Ne Lacoste'u!? Hayatta en değerli varlığım karım

Güncelleme Tarihi:

Ne Lacosteu Hayatta en değerli varlığım karım
Oluşturulma Tarihi: Haziran 28, 2003 00:00

Karşımda öyle bir adam duruyor ki; işte diyorum, bu, burjuva olmak, yüksek burjuva olmak böyle bir şey.Sahip olduklarını insanın gözüne sokmak için durmadan çoğaltmak yerine, en mütevazı haliyle kendini, mal varlığını, ruh varlığını, köklerini, ailesini, sıradanlaştırmaya, küçültmeye, bizim gibileştirmeye çalışıyor. İşte burjuva böyle olunuyor. Yoksa, adam dünya devi. Lacoste, Lacoste! Sahtesi değil hakikisi. Yöneticisi değil sahibi. Ve öyle bir adam ki, ‘‘Ne Lacoste'u kardeşim’’ diyor, ‘‘Hayatta en değerli varlığım karım...’’Meseleye küt diye giriyorum: Neden timsah?- Babam Rene Lacoste, Boston'da sokakta yürüyor. Yanında da antrenörü var. O gün de Amerikalı bir tenisçiyle final oynayacak. Mühim maç. Birden şahane bir dericinin önünde duruyor ve şöyle diyor: ‘‘Kazanırsam, şu timsah derisi çantayı bana alır mısın?’’ Yaşı da 22. Timsah derisi, pahalı bir şey. Nerde babamda onu alacak para! Antrenörü ‘‘Tamam’’ diyor, ama babam o gün maçı kaybediyor. Fakat tuhaf bir şey oluyor, bu olaydan sonra herkes ona ‘‘Timsah’’ demeye başlıyor...TİMSAH BABAMIN TAKMA ADITimsah, babanızın takma adı yani!- Aynen öyle. Ve o günlerde (1920'ler), tenis bugünkü kıyafetlerle oynanmıyor. Gömlek tarzı şeyler giyiliyor. Babam da bundan çok rahatsız. Çünkü dokuma giysiler, insanın hava almasını önlüyor. Gidiyor, bugün bildiğimiz pamuklu Lacoste tişörtleri icat ediyor. Buluşçu bir adam yani! Sürekli yeni fikirlerin peşinde koşuyor. Sonra da bir şampiyonada tutturuyor: ‘‘Ben bununla oynayacağım!’’ Önce kıyamet kopuyor, ama ‘‘Ya bununla sahaya çıkarım ya da çıkmam!’’ deyince mecburen kabul ediyorlar. Derken başka tenisçiler de babamın tişörtlerinden giymeye başlıyor. Ve fabrikası olan bir arkadaşı ‘‘Gel bunlardan üretelim’’ diyor. Babam şart koşuyor: ‘‘Ama yakasında küçük bir timsah olacak...’’Babanızın takma adının daha şirin bir havyan olmasını tercih etmez miydiniz? Kedi, köpek ya da maymun gibi daha sevimli bir şey!- Yok, yok. Timsah, farklı ve özel. Üstelik yıllar içinde timsaha sevimli bir imaj verdiğimizi düşünüyorum. Bir de tabii marka denilen şeyin otantik olması gerekiyor...Nasıl yani?- Gerçek hayatla bir alakası yoksa, markanızın değeri de yok. O marka, babamın hayatını, kişiliğini yansıtıyordu. Bir kere timsah gibi tenis oynuyordu. Ataktı, sıkı sporcuydu. Onu yenmek zordu. Sayesinde tenis sporuna böyle bir deyim yerleşti: ‘‘Adama baksana, timsah gibi oynuyor!’’ Concorde için fren YAPTIBabanız sıkı bir tenisçi olmasaydı Lacoste markası doğmayacak mıydı yani!- Arkadaşı zorlamasaydı, kimbilir belki de tekstil işine girmeyecekti. Çünkü bir işadamı değildi. Zaten 50 sene arkadaşı götürdü işi, babam yönetim kurulu başkanıydı. 