Kaybedecek bir şeyi yoktu10 fabrika 5 bin çalışanı oldu

Güncelleme Tarihi:

Kaybedecek bir şeyi yoktu10 fabrika 5 bin çalışanı oldu
Oluşturulma Tarihi: Kasım 24, 2007 00:00

18 yaşında işletme okumak için Londra’ya gittiğinde, aylık 20 sterline tuttuğu bir odada kalıyordu. Okula gitmek yerine tekstil fabrikalarında ütücülük yaptı. Cafer Mahiroğlu (43) bugün 250 milyon dolar ciroluk Armondi Tekstil’in sahibi. Dorothy Perkins, Top Shop, Evans, Marks & Spencer, BHS, Next, New Look, Matalan gibi dünyaca ünlü markalar için hem tasarım hem üretim yapıyor. Türkiye, Romanya, Vietnam, Gürcistan gibi ülkelerde toplam 10 fabrikası, 5 bin çalışanı var. Armondi, İngiltere’nin önde gelen tekstil firmaları sıralamasında ilk beşte. Tüm bunlardan neden yeni haberimiz oluyor? Çünkü Cafer Mahiroğlu, Türkiye’nin Mango’sunu yaratmak için kolları sıvadı. O buralarda fazla gözükmeye başlamadan biz Londra’ya gidip üniversitelere ders olacak başarı hikayesini dinledik.

Altı çocuklu bir ailenin son üyesi olarak Sivas’ta dünyaya gelir. Daha fazla kardeşi olmamasının tek nedeni, babasının o doğduktan altı ay sonra vefat etmesidir. Dayılarının ve amcalarının desteği ile geçinirler. Cafer daha küçükken İstanbul’a göç ederler.

10 yaşına kadar abisine baba der, annesinin koynunda uyur. En küçük olmanın verdiği avantajları sonuna kadar kullanır. Ailesinin maddi durumu pek iyi olmasa da kimse ona hiçbir şey hissettirmez. Liseyi zar zor bitirir. Dört yıl boyunca bir yandan da İngilizce kursuna gönderilir. Ailede üniversite okuyan da, İngilizce bilen de yoktur. Herkes Cafer’e umut bağlar.

Akıllarına önce Almanya gelir. Cafer yanına bir miktar para, pasaport ve uçak bileti alarak Almanya’ya gitmek üzere evden çıkar. Havaalanında Küçük Emrah, Nejat Alp, Güler Duman’ın aralarında olduğu bir grup şarkıcıyla karşılaşır. Hepsini, Unkapanı’nda plak şirketi olan abisiden dolayı tanımaktadır. Londra’ya konsere gitmektedirler. Cafer’in birden içi kıpırdar, Almanya’ya değil onlarla birlikte Londra’ya uçar. O yıllarda Londra’ya vize yoktur, gümrük girişinde de konser grubunun bir üyesi olduğunu söyler, hatta yalandan elinde bir de saz tutar.

İki gün konser, şarkı, türküyle geçer ama grup Türkiye’ye geri döndüğünde Londra’da yapayalnız kalır. Özel bir üniversitenin İşletme bölümüne kaydolur. Aylığı 20 sterline bir oda tutar. Üç ayda okuldan vazgeçer. Sokaktaki İngiliz dilencileri görünce İngilizce’yi sular seller gibi konuşmakla adam olunmayacağına karar verir. Okuldaki ekonomi hocasının geçim sıkıntısına da tanık olunca pes eder. Ona göre ekonomiyi iyi bilmekle de zengin olunmamaktadır!

Londra’da yaşayan Türklerin yüzde sekseninin yaptığı gibi bir tekstil fabrikasına işçi olarak girer. Ütücülük, telacılık, makinecilik yapar. Beş altı aya kalmaz patronunun koltuğuna göz diker: "Gözüm kafamdan büyüktü. Patronun dağıttığı haftalığı çalışan işçi sayısıyla çarptığımda çok büyük bir para etmişti. Demek ki en az iki katını kazanıyordu." Rakı sofralarında mesai arkadaşlarını gaza getirmeye çalışır. O yapabiliyorsa biz de yaparız, iş var, işçi var, gelin bir fabrika kuralım, der. Ablasına yazar, abisini arar. 1987 yılında yatırım için gerekli parayı toplar. Fabrika kurulduğunda tek başınadır. Hiçbir arkadaşının gözü onun kadar kara değildir. Bırakın ortak olmayı fabrikada işçi olarak çalışmaya bile yanaşmazlar. Cafer daha amatör, maaşımızı ödeyemez diye düşünürler. 6 tane Pakistanlı ona güvenir ve işi başlar.
/images/100/0x0/55eb0a42f018fbb8f8a71c52


Gerçekten de ilk ay iş bulmakta zorlanır. Bu işi yapan ağabeylerinden yardım ister. Bir tanesi bir sokağın varlığından bahseder. "Git oraya kartlarını bırak, bir arayan çıkacaktır" der. On gün sonra Top Shop için üretim yaptıran bir aracı kapısını çalar. İyi bir iş getirir. Yıl 1994. İşler tıkır tıkır yürümektedir. Çalışanların sayısı 50’yi geçer. Her geçen gün daha çok marka için üretim yaparlar. Cafer’e yanında çalışanlar patron der. Bu onu, yavaş yavaş da olsa havaya sokar: "23 yaşındaydım. İnsanlar bana patron diyorlardı ama patron değildim. Bana iş paslayan aracılar vardı. Bana iş vermedikleri zaman biterdim. Gerçek patron ben olmalıydım. Aradaki adamları ekarte etmeliydim. Ama nasıl yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu."

