Konumuz: Ölümü beklemek

Güncelleme Tarihi:

Konumuz: Ölümü beklemek
Oluşturulma Tarihi: Haziran 26, 1998 00:00

Haberin Devamı

Onbeş yıldır kanser olan Makbel Oytay ,geçtiğimiz günlerde yayınlanan kitabıyla hepimizi şaşırttı. Böyle bir şey beklemiyorduk. Çünkü o ölümü hepimizden farklı bir biçimde bekliyordu. Kendisiyle yaptığımız röportajın ertesinde okurların (yani sizlerin) bu ölümü karşılayış biçimini nasıl karşıladığını merak ettik. Ayrıca sizin bu alanda yaşadığınız kendinize ait deneyimlerinizi de bizimle paylaşmanızı istedik. Bizi kırmadınız, inter-aktif ölüm tartışmasına katıldınız. Faksların bir kısımı bugün burada, bir kısmı yarın Ayşe'nin Gözlüğü sütununda yayınlanacak. Geri kalanlar ise Makbel Oytay'a ulaştırılacak. Çünkü o faksları da kitap yapmayı düşünüyor. Katkılarınız için içten teşekkürler.

ÖLÜM CESARET GEREKTİRİR

Adettendir diye biraz kendimi anlatayım. 21 yaşındayım, bir hafta sonra ODTÜ'den mezun olacağım. Güzel ve zeki bir annem, akıllı ve zengin bir babam, çok tatlı bir kızkardeşim var. Son derece sevgi dolu ve mutlu bir aile görünümündeyiz ancak beş yıl önce yaşadığımız büyük bir acıyı yüreğimizden söküp atamadık. ‘‘Biz dünyayı çok sevdik, ölüm bizden uzak dursun’’ nakaratlı şarkı çalıp, ben ‘‘Bak en sevdiğin şarkı çalıyor’’ dedikten sonra kaybettik sevgili ağabeyimi. Doğuştan kalp hastasıymış, hatta akciğer ve böbrekleri de görevlerini tam olarak yapamıyormuş. Mış diyorum çünkü 19 yaşında kaybettiğimiz Kerem'in (ki o zaman 16 yaşındaydım) böylesine ciddi bir rahatsızlığı olduğunu ben bile bilmiyordum. Sadece küçükken, onun anne ve babamla ‘‘kontrol’’ amaçlı uzuuun Londra seyahatlerini kıskançlıkla karşıladığımı anımsıyorum; ve bir de dudaklarının ve parmaklarının niye böyle mor olduğunu sorguladığımı çocuk aklımla. Onu öylece, hırçınlıkları, herkesi kendine hayran eden espri yeteneği, yaşama, güzelliklere olan inanılmaz düşkünlüğü, şu hayatta kimseyi ve hiçbir şeyi takmaması, sık sık ‘‘Karnım ağrıyor, yorgunum, başım tuttu’’ diyerek yaptığı garip dinlenmeleri ve annemlerle paylaştığı ama ne olduğunu bilmediğimiz gizemli ‘‘sır’’ı ile kabullendim, çok ama çoook sevdim. O ise hiç şikayet etmedi, hissettirmedi bile bizlere. Aniden çekip gitti, geride bu şoka hazırlıksız, ‘‘Ne kadar farklı, özel ve hayata sıkı sıkıya bağlı bir insandı’’ diyen, şaşkın, üzgün kırgın ama ona ve cesaretine hayran insanlar bırakarak. Bilmem herkes Kerem'in gösterdiği cesareti gösterebilir mi? Ölümün yakın olduğunu bile bile herkes ve herşeyle dalga geçebilir mi? Bu yazıyı neden yazdım bilmiyorum ama inan ki sonuçta kendimi daha iyi hissettim. Belki bir de Kerem'e olan borcumu ödemek istedim, onu şu kısa ömrü boyunca hiç anlamadığım için. Nilay

KİTABI OKUMADIM AMA...

Bugün tanımadığım birinden (Makbel Oytay) yeni bir şey öğrendim. Zamanın kontroldan çıktığı anlara inat, daha bir yönetmenim artık ben. En azından yaşamımın senaryosunu yazabilirim, en başından... Aylin Ural/Bursa

TEBRİK EDİYORUM

Bir hafta önce amcamın kanser olduğunu öğrendim. Çok büyük panik ve çaresizlik yaşadım. Kendimi düşündüm; toprağın altına girmek üzerime onlarca ton toprağın örtülmesi, beni şimdiden sıkıntıya sokuyor, nefessiz kaldığımı hissediyorum. Makbel Oytay ölüme çok cesur yaklaşıyor. Onu tebrik ediyorum. Öznur Benderlioğlu

ÖLÜMÜN TARTIŞILMAZLIĞI

Ne cazip geldi, bilmiyorum. Yorgun, yılgın bir yaz gecesi, ‘‘Ölüm tartışmasına’’ kulak vermek... Oysa, ölüm ‘‘tartışma’’ ile anılmayacak bir kesinlikle yanıbaşımızda soluyor. Her nefesimizde daha bir yeşerip, serpiliyor. Odama mum çiçeğinin kokusu yayılıyor. Dışarıda ürküten bir sessizlik. Saat gecenin yarısını vuruyor. Ölüm, bu vakit kimbilir, kimin kapısında... Tartışmayı değil, ‘‘tartışılmazlığını’’ kanıtlıyor. Ve Cahit Sıtkı'nın mısraları düşüyor dudağıma: ‘‘Neylersin, ölüm herkesin başında!’’ Abdulkadir Karataş

HAYRAN OLDUM

Ben bu kadına hayran oldum, onun gibi olmayı istedim. Gözlerimizdeki kalın perdenin kalkabilmesi için böyle dersler mi verilmeli bizlere? Didem Terzibaşoğlu/ Antalya

MEYDAN OKUMAK

Bugün işten çıkınca ilk işim ölümle kafa bulan bu kişinin kitabını aramak olacaktır. Kimbilir belki bu sayede ben de ölüme meydan okuyabilirim. Yine de şahsım adına rahatlıkla söyleyebilirim ki, ne kansere ne de ölüme alışabilirim. Allah sabır verir derler, yine de dilerim benden ve sevdiklerimden hep uzak dursun. Özlem Ayhan/ İzmir

BİR SIR VEREYİM Mİ?

