Güncelleme Tarihi:
Yarasaların kontu
Prof. Dr. Ahmet Karataş
Yarasalara ilgisi üniversite ikinci sınıfta başladı. 1990’ların başında Doğu Karadeniz’de birkaç yıl çalıştıktan sonra yarasaları ‘eliyle koymuş gibi’ bulmasıyla dikkat çekti. “O zamanlar çalışmak zordu. Bize hep ‘Aman dokunma, sen karışma’ denirdi” diye anlatıyor ilk yılların zorluğunu. Sonraki yıllarda Türkiye’de girip çıkmadığı mağara kalmadı. Yaptığı işin önemini “Onları korumak demek, tarladaki mahsulü, dağdaki zeytini böcekten korumak demek aynı zamanda… Sayıları hızla düşüyor. Türkiye’de en çok türün göründüğü yer olan Kırklareli’ndeki Dupnisa Mağarası’nda 60 binlerden 5 binlere inmiş durumda” diye açıklıyor. Akademik kariyeri boyunca uzun süre görünmeyen türleri görüntüleyen, yeni türler keşfeden Karataş, Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) toplantılarına giderek birçok yarasanın koruma altına alınmasına öncülük etti. Yarasaların yaşadığı yerlerin ‘Yaban Hayatı Geliştirme Sahası’ ilan edilmesine de katkı sağlayan Karataş, ‘Mağaracılık Şube Müdürlüğü’nün kurulmasında da başı çekti.
Ejder ona emanet
Ahmet Demir
Atatürk sevdiği için…
Ayşen Erdil
Ayşen Erdil’in Anadolu’nun sembollerinden turnayla tanışması; çocukluk yıllarında, klasik Türk müziği seven babasının Safiye Ayla’dan ‘Turnalar uçun’ şarkısını dinlerken “Atatürk’ü bu şarkı ağlatmıştı” cümlesiyle oldu. “Aklıma koymuştum. Büyüyünce bütün turnaları Atatürk’ü ağlattıkları için öldürecektim. Oysa kuş olduklaırnı bile bilmiyordum” diyor Erdil. Daha sonra turnaların kuş olduğunu, Atatürk’ün de şarkıyı ve kuşları sevdiği için ağladığını öğrendi. “Bu bende büyük bir mahcubiyet yarattı. Bir şeyler yapmak zorunda hissettim” diye anlatıyor duygularını. Erdil daha sonra doktorların üye olduğu Symbiosis Derneği’ni kurdu. “Doğa sağlıklı olursa sizler de sağlıklı olursunuz” diye gittiği yerlerde turnalar için çalıştı. American Academy of Audiology kurumundan yardımseverlik ödülü aldı. Şimdiki hedefi bir turna müzesi kurmak.
Uçan kuşta hakkı var
Tansu Gürpınar
Lüferi santim santim büyütüyor
Defne Koryürek
Lüfer deyince aklımıza gelen ilk isimlerden Defne Koryürek... 2009’da televizyonda dört biliminsanının Boğaz’ın sembolü olan bu balıkla ilgili olarak “Böyle avlanırsak beş yıla kalmaz yok olur” cümlesi aklına takıldı. “İstanbul çocuğu olduğum halde böyle bir canlının yok olduğunu bilmiyordum” diyor Koryürek ve ekliyor: “Ne olduysa bundan sonra oldu. Hayatım değişti.” Önce biliminsanlarıyla görüştü ve lüfer hakkında alabildiği kadar bilgi almaya çalıştı. Koryürek, “Lüfer kampanyasına başladığımızda biz de önüne geleni tüketen insanlardık. Lüferi korumak için çalıştıkça değişmeye başladık. Doğa üzerindeki yıkıcılığımızı daha iyi gördük. Sonra fark ettik ki lüfer için söylediğimiz her şeyi İstanbul’un ağacı için de, kuşu için de söylemek mümkün. Lüferi korumak aslında bir anlamda İstanbul’u korumak demek” diyor. Sonrası gece gündüz çalışma, kampanyalarla doğruları yanlışları anlatma uğraşı ve lüferin varlığını devam ettirebilmesi için balıkçısından tüketicisine, bürokratına kadar ikna etme çabası... “Lüferin avlanma boyu olarak hedefimiz 24 santimetreydi. Bu, balığın soyunu devam ettirebileceği boyu ifade ediyordu” diyor Koryürek. Sonra iki yıl boyunca ellerinde mezura balıkçı balıkçı dolaşarak, her bürokratın kapısını çalarak, İstanbul’un balıkla ilişkisini sembol yaparak lüfer için çalıştılar. Lüferin 14 santimetre olan boy sınırını 20 santimetreye çıkarmayı başardılar ancak daha sonra bu, 18 santimetreye indi. Yine de artık balıkların boyuyla ilgili daha sıkı denetimler yapılması sevindirici. Ondan da önemlisi tüketicilerin artık balık alırken boyuna dikkat edip balıkçıyı ikaz etmesi... Bu mücadelenin bir başka güzel meyvesi de Tarım Bakanlığı bünyesinde Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün kurulması...
