İsimleri marka oldu

Güncelleme Tarihi:

İsimleri marka oldu
Oluşturulma Tarihi: Mart 18, 2000 00:00

Haberin Devamı

Baharat, mağaza, oyuncak, triko kazak, giysi: Adları ürettikleriyle anılıyor.

Onlar doğduklarında İkinci Dünya Savaşı yeni bitmişti. Kıtlık yıllarıydı. Bu şartlar altında bir kadın olarak önce var olmayı sonra da yaratmayı öğrendiler. Emeklerini, zekalarını, paralarını kendi isimlerine yatırdılar. Aynı anda ev kadını, eş ve anneydiler. Bu ağır baskılara rağmen başardılar. İşte burada markalara isim veren kadınların gerçek masallarını okuyacaksınız.

Lusi SEVİLLA

Türkiye’nin koku zinciri

Kendisi gibi Sefarad olan Yusuf Sevilla ile nişanlandığında henüz 18'indeydi. Yusuf'un babası Leon, Tarlabaşı'nda bir kozmetik dükkanı açmıştı. Stop adını verdiği bu mekanda rujlar, maskaralar, pata kremler üretiyordu. Lusi nişanlısıyla burada buluşuyor ve farkında olmadan ondan satış teknikleri öğreniyordu.

Derken Leon Sevilla vefat eder ve şirketin başına oğulları geçer.

‘‘Yusuf'la henüz yeni evliydik. Soyadımızın yaşaması için bir karar aldık. Stop adı yerine artık ‘‘Sevil’’ kullanılacaktı.’’ Stop Kozmetik 1974'de Sevil Parfümeri olur.

1980'den sonra Yusuf Sevilla, perakendecilikte karar kılarak bu işi artık yetiştirdiğine inandığı eşi Lusi'ye bırakır. ‘‘Ben onun talebesiyim. Ürün alımı, mağaza denetimi benim görevim.’’

25 yıldan bu yana kozmetiğin içinde olan Lusi Sevilla, Sevil Parfümeri'yi Türkiye'nin ilk parfümeri zinciri yapmayı başardı. Bugün iki milyon çeşit ürün, 26 marka, 262 satış elemanı ve beş mağazayla gittikçe büyüyen bir zincirin başında.

1980 sonrası Sevil Parfümeri'nin vitrinlerini ilk kez Chanel parfümleri süsler. ‘‘Mağazamıza orta yaşlı bir bayan gelmiş ve ona bir ay önce verdiğim yüz temizleme sütünü bitirdiğini yenisini istediğini söylemişti. Bu imkansızdı çünkü 4 ay kullanılabilen bir süttü. Kendisine nasıl bitirdiğini sorunca, sabah, akşam iki kaşık içtiğini söyledi. Şaşkınlıktan güleyim mi ağlayım mı bilemedim...’’

Lusi Sevilla için önce işi sonra ailesi geliyor. ‘‘Sabah 6.30'da kalkar, hergün bir veya iki mağaza dolaşırım. Pazar günü bile çalışıyorum.’’

Satış elemanlarına müşterinin vücut dilini okumayı öğretiyor. ‘‘Müşteri bize şımartılmak için gelir. Biz de onu şımartmak zorundayız. İstediği ürün mağazamızda yoksa, satış elemanı mutlaka bir alternatif sunmak zorundadır. Satmak zorunda!’’

Makyaj yapmadan çıkmıyor. ‘‘Bugüne kadar hiçbir elemanım beni makyajsız görmemiştir. Beni bakımsız görürlerse onlar da işe makyajsız gelir.’’

FATOŞ İNHAN

En sevdiği oyuncağı ayı

Tontondu, kavuniçiydi, çok güzeldi, minnacık, yumuşacık bir ayıydı. Dikiş makinasında şekillenmiş, kafası, kolu, bacağı ve nihayet suratı biraraya getirilmişti. Tonton, Fatoş oyuncaklarının ilk sermayesiydi.

