Ezgi Başaran: Can Dündar’ın tutuklandığı bir ülkede Kürt sorunu da çözülemez

Güncelleme Tarihi:

Ezgi Başaran: Can Dündar’ın tutuklandığı bir ülkede Kürt sorunu da çözülemez
Oluşturulma Tarihi: Kasım 28, 2015 13:43

Terörden mültecilere, Gezi’den hak mücadelelerine son beş yılda neleri konuşmadık ki? Bütün bu konuların en önde geleni ‘Çözüm Süreci’ydi şüphesiz. Radikal Yayın Yönetmeni Ezgi Başaran’ın henüz çıkan ‘Barış Bir Varmış Bir Yokmuş - Kürt Sorununun Çözüm Süreci’ isimli kitabı işte bu beş yılın özenli bir dökümü. Başaran, sürecin aktörleriyle (ve dışarıdaki benzer barış süreçlerinin mimarlarıyla) yaptığı röportajları, önemli yol ayrımlarında yazdığı makaleleri bir araya getirmiş. Okuduğunuzda, hem nereden nereye geldiğimizi göreceksiniz hem de nasıl daha uzağa gidemediğimizi... Başaran’la son beş yılı konuştuk.

Haberin Devamı

‘Barış Bir Varmış Bir Yokmuş’un daha önce çıkması planlanıyordu ama planlar değişti. Ne oldu?
Çıktı aslında. Basıldı ama dağıtılmadı çünkü tam o sırada, yani 2 gün önce bizim gazete basıldı. Bu arada tam gaz bir karalama, tehdit atağı vardı. Doğan Grubu’nun patronları, gazetecileri, her gün birimize bir kulp takılıyordu. Alışık olmadığımız şey değil tabii. Balyoz ve Ergenekon davaları dönemindeki eleştirel yazılarım nedeniyle darbeci, Ergenekoncu olmuştum. Çözüm süreci ve Kürt sorunuyla ilgili yazdıklarım nedeniyle bu kez ‘terör destekçisi’, ‘medeni ölü’ ilan edildim. Bana yapılanlar en hafifi aslında. Ahmet Hakan’ın evinin önünde dövüldüğü bir atmosferde kitabı çıkarmanın akıllıca olmayacağına karar verdik Doğan Kitap ile. “Bekletelim” demiştik. Biraz saf davranmışız...

Haberin Devamı

Nasıl bir saflık bu?
Bekletiyorsun da ne oluyor Allahaşkına? Memlekette bir meselenin hakkıyla tartışılabildiği, gerçeklerin gün yüzüne çıkarılabildiği, sözün ve düşüncenin özgür olduğu bir iklimi bekliyoruz biz. Geçmesini bekliyoruz. Demokrasinin gelmesini bekliyoruz. Gazeteciliğin kıymetinin anlaşılmasını bekliyoruz. Bekle babam bekle... Halbuki şimdi ne? Türkiye’nin en kıymetli gazetecilerinden Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı. Açık seçik gazetecilik nedeniyle. Baskı zincirinin son halkası da böylelikle tamamlanmış oldu. Ve o zincir artık hepimizin boynunda ilmek ilmek daralıyor. Şimdi ben Kürt sorununun çözüm sürecini anlatan bir kitap yazdım. Peki Can Dündar’ın tutuklandığı bir ülkede, gazeteciliğin boynuna zincir geçirildiği bir ülkede Kürt sorununun gerçekten çözülmesi mümkün müdür? Asıl bunu konuşmak lazım.

 

Ezgi Başaran: Can Dündar’ın tutuklandığı bir ülkede Kürt sorunu da çözülemez

Konuşalım o zaman... Can Dündar’ın tutuklandığı bir ülkede Kürt sorunu çözülemez mi?
Çözülemez çünkü Kürt sorunu sadece Kürt halkıyla ilgili değil. Bir devletin vatandaşlarına eşit muamele yapmamasının, doğuştan gelen haklarını gasp etmesinin adı. Hepimizin, Türkiye’nin sorunu. Demokrasinin sorunu... Dündar ve Gül’ün tutuklanması gazeteciliğin devletin istemediği şekilde yapılamayacağını gösteren vahim bir olay. 1990’ları Kürt sorunu açısından en berbat yıllar olarak hatırlıyoruz, neden? Çünkü o dönemde Kürtlere yapılan eziyetlerin hiçbiri anaakım medyada yer almadı.

Haberin Devamı

Medya da sorumlu, öyle mi?
Ölüm listeleri, faili meçhuller, derin devletin cinayetleri, bir bölgenin izole edilip bastırılması... Bunların hiçbiri ülkenin tamamına anlatılmadı, gazetecilik yapılmadı. Ve sonuç olarak Kürt sorunu çok daha büyük ve katmanlı bir vaziyete geldi. Kürt gençlerinin bugünkü öfkesi ve duygusal kopuşunun ardında bu görmezden gelme, bu sağırlık ve körlük yatar. Yani basının gerçekleri yazamadığı bir ortamda Kürt sorununun kalıcı çözülmesi mümkün olamaz.

