikleri uçuÅŸurken, minik minik gökkuÅŸakları peydahlandı Ä°stanbul ikindisine. Saat 16.00’da Saki Restaurant’ta buluÅŸmak üzere sözleÅŸmiÅŸtik. Ä°lk gelen Fıstık Ahmet oldu.10 dakika kadar sonra Aydın Boysan (84) gözüktü Kameriye Sokak’ın başından. Henüz sandalyeleri ısıtmamıştık ki Çiçek Arif çıkageldi. Masayı dörtlemiÅŸtik. Tamamdık. Arif Keskiner (67), nam-ı diÄŸer Çiçek Arif lakabını 21 yıldır iÅŸlettiÄŸi Çiçek Bar’dan almıştı. Ahmet Tanrıverdi (61) ise yeÅŸil göz renginden dolayı Fıstık’tı. Aydın Bey’le ben lakapsız da yaÅŸayıp gidiyorduk bu dünyada. Masadaki üç adam da kitaplıydı. Ama ennnn kitaplı olan Aydın Boysan, tam tamına 29 kitap yazmış. En son kitabı ‘Ne Güzel Günlermiş’ daha yeni çıkmış. Bize de birer tane getirmiÅŸ yanında, imzalayıp hediye etti. DiÄŸer ikisinin ikiÅŸer kitabı var. Arif Keskiner, Çiçek Gibi ile Yine mi Çiçek’i yazdı. Üçüncü kitabı yolda. Fıstık Ahmet Tanrıverdi’nin Zaman Satan Dükkan ile Hoşçakal Prinkipo kitapları yayınlandı. Devamı gelecekmiÅŸ. Ahmet Bey de yanında getirmiÅŸ kitaplarını, imzalayıp dağıttı masadakilere. Eh benim de ÅŸimdilik iki kitabım olduÄŸuna göre aramızda kitapsız yoktu. Ä°stanbul doÄŸumlu Aydın Boysan mimarlığı 1999’da bıraktığında meslekte tam 54’üncü yılını tamamlamıştı. Ãœnlü ve çok ödüllü bir mimar. On yıl Hürriyet’te, üç yıl da AkÅŸam’da yazılar yazdı. Arif Keskiner, Osmaniye’de doÄŸmuÅŸ. 16 yaşında Ä°stanbul’a gelmiÅŸ. Yayınevi müdürlüğü, kitapçılık, spor yazarlığı ve Ä°sveç’te gazetecilik ve bulaşıkçılık yapmış. Türkiye’ye dönünce de fotoroman senaristliÄŸi ve yazarlığı. Otobüs, Kapıcılar Kralı, Selvi Boylum Al Yazmalım gibi önemli filmlerin prodüktörlüğünü de üstlenmiÅŸ. Daha sonra Sıraselviler’deki yazıhanesinde, herkesin Çiçek Bar ya da Arif’in Yeri dediÄŸi, tüm sinemacıların ve sanatçıların uÄŸrak yeri olan Sinema Sevenler DerneÄŸi Lokali’ni açmış. Fıstık Ahmet, Büyükadalı. Tam 30 sene matbaacılık yapmış. Aynı zamanda da 27 yıldır meyhaneci. Garden 74, NiÅŸantaşı, Arnavutköy ve Bostancı’da Barba meyhanesini çalıştırmış. Artık tanıştığımıza göre dolduralım kadehleri bu güzel akÅŸam üstünü parlatmaya baÅŸlayalım.Yazla henüz buluÅŸamamış bir Ä°stanbul akÅŸamında, yine de sokak üzerindeki beyaz örtülü meyhane masasına henüz yerleÅŸmiÅŸtik ki, Ahmet Tanrıverdi çantasından beyaz bir kutu içinde üç tane eski zaman kadehi çıkardı. Åžu anda kullandığımız limonata bardaklarından çok farklı bu kadehler. Boyu bugünkülerin üçte biri kadar, ağız kısmı zarif bir biçimde dışa doÄŸru meyilli. Yarı beline kadar da dantel bir zarf içinde. ‘Nasıl oldu da limonata bardağı eski kadehlerin yerini aldı?’ diye sordum. Ahmet Tanrıverdi, ‘Ben rakıya baÅŸladığımda kadehler size getirdiklerimin aynısındandı. Limonata bardağı ise yeni yeni piyasaya çıkmıştı. Bu bardakların nereden çıktığını, eski kadehlerin yerini nasıl aldığını pek anlamış deÄŸilim’ dedi.Arif Keskiner ‘Ben 1964’ün bir kırılma noktası olduÄŸuna inanıyorum. Rumlar gittikten sonra her ÅŸey sanki ansızın deÄŸiÅŸti’ diye araya girdi. Ahmet Bey ona katıldı: ‘1964’te Yunan tebaalı Ä°stanbullu Rumlar’a 72 saat içinde Ä°stanbul’u terk etmeleri söylendi. Bu insanların arasında Ä°stanbul’da lokantacılık, mezecilik, gıda ticareti, cam işçiliÄŸi, çeÅŸitli el sanatları iÅŸinde çalışan ustalar vardı. 