Kimse “Cemal değişti” demesin

Güncelleme Tarihi:

Kimse “Cemal değişti” demesin
Oluşturulma Tarihi: Ocak 23, 2011 00:00

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal Taluğ’un rektörler arasında özel bir konumu var. O, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, “CHP Bilim Kurulu’ndan da rektör atadım” diyerek işaret ettiği bir isim. SBF’de, öğrencilerin ‘yumurtalı protesto’sunun ardından da AKP’li Burhan Kuzu’nun, istifasını istediği rektör. Taluğ dev dalga karşısında sükunetini hiç bozmadı

Herkesin bakımlı ve güler yüzlü olmasını isterim. Birini güler yüzlü görmezsem onu kafaya takarım. Umutsuzluk ve kötümserlik insanları hiçbir yere götürmez. Hep olumlu ve rasyonel olmaya çalışırım. Yaşam görüşüYle iş arasında ayrıma önem veririm. Benim bir duruşum var. O duruşumu aynen rektörlüğüme de taşıdım. Kendimle ilgili olarak hiç eski sözcüğünü kullanmadım, eski solcu değilim. Ben kendimi hep demokratik solcu olarak tanımladım. Tabii yılların getirdiği yenilikleri, değişimleri özümseyerek ilerliyorum. Bütün konuşmalarımı da internete koyuyorum kimse “Cemal değişti” demesin diye.

68 KUŞAĞI İYİ NİYETLİYDİ

Ben 68 kuşağındanım. Ziraat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanlığı da yaptım. Demirel’in “yollar yürümekle aşınmaz” sözü üzerine bulvarda yürüdüğümüz çok olay vardır. Ama süreç içinde işe şiddetin karışması, yumurtadan taşa taştan silaha dönmesi gerçekten çok üzücü. Atilla Sarp ile rakiptik, seçimi ben kazandım cemiyet başkanı oldum; Atilla da gitti o kızgınlıkla Dev-Genç’i kurdu. 68 kuşağındaki arkadaşların ne yaptıysa bu ülke için ve iyi niyetle yaptığına inanıyorum. Tabii ki ben de hatalar yaptım, onlar da yaptılar. Biz toplumsal olaylara daha duyarlı, Türkiye ve insanlık için hayalleri olan, bunun peşinden cesaretle koşan bir kuşaktık. Bugünkü gençlik, kalabalıklar içinde yalnız yaşayan, öznel sorunlarına yoğunlaşan bir kuşak. Günümüz gençliğinde 68’e benzer bir yönelme olduğu kanısında değilim.

PROTESTO
Yumurta kapalı alanda atılmaz


Öğrenci, gerektiğinde fikrini otoriteye karşı da uygarca ifade etmek için bir şeyler yapıyorsa ben bunun yanındayım. Düşüncelerin cesaretle ve uygarca ifade edilmediği bir üniversite, üniversite olmaz. Üniversitede düşüncenin sınırı olmaz ama eylemin sınırı vardır. Başka insana zarar veriyorsanız kabul edemeyiz. Açık alanda yumurta atılabilir, bir protesto biçimidir. Fakat kapalı bir alanda yüzlerce yumurta atılması güzel değildir. O günkü olaya üzüldüm. Konuğumuzun incinmesini hiç istemem ve kabul etmem. Ama öğrencilerimizin hırpalanmasını da hiç istemem. Neyse ki, o gün öğrencilerimiz fazla hırpalanmadı. Yumurtayla karşılamak dışında söz vermemek, dinlememek de doğru değil. Bakın, düşünce özgürlüğünü savunuyorsak, düşüncenin ifade ediliş biçimine dikkat etmeli ve başkalarının da özgürlüğü olduğunu kabul etmeliyiz. O gün, dört devlet rektörüyle birlikte bir toplantıdaydım. Aynı gün Burhan Kuzu’yu aradım. Olaydan üzgün olduğumu belirttim. Fakültelerimizin farklı yapıları, gelenekleri vardır. Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanımız Celal Göle, 16 yıldır bu görevdedir, mevzuata dayalı bir hata yapması söz konusu olamaz. Nitekim Hukuk Fakültesi’nden arkadaşlarımız herkesle konuşarak ayrıntılı bir rapor hazırladılar. O rapor da beni doğruladı, dekanımızın, çalışanlarımızın ve güvenlik görevlilerimizin bir hatası olmadığı ortaya çıktı. Tabii bu beni ele almayan bir rapordur, rektör ancak üniversite dışından soruşturulabilir. Bir rektörün elinin her olayın üzerinde olması düşünülemez.

