Güncelleme Tarihi:
Sinemaya geç yaşta merak salmışsınız. Nasıl karar verdiniz yönetmen olmaya?
- Üniversitede iktisat okudum. O zamanlar sinemaya ilgim yoktu. 21 yaşında ‘Hayat Güzeldir’ (Life is Beatiful) filmini izledim ve çok etkilendim. Kendimi sorgulamaya başladım. Sonra İzmir’de bir film atölyesi gördüm. Oraya yazıldım ve insanlarla sinemadan konuşmak beni heyecanlandırdı. ‘Sinema Seyircisinin El Kitabı’ diye bir kitabım vardı, defalarca okudum. Atölyede çektiğimiz belgesel ödül kazanınca kendime güvenim geldi. Sonra bir kısa film çektim, küçük ticari işler yaptım. Ardından Prag’da kısa süreli bir atölyeye katıldım. İstanbul’a taşındım. Yönetmen yardımcılığı dönemi başladı.
Bir film izledim hayatım değişti gibi bir durum olmuş sizde.
- Benim uyanışımı sağlayan şey o filmdi. Bende garip bir iz bıraktı. O günden sonra bir daha izlemedim, izleyemiyorum. İnsanı böyle etkileyen bir filmi gördükten sonra “ben de başkalarını etkileyebilir miyim filmlerle” düşüncesi oluşuyor. Sinemayla uğraşmak istediğimi söylediğimde bana “sen iktisat mezunusun” diyorlardı. Sizde de şu düşünce beliriyor: “Ben 4 yılımı iktisatla harcadım, bir 4 yıl daha harcayamam; bir an önce yetişmem lazım.” Başka bir alandan gelmenin verdiği o açığı kapatmak için daha çok çalışmaya çalıştım.
Genç yaşınıza ve alaylı olmanıza rağmen Altın Portakalı kapmış birisiniz. Bu alaylı ve okullu durumu sektörde nasıl karşılanıyor sizce?
- Eskiden bu ayrım daha sertti. Dijitalin çıkmasıyla bu düşünce biraz kırıldı. Artık cep telefonuyla film çekip bir festivale yollayabilirsiniz ve kısa filmci olup sinemayla uğraşmaya başlayabilirsiniz.
SİNEMA YÜZÜNDEN SEVGİLİMDEN AYRILDIM
Ailenin tepkisi nasıl oldu peki?
- İlk başta karşıydılar. Hiçbir zaman ket vurmadılar tabii. Babam bir ara çok dalga geçiyordu. İşsiz olduğum bir dönem vardı. İşsizliğin kol gezdiği bir durumda çıkıp “ben sinemayla uğraşacağım” deyince garip oluyor tabii. Babam asker kökenli biri. Maaş ve sigorta arasında sıkışma halim eskiden âşık olduğum kızla ayrılmama da sebep oldu. Ailesinin “bu çocuğun sigortası yok, sinemayla uğraşıyor” düşüncesi... Bankacı olsam belki de evlenmişti benimle.
Bu ödülü biraz da onlara kaldırdınız mı sahnede?
- Hayır, asla. O yaşananlar beni besledi. Böyle şeyler insanı daha da hırslandırıyor, kendine güveni arttırıyor.
Sinema uğruna sadece okuduğunuz bölümden değil İzmir’den de vazgeçtiniz. Özlüyor musunuz?
- O çok acı oldu zaten. Hâlâ daha İzmir’den ayrılma konusunda acı çekiyorum. İzmir’den çok farklı besleniyorum. İstanbul’u seviyorum ama henüz alışamadım. Şişli’de kaldım bir süre, trafiği felaketti. Şimdi Arnavutköy’deyim. İzmir havası var orada. Evler, denize yakınlık durumu bir nebze de olsa kendimi kardırmamı sağlıyor. Ama arada gitmeye çalışıyorum; ailem orada çünkü.
Altın Portakal’ı kazandığınızı ilk duyduğunuzda ne hissettiniz?
- Benim için dönüm noktası. Ödülü herkesin “bu iş olmayacak, artık bırak bu işi” dedikleri sırada kazandık. Benim için duygusal anlamı çok büyük. Birilerinin sizi onaylıyor olması, önünüzdeki engellerin hafiflediğini hissettiriyor. O an tek düşündüğüm “ikinci filmi daha rahat çekebilirim” oldu.
BAŞIMI MUTLAKA BELAYA SOKARIM
Zerre; fuhuş, yoksulluk, işçi sorunları gibi çok önemli toplumsal meseleler hakkında söz söylüyor. Siz meraklı mısınız bu meselelere?
- Meraklıyım, fotoğrafla uğraşıyorum. Suriye’deydim geçen hafta. Oradaki karışıklıkla ilgili bir belgesel çektik. Olayın göbeğinde olmayı, insanlarla temas içinde olmayı seviyorum. Yurtdışına gittiğimde başımı mutlaka belaya sokarım. Haiti’ye gitmiştim depremden sonra, orada çok tehlikeli şeyler yaşadık. Dominik Cumhuriyeti’nde saldırıya uğradık. Paris’te çok tehlikeli bir çeteyle karşılaştım. Değişik yaşamlarda olmak beni heyecanlandırıyor. Karakterim Zeynep de aslında bunun bir parçası. Gerçek hayatta tanıştığım bir kadındı. Tarlabaşı’na mekân bakmak için gittiğimde tanıştık. Üst katı boş olan bir evin giriş katında annesiyle birlikte yaşıyordu. Bir şekilde kapının aralığından gördüm. Bütün bu filmin temeli aslında o kapı aralığından gördüğüm hayattı. Engelli bir kız vardı, yaşlı annesi vardı ve bu kadın kapıyı açmıştı. O kadını daha sonra bulamadım zaten, taşınmışlardı...
Nasıl seçtiniz mekânı, nasıl belirlediniz?
- Karşılaştığım karakterin orada olması filmin de aynı civarda geçmesini gerektirdi. Zaten Tarlabaşı çok fotojenik bir yer. Güneşi tam almaması, yarı yıkık evleri, karanlık sokakları... Filmin basık havasına gayet iyi uyum sağladı.
Ne kadar sürdü filmin çekimleri?
- Film çekmek gerçekten çok zor. 3 haftamızı aldı. Hazırlıklarıyla birlikte 1.5 yıl süren bir süreç. Ne acı ki bunu 1.5 saatte izliyorsunuz ve bitiyor.
Bundan sonraki projeniz belli mi?
- Şu an üzerinde çalıştığım bir öykü var. Ben gerçekten beslenen biriyim. Bu öyküde de beni gerçek hayatta etkileyen şeyler var. Şiddet dozu yüksek olan bir film olacak. Böyle filmler genelde tepki çeker. Tepki çekeceğimi biliyorum. Ödülün şımarıklığını sanırım burada kullanacağım.