Huysuz İhtiyar...

Güncelleme Tarihi:

Huysuz İhtiyar...
Oluşturulma Tarihi: Ekim 22, 1997 00:00

Beni niye öldürmek istiyorsun Türkiye?..Ben sana ne yaptım?..Sigaram da tükenince artık bakkala gitmek kaçınılmaz olmuştu. Ekmek üç gün, zeytin peynir katıklar bir hafta önce bitmişti. Hemen, ilkyardım çantamı açıp kontrol ettim. Tentürdiyot, yara bantları, sargı bezi, kalp ve tansiyon ilaçlarım, yedek gözlüğüm, sakinleştiriciler, kanı durdurmak için tampon ve pensler, yara dikmek için özel iğne ve iplik ve de kemik kırılmalarına karşı adale gevşetici haplar yerli yerindeydiler. Sonra arazi gereçlerinin bulunduğu merdiven altından kısa saplı bir dağcı kazması, bir kangal ip, tırmanmak için ipe geçirilen dağcı kelepçeleri ve çelik bir kask aldım. Kazmayı ve kelepçeleri özel kemerime taktım. İpi omuzuma asıp kaskımı başıma geçirdim. Can yeleğimi giyip ilkyardım çantasını da sırtıma yerleştirdim. 22 kalibrelik İspanyol Star marka yakın dövüş tabancamı kılıfına koyup çiftemi elime aldıktan sonra, sırtı dişli komando bıçağımı da bacağımdaki kınına soktum.Artık bakkala gitmeye hazırdım.Bakkalla bizim evin arasında neredeyse yüz metre mesafe vardır. Yani, bakkal bir hayli uzaktadır. Bir aksilik olmazsa bir saat içinde varabilirdim. Çünkü sakınarak, gizlenerek, hatta zaman zaman sürünerek santim santim ilerlemek gerekiyordu. Tam yüz metre bu... Dile kolay!.. Yüz metre içinde adamı en az yüz tuzak bekler. Bastığınız asfalt çökebilir, yanından geçtiğiniz duvar üstünüze yıkılabilir, yeni kaçak apartman inşaatlarının altından geçerken kafanıza kalas, tuğla, demir, varil veya adam düşebilir... Derinliği belli olmayan suyla dolu bir inşaat çukuruna yuvarlanabilir, yağmurdan ötürü balçık bataklığına dönüşmüş olan, kamyonların yığdığı yol ortasındaki kum tepelerine gömülebilirsiniz. Ya da sallanan reklam tabelalarından biri tepenize saplanabilir ve tüpgazcının tüpleri her an patlayabilir... Hatta, yüksek gerilim hatlarından kopan ve yerde sürünen teller hala elektrik yüklü olabilir ve de sizi hamburger gibi kızartabilir...Yandaki boş arsada büyüyen otların arasına saklanmış biri her an üstünüze atlayabilir, yahut evlerin kapılarını kırmakta olan hırsızlardan biriyle mesaisi sırasında burun buruna gelebilirsiniz. Artık herifi görmezden gelme şansınız da kalmamıştır. Hatta ve hatta bu yüzden, yüz metre içinde Mustafa'ya bile rastlayabilirsiniz!..***Türkiye'de ezilmeden, yuvarlanmadan, yanmadan, düşmeden, cereyana kapılmadan, vurulmadan kazasız belasız 62 yaşına erişebilme şansını yakaladıktan sonra insan enfarktüs, beyin kanaması ya da kanser gibi normal ve güzel bir nedenle ölmek istiyor. Fakat Türkiye niye kızmış, neden dellenmiş bilinmez, beni ille de tepelemek için yıllardır uğraşıp duruyor!..Beni öldürmek için en zekice yazılmış polis romanlarında bile görülmeyen kapanlar, Şeytan'ın aklına gelmeyecek tuzaklar hazırlıyor.***Onun, beni ilk öldürmeye kalkıştığı sırada 18 yaşındaydım. Gecenin bir köründe gazeteden çıkmış yorgun argın eve dönüyordum. Fındıklı'da tramvaydan indim. O saatte köfteciler kapalıydı. Aç karnına yatmamak için açık bir fırından ekmek almıştım. Gecenin zifiri karanlığında caddenin karşısına geçtim. Ev, Kazancı Yokuşu'ndaydı. Her gün, gidip geldiğim bu yolu taş taş ezbere biliyordum. Kaldırım olarak hatırladığım yere adımımı attım. Ama ayağım hiçbir yere değmedi. Sıska bacaklarımla havada bir makas yaptım. Yine, zemine benzer bir yere dokunamadım. Demek ki ben artık uçuyordum. Ama Nasrettin Hoca'nın Karakaçan'ı gibi uçmasını öğrenip konmasını öğrenemediğimden, iki kilometrelik inişten sonra tepe üstü bir yerlere çakıldım. (İki metrelik yer düşerken iki kilometre gibi geliyor adama.) Karanlıkta düştüğüm çukur 1950'lerde başlayan Türkiye Büyük Kalkınma Hamlesi'nin simgesiydi. Adına Menderes Çukurları deniyordu. (Şimdiki Tayyip Çukurları gibi.) Bütün İstanbul kazılıyordu. Osmanlı'dan ve Cumhuriyet'ten kalma parke taşları ve tramvay rayları sökülüp yerine asfalt döşeniyordu. Bu asfaltlar, yaz sıcağında eriyip bazen pabuç yutuyordu. Ama olsun. İstanbul halkı artık 10 kuruşluk tramvaydan kurtulup (öğrenci 3 kuruş) 25 kuruşluk otobüse ve dolmuşa binerek Muassır Medeniyet'le ilk öpüşüp koklaşmasını yapıyordu.Meraklısına bilgi:Muassır Medeniyet, yani çağdaş uygarlık İstanbul halkının yabancısı değildi. 