Bu durumda çözüm süreci durdu mu yani, yoksa ‘buzdolabında’ mı kalacak?
Bence yeniden başlayabilir çünkü hükümet bunu ajandasına uygun zaman ve yerde bir araç olarak kullanmak isteyecektir. İkinci sebep de şu: Onlarca cephede birden mücadele etmenin, bölgede sürekli sokağa çıkma yasağı ilan etmenin sürdürülebilir bir tarafı yok. Ama bu kalıcı bir barış gelecek demek de değil. Kitapta anlatmaya çalıştığım biraz bu. Süreçler başlıyor ama hep bir şekilde akamete uğruyor. Çünkü devlet Özal’dan beri meseleye bir hak hukuk, demokrasi penceresinden değil, silahsızlanma, terörle mücadele penceresinden bakarak masaya oturuyor. Kürt siyasi hareketi de zemini hak hukuk zeminine çekme konusunda işleyen ve yekpare bir retorik üretemiyor.

Haberin Devamı

Ezgi Başaran: Can Dündar’ın tutuklandığı bir ülkede Kürt sorunu da çözülemez

 

GERİ ADIM ATILACAK NOKTAYI GEÇTİK 

Kitapta 2010’dan beri ‘barış süreci’ üzerine yazdığınız makaleleri, sürecin aktörleriyle yaptığınız röportajları bir araya getirdiniz. Bu beş yılın en dramatik olayı neydi size göre?
Elbette 2013 Nevruz’unda Abdullah Öcalan’ın “Silahlı mücadelenin sonuna geldik” diyen mektubunun Diyarbakır’da milyonlarca kişiye okunması ve tüm kanallardan canlı yayımlanması. Yıllarca bir ülkeye tüm kötülüklerin anası şeklinde sunulmuş, ‘bebek katili’ tabelasından gayrı ismi anılmayan Abdullah Öcalan’ın sözlerinin, devletin izniyle –ki zaten aksi mümkün olamazdı- meydanlarda yankılanması büyük bir olaydı. Ve bence geri dönülmez bir şeyin önünü açtı.

Haberin Devamı

Nedir o şey?
Kürt siyasi hareketinin şeytanlaştırılmış aktörleri artık birer insan olarak dertlerini anlatabilecekleri bir çatlak buldu. Bundan geri adım yok artık. Ne olursa olsun, ne Öcalan için ne Kandil’dekiler için eskisi gibi ‘mağara adamları’, ‘eşkıyalar’ denemez. Çünkü en duymak istemeyene dahi bir şeyler söylemeyi başardılar. Onlarca gazeteci, elbette yine devletin bilgisi dahilinde, Kandil’e gidip PKK liderleriyle röportajlar yaptı. Ben de dahil. Mehmet Ali Birand’ın Öcalan röportajı nedeniyle yaşadıklarını düşünürseniz, oradan buraya ciddi bir yol kat edildi.

Bu AKP’nin bir başarısı olarak yorumlanabilir mi?
Valla isteyen öyle yorumlayabilir. Bana göre AKP hükümeti çözüm sürecinin o günlerinde ocakta taşmakta olan tencereyi ateşten aldı, böylelikle bizler o yemeğin ne olduğunu gördük. Almasaydı, taşacaktı, yine görecektik. Yani, Kürt sorunu yıllar içinde belli bir kıvama gelmişti ve bunda en büyük pay elbette Kürt siyasi hareketinin çok bedeller ödemiş aktörlerinindir.

Haberin Devamı

Ezgi Başaran: Can Dündar’ın tutuklandığı bir ülkede Kürt sorunu da çözülemez

 

“Bu işi çözse çözse Erdoğan ve Öcalan çözer” fikrinizi şimdi biraz buruk bir tebessümle andığınızı söylüyorsunuz. Neden?
Allahaşkına, bu aralar hangi tebessümümüzde burukluk yok ki! Ruhumuz burula burula çekti, bedenlerimize küçük geliyor. Çözüm süreci başladığında Kürt sorununa kafa patlatan birçok gazeteci ve akademisyenden farklı olarak Erdoğan’ın bu sorunu çözebilecek bir lider olduğunu düşündüm. Onun demokratik bir zihin dünyası olduğunu sandığım için değil, John Major’ın çözemediği IRA sorununu çözen Tony Blair gibi, tarihe geçmek isteyeceğine, hırsına güvendiğimden... Aynı ruh durumunun Öcalan’da da bulunduğunu düşünüyorum. Hâlâ da bu fikrim değişmedi. İkisinin de dünyaya bu pencereden baktığına inanıyorum. O nedenle çözüm sürecinin başında “Bu sorunu çözse çözse Öcalan ve Erdoğan gibi iki güçlü lider çözer” dedim.