Lüfer mücadelesi Slow Food bünyesinde ‘Fikir Sahibi Damaklar Grubu’ tarafından devam ettiriliyor. Lüferin kaderiyle birlikte Defne Koryürek’in de hayatı değişmiş: “Ben daha önce aşçı ve bir yerde kasaptım. Şimdiyse hiçbir canlıyı yemiyorum. Çok radikal bir dönüşüm geçirdim bu sürede” diyor.
Dağhorozuyla dans etmeye başlamıştım
Süreyya İsfendiyaroğlu
Varlığından haberimiz bile yoktu
Cem Orkun Kıraç
O kelaynakları, kelaynaklar da Anadolu doğasını korudu
Belkıs Balpınar (Acar)
Van Gölü’nün yüreğindeki sırrı keşfetti
Prof. Dr. Mustafa Sarı
Mustafa Sarı bundan 25 yıl önce Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ne araştırma görevlisi olmak üzere gittiğinde tanıştı inci kefaliyle. O yıllar bu balığın; Karadeniz’de hamsinin de tükenmesinden sorumlu tutulan gırgır ağıyla, üreme için geldikleri akarsuların ağızlarında avlandığı yıllardı.
Evet, başarısız oldum ama...
1992’de 25 yaşında genç bir asistanken karar verdi sarı inci kefaliyle ilgili bir doktora tezi hazırlamaya. Ancak 1997’de tezi bittiğinde korkunç gerçekle de yüzleşti: “O yıllarda toplam 15 bin ton avlanan inci kefalinin yüzde 90’ı üreme döneminde, derelere yumurtlamak için gelmiş balıkların avlanmasından oluşuyordu. Yasal avcılık sadece toplam avın yüzde 10’uydu”. Sarı şöyle başlıyor mücadelesini anlatmaya: “Geliştirdiğim alternatif balıkçılık yönetim modeliyle bu kötü gidişatı durdurmaya niyet ederken çok heyecanlıydım. Oysa inci kefalinin üreme dönemine endeksli olarak kurgulanmış bir ekonomik düzen vardı. Dere boylarındaki köylerde devlet eliyle balık avcılığı için kooperatifler kurdurulmuş, her köyde bir ‘bent ağası’ hüküm sürüyor, göl çevresindeki tüm balığın geliri birkaç insanın cebine giriyordu. İlk iş, devleti harekete geçirmek istedim. Başarısız oldum. Sonra üreme döneminde kaçak balık avlayanlarla onların balıklarını alıp satanları bir araya getirerek yeni bir model denedim. Yine başarılı olamadım. Beni ‘inci kefalini katlettirmek, balıkçılarla çıkar ilişkisine girmekten’ mahkemeye verdiler. Ama bu dönemde çabalarımızla bir farkındalık da oluşmaya başladı. Şahika ve Asaf Ertan çiftinin katkılarıyla göl çevresinde STK merkezli yeni bir çalışma başlattık hep birlikte ve sonunda bu modelde köylülere üreme zamanında avladıkları her balığın kendi bindikleri dalı kesmek olduğunu anlatabildik bir parça. Köylüler yavaş yavaş üreme dönemi avcılığından vazgeçti.” Bugün inci kefalinin kaçak avlanması için bent kurulan Erciş Deliçay’da bir balık göç gözlem alanı var ve her yıl Uluslararası İnci Kefali Göçü Kültür ve Sanat Festivali yapılıyor. Artık inci kefalinin korunması için Tarım Bakanlığı her yıl bütçe ayırıyor.
Okullara adı veriliyor
Kaçakçılığı önlemek için Van Gölü’nde üç tane jandarma asayiş botu var. Avcılık bilimsel sınırların içinde gerçekleşmeye başladı. Kaçak avcılık büyük oranda önlendi ve inci kefalinden sağlanan gelir 1.2 milyon dolardan 12 milyon dolara çıktı. Bu balığın, Van Valiliği karşısındaki meydanda bugün kocaman bir heykeli var. Erciş Kaymakamlığı’nın, Muradiye Kaymakamlığı’nın ve Erciş Belediyesi’nin logosunu süslüyor. Göl çevresindeki okullara ‘inci kefali’ adı veriliyor.