‘‘Oğlumun birinci yaş gününde babaannesi oyuncak kedi getirmişti. Onu gördüğü zaman korkudan ciyak ciyak ağladı. O zamanlar piyasada çok az ve basit oyuncaklar vardı. Evde sıkıntıdan patladığım bir dönem, çalışmayı düşünüyordum. İşte o an bu fikir geldi aklıma. Yüzü gülen, çocukların sevgiyle yataklarına sokabilecekleri yumuşak oyuncaklar yapacaktım.’’

1971 senesiydi. Kanada'dan getirdiği ayı patronlarıyla başladı işe. Müteahhit olan eşinin kiraladığı ofise önce annesinin dikiş makinalarını taşıdı, sonra patronları, pamukları ve sayısız kumaşları...

‘‘Eşim ‘bu kadar seninle özdeşleşen bir ürüne neden senin adını koymuyoruz' dedi. Belki hoş oldu ama biraz zor oldu. Çünkü zaman zaman kendi ismimle beraber şirketin de ismini taşımanın ağır sorumluluğunu taşıyorum. Fatoş İnhan’ın iş hayatı, oyuncak bebeklerle devam eder.

‘‘Bebekler benim için hiçbir zaman yumuşak oyuncaklar kadar değerli olmadılar. Benim yaptığım yumuşak heykeltraşlıktı. ’’Fatoş İnhan neredeyse her cümlenin sonunda eşinin desteği olmasa bu kadar başarılı olamayacağını anlatıyor.

‘‘Ne yazık ki çok uzun sürmedi. İş ortaklığımızın on üçüncü yılında eşimi kaybettim. Onunla yaşadıklarımı geleceğin katığı gibi kullandım. Oyuncakları yapmama neden olan oğlum bugün 30 yaşında. 24 yaşında bir kızım ve 20 yaşında bir oğlum daha var.’’

25 yılda 150 metrekareden 6 bin metrekarede üretime geçen Fatoş Oyuncakları ihrac ediliyor. Fatoş İnhan, en son Turkcell'in sinyal bebeği projesini iki boyutlu olarak hayata geçirmekten çok memnun.

‘‘Oyuncakta da moda var. Ama en çok satan oyuncak hiç değişmedi: Ayı!’’

GÖNÜL PAKSOY

Kaftanları palto yapıyor

Güzel Sanatlar Akademisi'nin tek bir sınavını kaçırdığı için kimya mühendisi oldu. Doktorasını doğal boyalar üzerine yaptı. Araştırmacı bilim kadını, idealist bir hocaydı.

‘‘YÖK gelene kadar! Yönetim değişti, tek adamlar oluştu, üniversite tatsızlaştı. İstanbul'da yaşayan ressam kardeşlerim Doğan ve Şahin birlikte çalışmamız için ısrar ediyordu, üniversiteyi terkettim.’’

15 yıl sonra İstanbul'a taşınır, kimya bilgisini sanata dökmeye kararlıdır.

‘‘Yıllarca halıların doğal boyalardan kaynaklanan problemlerini araştırmıştım. Kardeşlerimle birlikte halı-kilim işine girdik. Gümüş takı da tasarlamaya başlamıştım. Daha dükkan açılmadan vitrine yaptığım takıları koydum. O takılar hemen tükendi ama tek bir halı satamadık! Onları depoya taşıdık, halılar hala depoda.’’

Uzun zaman ismi olmayan küçük mağazasında sergilediği takıları dilden dile dolaştı. Artık bir isim bulması gerekiyordu. Çözümü kardeşi buldu: ‘‘Kartvizitimi vitrine koydu. Mağazanın adı bulunmuştu.’’

Bir yandan da koleksiyonu için tarihi kumaş toplamaktadır. ‘‘Moda editörlüğü yapan bir arkadaşım bende gördüğü kumaştan ‘ne güzel etek olur, bana yapar mısın' deyince oturdum ona bir gecede etek diktim. Dergide çıkacak ama bu mağazada giysiyle ilgili hiçbir şey yok. Dergiyle birlikte mağazanın raflarından birini askıya dönüştürdük ve giysi de satmaya başladık.’’

O artık kumaşları boyayan, dokusunda mucizevi değişiklikler yapan, onlara yeni bir ruh veren ve her birinden tek bir giysi yaratan bir tasarımcıdır.