Bu yüzden de ağır laflar işittiniz sanırım...
Hem de nasıl! Çok kızdılar bana. “Süreci destekleyen bir sen kaldın”, “Jandarma mı atadılar seni çözüm sürecine” bile diyen oldu. Çok da sevdiğim bir abim söylemişti ayaküstü. Sarsılmıştım. Halbuki benim derdim başkaydı.

Neydi sizi onlardan farklı pozisyon almaya iten?
Kitabın ilk bölümünde IRA, Güney Afrika süreçlerini yönetmiş kişilerle yaptığım röportajlar var. Bence en kıymetli bölümlerden biri o. Çünkü orada müzakere metodolojisi ve anahtarları anlatılıyor. Bu iş, yani ‘düşmanla masaya oturmak’, iki taraf için de rasyonel bir biçimde yürümek zorunda. Akılla, mantıkla, haritayla, yasayla, bir tarafsız denetleyici kuruluşla... Yoksa akamete uğramaması imkânsıza yakın.

 

 

ERDOĞAN'IN, HIRSINI ÇÖZÜM İÇİN KULLANACAĞINI SANMIŞTIM 

Bizdeki çözüm süreci açısından ne öğrendiniz o röportajlardan? Orada nasıl akamete uğramamış?
Süreç denilen makine ne olursa olsun çalışır vaziyette kalmalıydı. Evet, aksayabilir, yanlış yola sapabilir, uzayabilirdi ama bir şekilde makine çalışmalıydı. Yani görüşmeler sürmeliydi. Benim o vakitler öngöremediğim şey Suriye’deki savaşın çözüm sürecini ciddi biçimde değiştireceğiydi. Taşlar yerinden oynadı. PYD’nin güçlenmesi, Rojava’nın ve Kobani’nin kantonlaşması, PKK’nın IŞİD’le savaşması PKK’yı dünya nezdinde farklı bir noktaya taşıdı. Bu arada Erdoğan’ın hırsı, tarihe geçmekten, bir tür ‘iktidarı elinde tutma’ aracına dönüştü. Çözüm sürecinin ‘içeride ve dışarıda’ işine yaramadığını düşündü.

PKK açısından durum nasıl?
PKK da Suriye’de kazandığı meşruiyeti, 7 Haziran’da HDP’nin oy oranına kattı ve bir güç sarhoşluğuna savruldu. Öcalan oyun dışı kaldı. Sonuçta benim en önem verdiğim olgu olan makinenin çalışır durumda kalması mümkün olmadı. Erdoğan’ın, hırsını ‘çözmek’ için kullanacağı varsayımımda yanıldım.

 

Ezgi Başaran: Can Dündar’ın tutuklandığı bir ülkede Kürt sorunu da çözülemez

BİZDE BARIŞ SİSTEMATİĞİ YOK

Sürecin aktörleriyle görüştünüz, okudunuz, yazdınız, peki geriye dönüp baktığınızda, ne anladınız ‘Barış yapmak’ meselesinden? Neden bu kadar zor?
Çünkü metodoloji yanlış. Yasal altyapı oluşturulmadan alaturka biçimde yürütme isteği var. Daha doğrusu bu devletin hep işine geldi. Böylece yapılacak herhangi bir reform hep taksitle, hep lütfeder gibi yahut bir tür konjonktürel ihtiyacı karşılayacak mahiyette hayata geçti. Böyle bir yaklaşımın herhangi bir müzakere disiplinine uyması mümkün değil. O yüzden bir anda, bir kişinin tepesinin atmasıyla yahut bir kişinin kararıyla süreç başlayabiliyor, aynı şekilde bir anda bitebiliyor. Barış yapmak sistematik bir yol gerektirir. Bizde o yok.

PKK KONUSUNDA HEPİMİZ CAHİLDİK

Bir gazeteci olarak, barış süreci hakkında defaatle yazarken, “Yok artık, hep aynı şeyleri tekrar ediyorum” hissine kapıldınız mı?
Hem de çok. Bu sıkıntıyı Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’e anlatmıştım. Hasan Abi bana kızmıştı: “Ulan kızım biz 40 yıldır aynı şeyleri tekrar ediyoruz, biraz da sen tekrar et.” Haklıydı, ne diyeyim.

Görüştüğünüz isimler içinde sizi en çok şaşırtan kim?
Kandil’deki liderler elbette. Son dönemde Batı basınında çıkan Kobani, Rojava haberlerindeki ütopya hayalleri, HPG ve YPJ’lilerin estetize biçimde dergilere konu edilmesi gibi şeyler bana göre değil. Biz batılı gazeteci arkadaşlarımızın aksine o şaşkın heyecanı taşımadan konuya daha soğukkanlı biçimde yaklaşabiliyoruz. Fakat biz Türkiyeli gazeteciler açısından da son derece ezberletilmiş bir PKK başlığı olduğunu, bu konuda az cahil olmadığımızı da kabul etmek gerekir. Kandil’e gidip o görüşmeleri yaptığımda cehaletimin azaldığını, ezberlerimin dağıldığını söyleyebilirim.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!