O yazıda biraz beni, biraz da bende olmayan beni yaşadım. Adım Canan, 23 yaşındayım. Ve kanserim. Kanser olduğumu kesin olarak 4 ay önce öğrendim. Şaşılacak şu ki aslında üç yıldır biliyordum. Doktora gitmeyip bu korkuyu kendimce üç yıl yaşadım. Üç yıl önce gitseydim, bu kadar ilerlemeyecekti. Keşke diyemiyorum. Artık keşkelere yer yok. Size bir sır vereyim mi? Kanser olduğumu kimseye söyleyemiyorum. Aileme dahi. Onların üzülmesini istemem, hele hele bana acımalarını. Asla. Ölüm adım adım yaklaşıyor, buna rağmen ondan korkmuyorum. Canan

SEVGİLİMİN KANSERİ

Beni ölüm konusunda en çok etkileyen şey sevgilimi kan kanserinden kaybetmem oldu. Onun ölümünden sonra yaşadığım her günü kalan ömrümün ilk günü olarak kabul edip öyle değerlendirdim. Yani yapmam gerekenleri anında yapıp hiç bir şeyi zamana devretmedim. Bir saat sonra uzun bir seyahate çıkacak insanın acelesi ve telaşı var bende. Nihal Erkan

YAŞAYAN ÖLÜLER

Hah, bir de yaşayan ölüler var!

HABER VERSEYDİN

Son karşılaşmamızda babam bana, ‘‘Oğlum işte benim hayatım bu üçgen (çay demliği, televizyon karşısında oturduğu koltuk ve yatak) arasında geçiyor daha fazla uzamasının da bir esprisi yok’’ demişti. O ölümü bekliyordu. Onun kendisini bu denli ölüme hazırlıyor olması karşısında kafam karışmıştı. Ancak babam, ölmeden bir kaç saat önce annemle oturmuş, televizyonda yılbaşı programı seyretmiş, çekirdek ve fıstıklarını yemiş ve sonra da yatmış. İki saat sonra kalbi sıkışarak uyandığında, annem doktor çağırmış, onu hastaneye götürmüşler. Evden nasıl çıktıysa ayakkabısının bir tanesini yolda, arabanın içinde kendisi giymiş ve ‘‘Beni kurtarın!’’ demiş. Ölümün güzeli çirkini olur mu? Adam iki saat içinde gitti. Ölümü böylesine beklerken bile ‘‘Beni kurtarın’’ dedi. Evet, hoşgeldin ölüm. Keşke gelmeden haber verseydin de, ‘‘Zaten yapacak başka bir şeyim kalmamıştı’’ diyebilseydik. A. Hikmet Tezer

ÇOCUKÇA BİR İNAT

Biz dünyanın tek isyankar kiracılarıyız. Bizi biz yapan, insanı diğer canlılardan farklı kılan da budur zaten. Yaşamak çocukça bir inattır. Bunu unutup da hayatı fazla ciddiye alanlar aşksız kalırlar! Bu arada ismim gerçekten bu, yani rumuz değil, sevgilerle. Parlayan Yıldız

SÖZ DİNLEYEN OKUR

Söz dinleyen bir okur olarak ben de düşüncelerimi yazmaya karar verdim: Makbel'in hayata, ölüme bakışını çok sevdim. Herşeye rağmen bana çok güçlü bir insan gibi geldi. Oysa, ben ve yakın çevrem saçma sapan şeyler için sürekli moralimizi bozuyoruz. Galiba en önemlisi insanın içindeki yaşama sevincini hiç yitirmemesi. Belki de, ölüm bize Makbel'e olan mesafeden daha yakın. Kimbilir? Nur

TAŞIYACAKSIN, MECBURSUN!

Makbel Oktay'la ilgili yazınızı okudum. İnsafsızca bulduğunuz ‘‘Başına gelenleri taşımak zorundasın!’’ cümlesine tamamen katılıyorum. Tam bir yıl, üstelik de sadece şüphe nedeniyle her dakika ölümle yaşadım; kanserli bir hastanın geçtiği tüm evrelerden geçtim. İnsanlara hastalıkları açıklanmalı. Yıkılıyorsunuz tabii ki. Ama herkese kendi çıkış yolunu bulma hakkı verilmeli. Ölümün eşiğine gidip dönmenin avantajı olduğu görüşüne de katılıyorum. Dünyaya bambaşka bir gözle bakmaya başlıyorsun. Önce kendi içinde bir yolculuğa çıkıyorsun, kendini keşfediyorsun, en ücra köşelerine kadar, sonra bu yeni bulgularla dönüp diğer insanlarla olan ilişkilerini yeniden düzenliyorsun. Hırslara, tutkulara boşverip sevgi, hoşgörü dolduruyorsun bedeninin her hücresine.




Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!