ANKARA
27 Mayıs’ı balkondan izledim

Ailem Rumelili. Babam Ödemiş’e, İş Bankası müdürü olarak gelmiş. 1948’te Ödemiş’te doğdum. Dört yaşına kadar orada kaldım. Rahmetli babam, Kızılay Şubesi’ne atanınca Ankara’ya geldik. İlkokul birinci sınıftan başlayarak eğitim hayatım burada geçti. Atatürk Lisesi’nde okudum. Bankanın üst katındaki lojmanda oturuyorduk. 50’leri, 60’ları adeta bir kamera gibi balkondan izledim. 27 Mayıs sabahı halkın koşarak askerlere kahve dağıttığını hatırlıyorum. Annemin abisi Necdet İncekara, Demokrat Parti milletvekili olduğu için ailemizde bir tedirginlik oldu. Lise son sınıftan başlayarak ailemden farklı bir dünya görüşüne sahip oldum. Ailemle çatışma olmadı. Abim ve 10 yaş küçük kız kardeşimle sevgi dolu bir ailede büyüdük. Annem üzerimize titrerdi. Bize hiçbir iş yaptırmazdı, “Aman oğlum okusun, yesin, mutlu olsun” der, çıkarken üstümüzü kontrol eder, ayakkabımızı bağlardı. Böyle bir anneydi.

BABAM
Kırmızı rugan ayakkabı giyerdi


Soyadı yasası çıktığında babam bankada çok genç bir memurmuş. Müdür bey bir liste yapmış, soyadı listesi. Soyadı almayanlar oradan seçsin diye. Babam da bankın en sonunda oturuyormuş, liste ona geldiğinde çok az seçenek kalmış. Oradan almış Taluğ soyadını. Bir Türk boyuyla da ilgisi var; engin demek aynı zamanda. Türkiye’de Talu soyadı çok var ama benimki ‘ğ’ ile. Babam aile içinde disiplinli ama dışarıda inanılmaz keyifli bir adamdı. Sokağa çıktığı zaman manava, bakkala laf atarak yürürdü. Kırmızı rugan ayakkabıları, fuları vardı yaşlandığında. Ondan çok etkilendim.

ZİRAAT MODASI
Tarım ilacı kullananlara yenilikçi derdik

O yıllarda Ziraat Fakültesi modaydı. Gençlerin en az yarısı Ziraat’ı seçerdi. Abim kazanamadı, “Ben kazanacağım” dedim bir sene sonra girdim kazandım. Ondan önce hukuka ilgim vardı. Üniversitede derslerim hiçbir zaman çok iyi olmadı ama geçerdim. Akademisyenlik hiç aklımda yoktu. Ziya Gökalp Mülayim Hoca teklif etti. Sınava girip, asistan oldum. Ziya Gökalp Hoca CHP’liydi. Hocam Suat Aksoy da, Türkiye İşçi Partisi’nin Merkez Yönetim Kurulu’ndaydı. İkisi de Ziraat Fakültesi gibi muhafazakar bir fakültede çok sevilirlerdi. Beni hayatta en çok etkileyen iki insan, bu iki hocamdır. Üniversiteye girmekle doğru yapmışım, çünkü öğretim üyeliğini çok seviyorum. Ziraat Fakülteli olmaktan da çok mutluyum. Fakültem, Cumhuriyet’in 10. yılı töreniyle birlikte kurulmuş. O nedenle 10. Yıl Marşı’nın ve Ziraat Marşı’nın bende özel bir yeri vardır. Cumhuriyetin o dönemki coşkusu ve özgüveni vardır o marşlarda. Tarımsal iletişim, fakültemizde çok yeni bir alandı. Doktora tezim Polatlı’da kimyasal ilaç kullanımında yenilikçilik üzerineydi. Kimler kimyasal ilaç kullanıyorsa onlara, ‘yenilikçi’ dedik. Yıllar geçtikten sonra bir öğrencime benzer bir tez verdim. Fakat bu sefer ilaç kullanmayanlara ‘yenilikçiler’ dedik.

PAKİSTAN
Beyaz Müslüman Türk dediler


Doçent oldum ama kadro alamayınca üniversiteden ayrılıp 1986’da Pakistan’a gittim. Çocuklar küçük olmasına rağmen eşim de bakanlıktan ayrıldı benimle geldi. İslamabad, Karaçi değil; Belucistan’a gittim. İran ve Afganistan’a yakın, çok geri bir bölge. “Beyaz Müslüman Türk geldi” dediler. Çok yakınlık gördüm, gittiğim köylerde bizdeki gibi silah atarak karşıladılar. Orada çok şey öğrendim. Hayatımda bir dönüm noktası oldu. Maddi koşulları da iyiydi. Dört yıl kadar kaldık. Döndükten sonra bizim fakülteden Günal Akbay rektör olunca, “Dış ilişkiler koordinatörlüğünü sen yapacaksın” dedi. İnanın iki sene kaçtım. Ama sonunda rektörlüğe girmek zorunda kaldım, kısa süre sonra rektör yardımcısı yaptılar. Sonra fakülteme hizmet etmekte eksik hissettim kendimi. Onun için dekanlığı istedim. Dekan olunca da çok mutlu oldum. Şimdi de rektörlük için böyle düşünüyorum.

