Huysuz İhtiyar... Denize adam düştü

Güncelleme Tarihi:

Huysuz İhtiyar... Denize adam düştü
Oluşturulma Tarihi: Eylül 26, 1997 00:00

Haberin Devamı

Deniz kıyısındaki bankta gazetemi okuyordum. Bankın öbür ucundaki yaşlı adam, gözlerini uzaklara daldırmış kıpırtısız oturuyordu. Ortalık sessizdi. Okullar açılınca yazlıkçıların neredeyse tümü dönmüştü. Tam Sedat Ergin'in yazısına daldırmıştım ki ‘‘Cullump!’’ diye bir ses duyuldu. Ardından ‘‘Guruluk!.. Guruluk!..’’ gibisinden su içme sesleri geldi. Hemen önümüzde denize biri düşmüştü. Herhalde ayağı kaymıştı. Yüzemediğine göre, her yıl yüzlercesinin Bizimköy'e akın ettiği ‘‘Ne iş olsa yaparım beyimcilerden’’ bir Ağrılı veya Tokatlı olsa gerekti. Aslında, düştüğü yer, benim ğöğsüme geliyordu. Ama adam, suda zıpladıkça başı zar zor görünüyordu. Gazeteyi bırakıp, gömleğimin düğmelerini çözmeye başladım. Ayağımda zaten şort vardı. Yanımdaki yaşlı adam gözlerini ufuk çizgisinden ayırmadan sordu.

‘‘Ne yapmayı düşünüyorsunuz?’’

‘‘Adamı kurtaracağım.’’

‘‘Adamın canı belki de yüzmek istemiştir.’’

Rıhtımın kenarına yürüyüp sudaki adamı dikkatle izledim. Debelenmesi, yüzmekte olan birinden çok boğulmakta olan birini andırıyordu.

‘‘Hayır, bu adam yüzme bilmiyor.’’

‘‘Belki de yüzme öğreniyordur.’’

‘‘Bence bu zavallının yüzme öğrenmeye ömrü vefa etmez. Kafasından çok, kıçı suyun üstünde duruyor. Gerisiyle nefes alamaz. Bunu hemen kurtarmak gerek!’’

‘‘Pekiyi adam kurtarmayı biliyor musunuz?’’

‘‘Ohhoo!.. Ben Boğaz çocuğuyum. Bugüne kadar en az on kişiyi kurtarmışımdır.’’

‘‘İyi ama, adam kurtulmak istiyor mu bakalım?’’

Sahi yahu!.. Hiç aklıma gelmemişti. Bu garip, intihar ediyor da olabilirdi. Ölmek isteyen birini kurtarmak belalı iştir. Sizi de beraberinde götürebilir. Rıhtıma eğilip sordum.

‘‘Kurtulmak istiyor musun?’’

‘‘Luguluk!.. Gurk!..’’ gibi anlamsız bir cevap verdi ama, adamın gözlerinde bir an önce kurtarılmak isteyen bir ifade vardı.

‘‘Pekiyi, bu adamı ne şekilde kurtarmayı düşünüyorsunuz?’’

‘‘Suya atlayıp kurtaracağım...’’

‘‘Yaşınız biraz geçkince... Ama kalbiniz sağlam demek ki, aniden buz gibi suya atlayıp koca bir adamla suyun içinde boğuşmayı göze alabiliyorsunuz.’’

‘‘Açıkçası kalbim pek sağlam değil. Bundan 15 yıl önce beni Amerika'daki ünlü Methodist Hastanesi'ne yatırmışlardı. Hani, Turgut Özal'ın kalp ameliyatı geçirdiği, Profesör Debeki'nin Hastanesi... Bir sürü testten sonra kateter bile yapmışlardı bana.’’

‘‘Kateter nedir?’’

‘‘Anjiyo yani... Kalp damarlarınıza oluklu bir tel sokuyorlar sonra, telin içinden renkli bir ilaç püskürtüp hangi damarınızın tıkalı olduğunu anlıyorlar. Siz de kalbinizdeki telin seyahatini o sırada bir monitörden dizi film izler gibi seyrediyorsunuz.’’

‘‘Eee... Ne buldular?’’

‘‘Bir miktar damar tıkanıklığı, bir kalp kapakçığının yapışıp zor açılması ve Volf Parkinson White Sendromu dedikleri bir elektriklenme bozukluğu... Kısaca içki, sigara, çalışma ve sinirlenmeyi yasak ettirecek bir alay ıvır zıvır!’’

‘‘Demek ki on beş yıldır çalışmıyor ve sigara içmiyorsunuz?’’

‘‘Kiim, ben mii? Dört kişilik çalıştım. Hala, günde dört pakete sigara demiyorum. Hatta, o günden sonra içkiye de başladım. Ama şimdi azalttım. Günde bir ufak içiyorum artık.’’

‘‘Ya sinir?’’

‘‘Türkiye'de yaşıyorum!..’’