‘‘Çıkış noktam tekke giysileriydi. Eski bir giysiyi alıyorum, onu söküyor, boyuyor, elimde kalanla birşey yapmaya çalışıyorum. Türk malzemesi kullanıyor, eski Osmanlı kumaşlarıyla çalışıyorum. Pekçok kaftanı palto haline dönüştürüyorum.’’

AYFER KAUR

Hem romancı hem baharatçı

Acı biber, kekik, ardıç tohumu, karhun, ökse otu, kakule, hint safranı, rezene ve birbirinden ilginç baharatların arasında kendine ilham bulan bir edebiyatçıydı. Adı Türkiye'nin en ünlü baharatlarına isim oldu.

Ayfer Kaur dört kuşak baharatçı olan bir ailenin tek kızı. Babasıyla birlikte Girit'ten geldiklerinde, Türkiye'de bulunmayan baharatları da beraberinde getirmiş, Mısır Çarşısı no: 7'ye yerleşmişler. Ayfer Hanım'ın babası Cevat Güçlü, baharatçı Cevat olarak nam salmış. 1960'larda geliştirdiği bitkisel ilaçlarla da adından söz ettiren Baharatçı Cevat'ın müşterileri arasında Adnan Menderes bile var.

1926'da doğan Ayfer Kaur'un çocukluğu baharatların arasında geçer.

Ayfer Kaur 30 yaşındayken babası Cevat Bey vefat eder. Edebiyat hocası olan Kaur, Mısır Çarşısı'ndaki tarihi dükkanı korumak için için eşiyle baharatların başına geçer. Edebiyata ayırdığı vakitler, gece geç saatlerdir artık. ‘‘Erişemiyorum’’ adlı şiiri kitabı da bu saatlerde yazar.

1980'lerde baharatçılığı Mısır Çarsısı'ndan daha büyük bir pazara taşımaya karar verir. Büyük oğlu tanıtım işlerini üstlenirken, küçük oğlu yönetimin başına geçer. Artık emekli olan annelerine, babalarıyla birlikte ortak bir hediye vermek isterler:

Annelerinin adı baharatların markasıdır artık. 54 yaşında bir marka olan Ayfer Kaur, 10 yıl boyunca adının tüm lezzetli sofralarda duymanın tadını yaşar. O bugün yok, ama adı artık kekik, biber, kakule, çörekotuyla anılıyor.

ÇİĞDEM ERİM

Örgücü çavuşların komutanı

Ankara Koleji'nin en güzel kızlarındandı. ODTÜ İşletme Bölümü'nü bitirdi. Devlet Planlama Teşkilatı'nda sonra Bayındırlık Bakanlığı'nda çalıştı. Ama evlenince, eşinin peşinden Adana'ya, Kozan'a gitti.

Çiğdem Erim, Kozan'da çocukları için sabahtan akşama kadar örgü örer. ‘‘Oğlum için bir günde süpermen kazakları yaratıyor, birbirinden ilginç modelleri bir iki saat içinde çıkarıyordum. 1982'de İstanbul'a taşındık. Bende hobiye dönüşen el örgüsü, Türkiye'de moda olmuştu. Yaptığım örnekleri İstinye, gecekondularda çoğalttırarak modeller yaratmaya başladım.’’

Tarabya, Arnavutköy tepelerinde ev ev dolaşır, kadınları örgütlemeye başlar. ‘‘Çavuş dedikleri bir baş kadın vardır. Modeli ona verirsiniz, o tanıdıklarına dağıtır, verdiğiniz numuneyi birlikte çıkarırlar. İş ciddileşince işimi evden ofise taşıdım.’’

İsmini yarattığı markaya verir. ‘‘Yumruğumu vurarak bu sektöre kendi ismimle girdim. Ortaya kendimi koymaktan hiç pişman olmadım.’’ 1985'de Nişantaşı'nda toptan mağazamı açtım, üç yıl sonra bir butikle devam ettim. İkinci butiğimi Akmerkez'de açtım.’’

Bugün kürk bile satıyor. 36-38 beden genç giyim ürettik. Bu ürünlere Çiço Line adını koydum. Çocuklarım ve eşim beni bazen Çiço diye çağırırlar.’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!