2. Dünya Savaşı sonunda Missuri Zırhlısı'nın İstanbul'u ziyaret ettiği gün, Muassır Medeniyet'le tanışmıştı. Başbakan Adnan Menderes'in emri üzerine caddeler süpürülmüş, kerhaneler dahil bütün dükkanlar ve devlet daireleri sarı aşı boyasına boyanmıştı. Birtakım münafık yazar ve çizer,‘‘Emperyalizm geldi!..’’gibisinden laflar etmişti. Ama İstanbul halkı bu temiz ve aşı boyalı Emperyalizm'i bir gün içinde çok sevmişti. Muassır Medeniyete uygun giyinebilmek için de Amerikan denizcilerinin sırtındaki atlet ve donları parayı bastırıp satın almıştı. Bir de Muassır sigara ve Muassır çikletlerini!.. Artık Türk halkı Bafra sigarasından ve Çengel sakızından nefret ediyordu!..***Biz, yine Menderes Çukur'unda yatmakta olan bana dönelim. Ben, düştükten sonra bet sesli biri danalar gibi bağırmaya başladı. Bir süre geçtikten sonra bağıranın ben olduğunu anladım. Oradan geçebilecek hayırsever bir vatandaştan da umudumu kesince elimden hala bırakmadığım ekmeğimi ve kırık bacağımı yanıma alıp evin yolunu tuttum!..Aslında ben, salaklık derecesinde iyi niyetli biriyimdir. Böylesine yüzlerce cinayet girişimini kötü tesadüflere, ihmalciliğe ya da dangalakça hatalara bağladım yıllarca... Hatta karikatür göstermek bahanesiyle Gırgır'a beni vurmaya gelen bir delikanlıdan, karikatür satın alıp para fişini bile yazmıştım. Getirdiği karikatürler, üç ayrı kişinin elinden çıkmış, delikanlının eline tutuşturulmuştu. Yüzüme bakamıyordu. Gözleri uyuşturucudan camlaşmıştı. Sağ elini deri ceketinin cebinden çıkarmıyordu. Karikatürlerini sol eliyle uzatıp, fişi sol eliyle almıştı. Karikatürlerini en son da göstermek için özel bir gayret harcıyordu. Odada, en sona kalmayı becermişti de... Ama niye vurmadı bilemem... Belki korkudan, belki mahcubiyetten... Belki de bu kadar salak bir herifi vurmaya değmez diye düşünmüştür.Delikanlının fotoğrafını, iki hafta sonra gazetelerde görünce ayılmıştım. Bir kahveyi taradıktan sonra kaçarken polis tarafından yakalanmıştı. Olayın üstünden bir iki hafta geçince de Gırgır'ın genç karikatürcüsü İbrahim Güngör, kaçırılıp öldürülmüştü.***60'ıma değeli birkaç ay olmuştu. Şehir dışında geliş ve gidişe açık iki şeritli bir yolda arabamla gidiyordum. Bir rampada sollama yasağı olan bir virajı alınca, birden bana doğru yan yana gelen üç araçla karşılaştım. Yani, iki şeritli bir yolda üç araç... Bir de ben, ettik mi dört araç!.. Karşıdaki kamyonu, bir otomobil sollamıştı. Bir yolcu otobüsü de kamyonu sağından geçmeye çalışıyordu. Canımı önden çekiçli bir Honda'ya borçluyum. Gazlayıp, sağımdaki en az 50 derecelik kayalıklara tırmandım. Araçlar, solumdan yel gibi geçip gittiler. Ben de adeta yan üstü yola düştüm. Yere basana dek iki tekerlek üstünde bir süre gittim. Bir anda kafam aydınlandı, her şey açıklığa kavuştu ve berraklaştı. Bu bir sürücü hatası ya da dangalaklığı olamazdı. Bu kombinezon ancak planlanmış programlanmış ve çok kez provası yapılmış bir cinayet teşebbüsü idi. Ve de ancak bunlar gibi profesyonel katillerin becerebileceği bir işti. ***Türkiye'nin beni öldürmeye karar verdiğini anladıktan sonra şansla atlattığım tehlikelerden hiçbirinin ihmalcilik ya da hata sonucu olmadığını artık biliyorum. Beni sokan sivrisineğin hortumuna bile siyanür zehiri sürmüş olmalarından kuşkulanıyorum. Örneğin, Menderes çukuru kazası şöyle gelişmişti:Gri pardesülü adam, postaneye gidip telefon etti. (O zamanlar cep ve sokak telefonları yoktu.) ‘‘Gazeteden çıkıp Beşiktaş tramvayına bindi. Her zamanki gibi Fındıklı'da inecek.’’Telefonun öbür ucundaki yaşlı adam:‘‘Anlaşıldı!..’’ deyip masasındaki telefonu açtı. ‘‘Buyrun, teknik servis...’’‘‘Fındıklıda'ki çukur hazır mı?’’‘‘Evet, tam durağın karşısında... 30 derece kuzey, 60 derece doğuda... 2 metre derinl
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!