‘‘Eh, artık denize atlayabilirsiniz. Aslında geç bile kalmışsınız... Hepimizin bir vadesi vardır, sebep bahane!..’’

Yaşlı adam gerçekten haklıydı. İyilik yapayım derken suyun içinde ‘‘Hık’’ diye kalpten gitmek de vardı. Ama sudaki adamı da göz göre göre boğulmaya bırakamazdım.

‘‘Eee, pekiyi ne yapacağız?’’

‘‘Bir sopa bulursanız, uzatıp adamcağızı çekebiliriz.’’

Helal olsun, yaşlı adamın kafası çalışıyordu. Deli gibi sopa aramaya başladım. Ama bu konuda çok kısmetsizimdir. Ne zaman bir şey arasam, asla bulamam. Sonunda, sahildeki evlerin kapılarını çalmaya başladım. Nihayet biri açıldı.

‘‘Sizde bir sopa var mı?’’

‘‘Nasıl bir sopa?’’

‘‘Şöyle uzunca bir sopa canım... Hani süpürge sopası gibi!’’

‘‘Ne yapacaksınız?’’

‘‘Adamı kurtaracağım.’’

Kapıyı açan hanım yüzüme tuhaf tuhaf baktıktan sonra içeriye seslendi.

‘‘Hamdii... Biraz gelsene!’’

‘‘Ne var?’’

‘‘Kapıda biri var, sopa istiyor.’’

İri yarı bir adam elinde kalınca bir sopayla koşup geldi.

‘‘Bir terbiyesizlik filan mı yaptı?’’

‘‘Yok canım, sopayla adam kurtaracakmış!’’

Adam şaşkın şaşkın bakınırken elindeki sopayı kapıp deniz kıyısına koştum. Çok şükür, sudaki adam hala zıplayıp debeleniyordu. Sopayı hemen uzattım.

‘‘Tut şunun ucunu!’’

‘‘Aagh!..’’

‘‘Ne oldu be?.. Tut şunu!’’

‘‘Ah gözüm!.. Luk luk!..’’

‘‘Zıplayıp durma da sopayı yakala!’’

Adam, can havliyle öyle bir yapışıp asıldı ki, sopayı bırakmasam tepe üstü ben de denize yuvarlanacaktım.

O, yine suda hoplayıp zıplıyor, elindeki sopayla da dayak atar gibi denize vuruyordu.

‘‘Tüh!... Şimdi ne yapacağız?’’

O sırada gözüm açıktan geçen bir sandala ilişti. Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Yaşlı adam o sakin haliyle:

‘‘Boşuna bağırmayın, sizi duyamaz. Rüzgar karşıdan esiyor’’ dedi. Kollarımı sallayıp zıplamaya başladım. Adamcağız denizde zıplarken ben de karada zıplıyordum. Biz karşılıklı zıplaşıp dururken sandal geçip gitti. Hırsımdan çatlamak üzereydim.

‘‘Yahu gözümüzün önünde bir vatandaş boğuluyor. Biz de seyrediyoruz... Yuh olsun bize!..’’

‘‘Kendinize haksızlık etmeyin. Biz elimizden geleni yaptık. Zaten benim hayatım vatandaşlarımı kurtarmak için didinmekle geçti.’’

‘‘Yaa, doktor musunuz?’’

‘‘Hayır efendim, altı dönem milletvekilliği yaptım. Ama prostatım yüzünden son seçimlere katılamadım... Neyse, ben eve gidip itfaiyeye telefon edeyim bari... Gelip kurtarsınlar.’’

Yaşlı adam, ağır ağır bank'tan kalktı ve sakin adımlarla telefon etmeye gitti. Tam o sırada da kafama sopayı yedim. Denizdeki adam nasıl becermişse becermiş rıhtıma çıkmıştı. Bir taraftan bağırıyor, bir taraftan da elindeki sopayla bana vuruyordu.

‘‘Ulan siz ne biçim Müslümansınız!.. Bir saattir burada boğulup duruyoruz... Siz oturmuş seyrediyorsunuz! Bir de üstüne boğulan adamın sopayla kafasına vuruyorsunuz... Elinden sopayı çekip almasam gözümü çıkaracaktın namussuz!..’’

Herif ufak tefek biriydi ama, elindeki sopayla kudurmuş gibi saldırıyordu. Zaten, insanoğluna iyilik yaramazdı. Ben de adamı tutup tekrar denize attım. Boğuşurken elinden düşürdüğü sopasını da uzatıp eline tutuşturdum.

***

Eve dönerken Bakkal Ali sordu.

‘‘Bizim Ziya'yı gördün mü? Ekmek alayım diye bir saat önce sofradan kalkmış hala dönmemiş. Karısı merak içinde.’’

‘‘Ziya da kim?’’

‘‘Bizim Ağrı'nın köyünden... Buraya yeni geldi.’’

‘‘Şöyle kara kuru, sarkık bıyıklı, tepesi kel birisi mi?’’

‘‘Tamam, o işte!’’

‘‘Görmedim!..’’

deyip eve döndüm.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!