CESARET
“Ziraatçiye benzemiyorsunuz” denilince üzülüyorum

Füsun, masmavi gözleri olan çok güzel bir öğrenciydi. Ben asistandım. Bir aşk evliliği yaptık. Evlendikten iki ay sonra da Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı seçildim. Odanın işgal edildiği, insanların birbirini öldürdüğü Milliyetçi Cephe dönemiydi. Çok dikkat ederek yaşadım tabii. O zaman 29 yaşındaydım. Ben kavgayı hayatım boyunca sevmedim, kavga eden insan olmadım. Hatta boyuma posuma bakanlar şaşırırlar. Cesaret ve uygar biçimde düşüncemi açıklamayı hep önemsedim. Yurtdışında bana “Türk’e benzemiyorsunuz” derler. Bunu Türk algısı olarak iltifat etmek için söylüyorlar, üzülüyorum. Burada da “Ziraatçıya benzemiyorsunuz” denince çok üzülüyorum.

AİLEM
Cem Taluğ’un babasıyım


Oğlumun adı Cem. Kızımın adı Deniz. Karım çok esprilidir. Kızımız doğduğunda, “Oğlumuzun adı Cemal’in Cem’i olduğuna göre kızımızın adını da Füs koyacağız” demişti! Cem mühendislik okudu, işletme doktorası yaptı ama kendisine sorsanız, fotoğraf sanatçısı. Geçen gün bir kitap gördüm, fotoğrafımın yanına parantez açılmış. ‘Şimdiki rektör, fotoğraf sanatçısı Cem Taluğ’un babası.’ Demek artık çocuklarımızın ismiyle anılıyoruz, çok mutlu oldum.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ
Üniversite, başkent ve Cumhuriyet çok özel bir üçlemedir

Ankara Üniversitesi, çocukları kendisinden büyük bir üniversitedir. Üniversite 1946’da kurulmuş; Dil Tarih’in 75. yılı, Siyasal’ın 150. yılı... Uzun yıllar tüzel kişilikleri olmuş, kendilerini yönetmişler. Bu geleneklerini korumalarına özen gösteriyoruz. Fakültelerin iç işlerine müdahale eden bir insan değilim. Ama Ankara Üniversitesi’nin değerleri hepsinin üzerinde ortak benimsediğimiz değerler olmalı. Ankara Üniversitesi, Ankara ve Cumhuriyet, çok özel bir üçlemedir. Ankara, Ankara Üniversitesi ve Cumhuriyetin değerleri birbiriyle bütünleşiktir. Ankara Üniversitesi’ni, Ankara’nın da üniversitesi olarak görmek istiyorum. Daha saygın, daha tanınır bir dünya üniversitesi haline getirmek için çabalıyoruz. Toplumdan kopan, içine kapanan bir üniversite olmaya başlamıştık. Öğretim üyelerinin yükseltilme kriterlerine toplumla buluşmayı da koyduk. Halk konferansı vermeyen, bir etkinliğe katılmayan profesör olamayacak.

TÜRBAN
Mevzuatı uyguluyoruz

Üniversiteler ‘Bin çiçeğin yeşerdiği, bin fikrin olduğu’ yerler. Ancak türban konusuna kişisel açıdan bakamayız. Burası bir devlet üniversitesi. Yasalar başörtüsüyle girilmemesini öngörüyor. Biz de derse gireni yaka paça çıkarmıyoruz ama kayıt yapıyoruz, uyarıyoruz. Üniversitemizin kartını taşıyan her öğrenci bizim için önemli.

KİTAPLAR
Gençliğimde çok okurdum


Gençlik yıllarımda klasikleri ve Yaşar Kemal’i severek okudum. Tabii ki Mao’yu ve Marks’ı da. Hepsinden de etkilendim. Artık yeterince vakit ayıramıyorum. Atlayarak okuyorum, o zaman da tadını çıkaramıyorum. Oysa hep elimde kalemle okurdum. Bugüne kadar aldığım en özel hediye de bir kitap. Küçük yaşlarda babamın arkadaşı Bilal Aziz Yanıkoğlu, “Ödemişli Cemal Pehlivan’a” diye imzalayıp, ‘İsveç’te Açık Hava Okulları’ adlı bir kitap vermişti. Doğrusu bu eğitim felsefesine de çok inandım. Üniversite, öğretenin öğrettiğini, öğrenenin öğrendiğini sorguladığı bir yerdir.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!