12 bin kiÅŸiydiler. Her ÅŸeylerini bırakıp terk ettiler ülkeyi. Birkaç gün içinde meyhaneler, çarşılar, konaklar boÅŸaldı. Köklü rakı kültürünü de yanlarında götürdüler. Evet, tamam hatırlıyorum; 1964’ten sonra limonata bardaklarının saltanatı baÅŸladı, mezeler farklılaÅŸtı, Ä°stanbul yavanlaÅŸtı...’KAVUN MASADAN SÃœRGÃœNE GÖNDERÄ°LMEK Ä°STENÄ°YOR...Garsonlardan biri masaya kavun servisi yapacakken Aydın Boysan, elini kaldırıp onu durduruyor: ‘Kavun rakının mezesi deÄŸildir!’ Ben, içimden ‘limonata bardağıyla rakı içmenin görgüsüzlük olduÄŸunu öğrendik, ÅŸimdi de masadan kavunu sürgüne göndereceÄŸiz herhalde’ diye geçiriyor ve cesaretimi toplayıp, ‘Ama ben kavun ve peynir olmadan rakı içemem’ diyorum, ürkekçe. Aydın Bey, ‘Zıkkımlan o zaman ama bu iÅŸin de bir ilmi ve kimyası var’ diye azarlıyor beni. Sonra da anlatmaya koyuluyor: ‘Bir kere, tatlıyla içkiye baÅŸlamak yanlıştır. Tatlı hızla kana karışır. Yanında alkolü de beraber götürdüğünden kısa zamanda kelle olursun. Sofradaki kavuna mal bulmuÅŸ MaÄŸribi gibi saldıranların diÄŸerlerine oranla nasıl yaya kaldıklarını gördüm. Bakın size bir olay anlatayım. 1984’te Leningrad’a gittim. Henüz Sovyetler dağılmamıştı ve Petersburg’a Leningrad diyorlardı. ArkadaÅŸlarla şöyle 1500 kiÅŸiyi alabilen büyük bir lokantaya gittik. Yanımızdaki masada da yaklaşık 20 kiÅŸilik bir aile oturuyor. BaÅŸ köşeye ailenin babası yerleÅŸmiÅŸ. Babanın hemen yanında da bir semaver, mis gibi çay kokuları geliyor. Adamlar iki yudum votka içip ardından çayı dehliyorlar. Ben adama halli halli bakınca, bir iÅŸaret çakıp beni masasına davet etti. Yanındakilerden birini kaldırıp yer verdi. Ä°kinci Dünya Savaşı’nda Almanlara esir düştüğünde Almanca’yı iyi öğrenmiÅŸ. Sohbete baÅŸladık. Votka ve semaver iliÅŸkisini sordum. ‘İyi gider ama çayın ÅŸekersiz olmasına dikkat edeceksin’ dedi. Denedim, fena deÄŸildi. Ayrılıp arkadaÅŸlarımın yanına döndüm. Aradan beÅŸ altı saat geçti. Yine bir iÅŸaret çakıp, çağırdı beni. Artık tatlı faslı baÅŸlamıştı. Ayağım masanın altında yumuÅŸak bir ÅŸeye dokundu. Baktım bir adam yatıyor. ‘Bu ne?’ dedim. Ailenin babası, ‘Orada sızan eÅŸÅŸek, çayı ÅŸekerli içmiş’ dedi.’ Ama biz kadim dostumuz kavunun masadan sürgün edilmesine karşı çıktık ve afiyetle gövdeye indirdik.MEZEYLE RAKI AYNI KERVANDA YOLCULUK YAPARArif Keskiner, ‘İçkiden önce biraz alt yapı gereklidir, diye iddia edilir’ diye girdi lafa. ‘Bu konuda farklı görüşler var’ dedi Aydın Boysan, ‘Bir Alman bana, baÅŸlamadan önce bin kalorilik bir ÅŸeyler yiyip 20 dakika sonra içkiye baÅŸlamak lazım demiÅŸti.’ Arif Keskiner, ‘Zaten bizim mezelerimiz bu iÅŸ için deÄŸil midir?’ diye itiraz etti: ‘Bizim rakı adabımızda öyle oturur oturmaz fondip yapmak yoktur. Rakılar koyulur kadehe, buharı üstündeyken şöyle bir hoÅŸgeldin yudumu alınır ve meze faslına geçilir. Altyapı birlikte kurulur. Yani kervan yolda düzülür. Aç karnına içki içilmez bizim soframızda.’Fıstık Ahmet aldı sözü: ‘İnsanın bir öğünde yiyebileceÄŸi miktar aslında avucunun içine sığacak kadardır. Ben bazı günler 60 çeÅŸit meze yaparım. Küçük tabaklarda servis ederim. Porsiyon ÅŸeklinde sunmayı görgüsüzlük ve açgözlülük olarak düşünürüm. Az olacak, öz olacak, çok çeÅŸit bulunacak, bir lezzet dalından diÄŸerine konulacak.’ SALÇA GÖLÃœNDE FASULYE TANELERÄ° YÃœZMEZDÄ°Aydın Boysan, ‘Ahmet doÄŸru söylüyor’ dedi ve eski zaman Kumkapı’sına uzanarak meze-rakı iliÅŸkisi üzerine ÅŸiirsel bir fasıl geçti: ‘Kumkapı eskiden çok deÄŸiÅŸikti. Bu güzel mekán henüz turistik olmamıştı. Saz heyetleri filan dolaÅŸmazdı. Fasulye pilakisi çatalla yenince, tabak temizlenirdi. Åžimdiki gibi salça gölünde fasulye taneleri yüzmezdi. Tabaktan bir kaşık pilaki alınca, baÅŸta beyaz peynir bütün mezeler al kanlara boyanmazdı. Cacık diye hıyar doÄŸranmış ayran getirmezlerdi. Cacık da çatalla yenince tabak temizlenirdi. Kumkapı meyhanesi tabelalarına Anadolu akarsularının adları yazılmadan önce, Kumkapı’da balık tek tek piÅŸirilip sunulur, dilimli balığın bile ne olduÄŸu anlaşılırdı. Meze çeÅŸidini meydandaki lakerdacının lezzetiyle, gezgin topikçinin tadıyla zenginleÅŸtirirdik. Lakerda has torikten, çiroz uskumrudandı. Rakı da su da sabah erkenden buzluÄŸa konmuÅŸ olurdu. Ä°kisine de buz atılmazdı. Ağıza gelen içki lezzetinin, her kadehin başında sonunda, buzların su salgılaması yüzünden deÄŸiÅŸmesine katlanmazdık.’BÃœYÃœKADA’DA BÃœYÃœK RANDEVUAnılar, rakı üzerine çeÅŸitlemeler, atışmalar gırla giderken ‘En çok hangi içkiyi seversiniz?’ diye sordum. Çiçek Arif, ‘Ben hepsini severim. Ama ÅŸarapla rakı favorimdir. Son zamanlarda ÅŸaraba takılıyorum’ dedi. Fıstık Ahmet, ‘Rakı’ diye kestirip attı. Aydın Boysan, ‘Ben bütün içkileri severim ama rakı nikahlı karımdır, diÄŸerleriyle kaçamak yaparım’ diyerek noktayı koydu. Ama rakı masasında sohbete nokta konulacak gibi deÄŸildi. Tam üç hafta sonra bu kez Büyükada’da Prinkipo’da buluÅŸmak için sözleÅŸtik.. Hem de ucu açık bir rakı masasında... Eh artık, orada da geceleriz.Bildiklerimin yarısını kitaplardan, kalanıını meyhaneden topladımÇiçek Arif, Fıstık Ahmet’e ‘Senin Prinkipo’yu ne zaman açıyorsun?’ diye sordu. ‘Benim meyhane Milli EÄŸitim’e baÄŸlı’ dedi Ahmet Bey, ‘Okullar kapanınca açılır, okullar açılınca kapanır.’ ‘Milli EÄŸitim’e baÄŸlıymış ama müfredatı ve tedrisatı farklıymış’ diyerek ben devreye girdim. Çiçek Arif, ‘Evet, bence de meyhanenin tedrisatı çok farklıdır. Ben, bildiklerimin yarısını kitaplardan öğrendiysem kalanını meyhaneden topladım’ diye bitirdi sözü.BEYLER Ä°ZNÄ°NÄ°ZLE MEYHANE CEKETÄ°MÄ° GÄ°YECEĞİM‘66 yıllık rakıcılık hayatında bir gün olsun tek başıma içmedim’ diyen Aydın Boysan, masaya yerleÅŸtikten bir süre sonra çantasına elini attı ve ‘Beyler izninizle meyhane ceketimi giyeceÄŸim’ dedi. GiydiÄŸi montla safari ceketi arasında bir farklı ceket: ‘Safari ceketine benziyor’ dedim. ‘Eh, meyhaneye gelmek, rakı sofrasına oturmak da safariye çıkmak kadar maceralarla dolu bir yolculuktur’ dedi. Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!