63'te ‘‘Bu şirketi ya satacağım ya da biriniz başına geçin!’’ dedi. Ben de Princeton'ı bitirmişim, General Motors'da çalışıyorum. Kardeşlerim oralı olmayınca iş bana kaldı. Yarım gün filan ilgilenirim diyordum, 40 yıldır ilgileniyorum...Peki babanız ne yapıyordu ayıptır sorması?- Buluşlarıyla meşguldü! Uçaklar için üretim yapan bir fabrikası daha vardı. Gitti Concorde için fren geliştirdi. Babamla aldığımız eğitim ve hayata bakış biçimimiz benzer aslında. Farkımız şu: O tasarım ve yaratmakla ilgili bense üretim ve satışla. Demek istiyorum ki, babam gibi bir adam ticaret hayatında son derece tehlikeli. Çok da anlamazdı o işlerden. Fakat tenis raketi bile icat etti. Jimmy O'Connor'ların oynadığı çelik tenis raketini icat eden adamdır. Sonra, antrenman yaparken topları seri halde atan makineler var ya, onları da icat etti. E ben de mühendisim ve böyle çılgın şeyler icat eden bir babanız var, hayata geçiriyorsunuz tabii...BABAN MUCİTSE İŞİN ZOREvde laboratuvara benzeyen bir odası filan mı vardı?- Evet, içinde her türlü alet edavatın olduğu bir yer. Annem hep şikayet ederdi: ‘‘Yine odaya kapandı!’’ Bizi arayıp, ‘‘İyi bir fikir geldi aklıma’’ dediği zaman hepimiz korkardık, bu sefer başımıza ne gelecek diye! Senelerce, yeni bir tenis topu üzerine çalıştı. 200 adet top geliştirdi. Ama bir netice alamadı. Sadece lastik olan bir şey icat etmek istiyordu. Çünkü var olan tenis toplarının şöyle bir sorunu var, yeni oldukları zaman çok hızlı gidiyorlar, kullandıkça hızları yavaşlıyor. Pek çok insan bu tür buluşların üzerinde çalışıyor. Hálá cevabı aranan tonla soru var. Bulanlar acayip zengin olacak...EŞİM YÜZDE 50 KORELİ YÜZDE 40 JAPON YÜZDE 10 İNGİLİZBugün rahat bir şekilde ‘‘İyi bir hayatım oldu. Pek az şeyi ıskaladım’’ diyebiliyor musunuz?- İyi bir hayatım oldu ama çok şeyi ıskaladım! Bir dolu işi aynı anda yapmak isteyen biriyim. Şu anda mesela üç ayrı ülkede olmak istiyorum... Ama aynı kadınla... Karımla...Aaa bu şahane! Ne kadar zamandır evlisiniz?- İki kere evlendim ben. İkinci evliliğim 19 yıldır sürüyor. Eşim, yüzde 50 Koreli, yüzde 40 Japon ve yüzde 10 İngiliz. Ama tabii şimdi Fransız oldu. O bir prenses. Üstelik 2 doktora derecesi var. Ve son derece güzel bir kadın. Harika bir hayatımız var. Benim için hayatta en önemli şey karım...Çocuklar peki?- Bir önceki evliliğimden zaten vardı. Pek çok ilişki, çocuk olunca başka bir şekil alıyor. Çocuklar eşlerden daha çok önem kazanıyor. Bilinçli bir karardı, biz yapmadık ve pişman değiliz.Hayatta sizin için en önemli şey ne? İş mi?- Yok canım. Söylüyorum karım. O her şeyden önemli...ÊLacoste markasından da mı?- Elbette. 20 yıl önce sorsaydınız bunu başka türlü cevap verebilirdim belki. Ama vermeyebilirdim de...ÊHálá aşıksınız yani?