Aklına gelen ilk şeyi yapar. Çalıştığı aracı firmayı satın alır. Altı ortaklı şirket bir süredir fokur fokur kaynamaktadır. Ortaklar arasındaki anlaşmazlık ayyuka çıkınca şirket iflas bildirir. Cafer’in avukatları tam bu esnada devreye girer. Top Shop, Marks&Spencer gibi önemli markaların fason üretim işini verdikleri şirket onun olmuştur.

Almıştır almasına da işi bilmemektedir. Büyük markalarla nasıl çalışılır, tasarım nedir, tasarımcı kimdir, tasarlanan şey nasıl pazarlanır, strateji ne üstüne kurulur gibi soruların cevapları koca bir boşluktan ibarettir. İnandığı tek bir doğru vardır. Bu şirketi büyük markalarla hesapları olduğu için satın almıştır. İş yapılan 30 markadan biri bile ona kalsa kárdır.

İşi nasıl öğrendiğini, Armondi’nin temellerinin nasıl atıldığını şöyle anlatıyor: "Şirketi satın aldığım gün eksiklerimin farkına vardım. Tek avantajım buydu. Bence bu dünyadaki en akıllı adamlar, başkalarının aklını kullananlardır. Ben de öyle yaptım. 6 ortaklı şirketin bir ortağı ayrılmamış, bizimle kalmıştı. O adama yanaştım. İki yıl boyunca haftada en az üç akşam iş çıkışı birlikte yemek yedik. Adamın beyninin içindekileri süngerin sıvıyı emmesi gibi, emdim."

Bu arada başka batık şirketler de satın alır. "Benim hakkımda ufak bir araştırma yapsanız, İngiltere’de aşağı yukarı 20 şirket satın aldığımı görürsünüz. Avukatlar sürekli Cafer bir tane daha var istiyor musun, diye arıyorlardı. Ucuzdu, getirisi iyiydi, alıyordum"

1996’da sistem iyice oturur. Armondi kendi ürünlerini tasarlar, pazarlar. Müşteri ile direkt temas halindedir. Cafer, İngiltere’de üretim işinin tıkandığını hisseder. Sistem değişmekte, iş gücü çok değerlenmektedir. Bu şartlar altında kár etmek güçleşecektir. İngiltere dışındaki ilk fabrikasını İstanbul’da Büyükçekmece’de açar. 58 kişinin çalıştığı modern tesis, kısa sürede 1000 kişinin çalıştığı bir fabrikaya dönüşür. İkinci 1000 kişilik fabrikasını Keşan’da, üçüncüsünü Ürgüp’te, dördüncüsünün Çorum’da açar. 2000 yılına geldiğinde Türkiye de dar gelmeye başlar.

Romanya’da, Vietnam’da yeni fabrikalar açarken, tasarım departmanını da revize eder, piyasadaki en iyi tasarımcıları alır. Modayı takip edip uygulayan değil, belirleyen olması gerektiğinin farkındadır. Bunu başarır da... İngiltere’nin en ünlü 30 markasına tamamını kendisinin ürettiği tasarımları satar. Ama markaların sahipleri bu durumdan rahatsız olur. Ama Cafer’in önlemi hazırdır. Armondi dışında 10 farklı şirket daha kurmuştur. Siparişleri de bu şirketlere paylaştırmıştır: "Araştırsalar hepsinin altında benim olduğumu bulurlar ama kağıt üzerinde farklı şirketlerin isimlerini görmek bile onları rahatlatıyor."

By Mor geliyor

Tasarımcı deseniz dünyanın en önemlileri bizim şirkette çalışıyor. Üretim deseniz 10 fabrikamız, 5 bin çalışanımız var. Buna güvenerek diyorum ki: Türkiye’nin Mango’sunu, Zara’sını, H&M’ini ben yaratacağım." Markanın ismi "By Mor". Çatalca ve Keşan’da deneme mağazaları açıldı. Yaz sezonu ile birlikte Bakırköy’de dört katlı bir mağaza ile pazara giriş yapacaklar. "Günün trendlerini pazarın ruhuyla harmanlamak bizim işimiz. Egolarından arınmış isimlerle çalışıyoruz. Uçuk kaçık tasarımlar yapmıyorlar. Herkese yakınlar. "
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!