- Kesinlikle. Alay konusu bile oluyoruz. O da bana aşık. 55 yaşında şu anda. Ben de 72. Fotoğrafını görmek ister misiniz?DÜNYANIN EN BÜYÜK LACOSTE MAĞAZASI İSTANBUL’DAİş hayatınızda kendinizle en çok gurur duydunuz şey?- 40 yıl içinde Lacoste, global bir marka haline geldi. Babamdan devraldığımda minicik bir şirketti. Ama bu değil kendimle en çok gurur duyduğum şey, 25 bin kişi hayatını Lacoste'tan kazanıyor ve pek çok ortağımız var. Onların hepsi de benim arkadaşım...Nasıl bir patronsunuz?- Zor. Hataları görebilmek gibi bir kusurum var. Dünkü Lacoste partisinde mesela kocaman bir pasta yaptırmışlar, çok güzel ama ‘‘Bir hata var, sizce ne?’’ dedim. Herkes suratıma baktı. ‘‘Timsahın kafasının sola bakması gerekiyor, sağa bakıyor’’ dedim. Sizinki gibi ailelerde 1. jenerasyon işi kuruyor büyütüyor, 2. jenerasyon ise çuvallıyor. Sizin farkınız ne?- Yaratıcılık anlamında 2. jenerasyonum, ama ticari anlamda 1. jenerasyon. İşi devraldığımda 300 bin ünite üretim yapıyorduk, şimdi 30 milyon ünite. Ve 80 ülkede. Her saniye bir Lacoste ürünü satılıyor dünyada. Röportajımızın başından beri, düşünün kaç tane satıldı?Siz belki de bir başkasının hayallerini gerçekleştirdiniz...- Yok canım. Babam yeni tenis topunu icat etmek istiyordu. Kimse beni zorlamadı yani. Bana özgürlük verirseniz bu işi yaparım dedim. O da şartlarını söyledi: ‘‘Aile soyadımıza ve takma ismime zarar gelmeyecek. İmajı değişmeyecek ve aile parası yenmeyecek. Benden ve bankadan kredi alma da ne yaparsan yap.’’ Ben de öyle yaptım...Türkiye iyi bir pazar mı?- Hem de nasıl. 91'de başladık ve inanılmaz yol kat ettik. Şu an 30 küsur dükkan var. Üstelik dünyanın en büyük Lacoste mağazası da İstanbul'da açıldı. 450 metrekare. Türkler markamızı seviyor.Siz de bu ülkeyi seviyorsunuz...- Evet. Farkında mısınız bilmiyorum ama insanların yeryüzünde bir gece geçirmek için canını verecekleri yerler vardır. ‘‘Şu anda orada olsam’’ diyecekleri. Hindistan'daki Taç Mahal, Pekin'deki Yasak Şehir, Venedik, Paris, Bangkok'taki nehir. İstanbul da öyle bir yer... Büyülü!YAŞLI MÜŞTERİLERİMİZLE ÖLMEK İSTEMEYİZModayla kardeş değil kuzeniz biz. Ne modanın tamamen içindeyiz ne de dışında. Ama tabii yaşlı müşterilerimizle ölmek de istemeyiz! Klasik, rahat ve fonksiyonel bir markayız. Gençlere ve kadınlara yönelik line'larımız da var artık.BİZ O HAVALI AİLELERDEN DEĞİLİZO havalı aileler vardır ya, biz onlardan değiliz. Babam orijinal fikirleri olan bir adammış ve biz buralara gelmişiz. Şükretmek gerekiyor. Lacoste'un tepesinde olmak nasıl bir şey diye soruyorlar, şöyle diyorum: Kendimi bir yelkenlinin kaptanı gibi hissediyorum. Rüzgar, müşteri. Ben onlara göre yelken açıyorum. Dalgalar ve akıntı ise benim rakiplerim. Amacım da A noktasından B noktasına gitmek. Dikkatli, yavaş ve güvenli bir şekilde...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!