‘Ölüm bir yaşamı sonlandırıyor, aramızdaki ilişkiyi değil’

Güncelleme Tarihi:

‘Ölüm bir yaşamı sonlandırıyor, aramızdaki ilişkiyi değil’
Oluşturulma Tarihi: Mart 02, 2025 07:00

‘Devam Eden Bağlar’ modelinin yaratıcılarından Prof. Dr. Dennis Klass’la birlikte saygın ‘Death Studies’ akademik dergisinde bir makale yayımlayan uzman psikolog Zeynep Selvili Batuk: “Bektaşi kültüründe ‘Öldü’ yerine ‘Gözümden gönlüme aktı’ derlermiş. Sahiden de öyle olmuyor mu?”

Haberin Devamı

Özşefkat ve yas üzerine çalışmaları olan uzman psikolog Zeynep Selvili Batuk’un ölen sevdiklerimizle bağlarımızı sürdürmeyi konu alan makalesi yakın zamanda tanatoloji (ölümü inceleyen bilim dalı) alanındaki en saygın dergilerden biri olan Death Studies’de yayımlandı. Instagram hesabında yas üzerine konuşulmayanları konuşulabilir kılmaya yönelik paylaşımlar yapan Selvili Batuk yine sosyal medya üzerinden, yas tutan birine nasıl destek olabileceğimize yönelik bilgiler içeren e-kitaplar da yayımlıyor. Başarılı psikologla psikolojinin bu az ilgi gören alanını konuştuk.

Kartalkaya’da daha yeni bir toplumsal felaket yaşadık. O yüzden önce en taze yasımızı sormak istiyorum. Uzun süre etrafımdaki herkeste bir keyifsizlik, durgunluk gördüm. Kimimizde hâlâ sürüyor bu. Sadece yangın da değil; üst üste gelen çocuk, kadın, hayvan kayıpları, depremler, orman yangınları... Kolektif bir yas hali görüyor musunuz bugün Türkiye’ye bakınca?

Haberin Devamı

Travma Yunancada ‘yara’ anlamına gelirmiş. Travma birçok başka tanımının yanı sıra dünyayı ve kendimizi anlama biçimimizin aldığı ölümcül bir yara aynı zamanda. Bazı ani yaşantılar bir zamanlar inandığımızdan bambaşka bir dünyayı açığa çıkarır; tahmin edilemez, kontrol edilemez, adaletsiz bir dünyayı. Dokunulmaz olmadığımız gerçeğiyle yüzleşiriz. Sarsıcı bir yaşam olayı yaşamış kişilerle tekrar tekrar karşımıza çıkan bir cümle vardır: “Benim başıma geleceğini hiç düşünmemiştim.” Arka arkaya o kadar çok felaket yaşadık ki yaşananlar karşısında kötü şeylerin bizim de başımıza gelebileceği gerçeği çoğumuzun belki de ilk kez bu kadar yoğun bir biçimde duygu alanına girdi.

‘Ölüm bir yaşamı sonlandırıyor, aramızdaki ilişkiyi değil’

“Bazı ani yaşantılar bir zamanlar inandığımızdan bambaşka bir dünyayı açığa çıkarır; tahmin edilemez, kontrol edilemez, adaletsiz bir dünyayı.”

Travma sonrası yası konu alan üç rehber kitapçık yayımladınız. Yas tutan birine nasıl destek oluruz?

Haberin Devamı

Karşınızdakinin tek ihtiyacı kendini iyi hissetmekmiş gibi davranmayın. Bir yara yokmuş gibi, hiç açılmamış gibi davranmayın, olumlu tarafını düşünme önermeleri sunmayın: “En azından güzel bir hayatı oldu”, “En azından acıları dindi”, “En azından diğer ebeveynin hayatta” gibi... Bunları söyleyenlerin genelde tamamı iyiliğimizi isteyen insanlardır. Yine de bu sözler bizi rahatsız edebilir. Çünkü çoğumuz böyle bir acının içinden geçerken bir şey söylenmesini değil, anlaşıldığımızı hissetmeyi isteriz. Her şeyin en doğrusunu bilen rehberlerden ziyade söylenecek hiçbir sözün acımızı unutturmayacağını baştan kabul eden eşlikçilere ihtiyaç duyarız.

Yasın beş evresi olduğu doğru mu?

Haberin Devamı

Yasın aşamalarla anlatısallaştırılması hem açıklamayı kolaylaştırır, hem öngörü ve kontrol duygumuzu pekiştirir hem de bazı şeyleri normalleştirir. Örneğin İsveçli psikiyatr Kübler Ross’un sunduğu bu modelde öfke aşamasından söz edilir. Bu da yasın üzüntü duygusundan ibaret olmadığına işaret eder. Fakat bu hâkim yas anlayışının açıkladıkları kadar eksik bıraktığı, normalleştirdikleri kadar anormalleştirdikleri de var. Popülerliğine rağmen yasın aşamalarla ilerlediği anlayışını ampirik olarak test etmek için çok az girişimde bulunuldu. Zaten bana sorarsanız bu anlayış popülerliğini bilimsel olarak geçerliliği olmasına değil, evrensel refleksimizle tutarlı olmasına borçlu. Tamamlama temel refleksimiz. Cevapsız kalan sorular gibi sonu bir yere bağlanmayan hikâyeleri de sevmiyoruz.

Haberin Devamı

‘Ölüm bir yaşamı sonlandırıyor, aramızdaki ilişkiyi değil’

Çoğumuz yasın sadece sevdiğimiz biri vefat ettiğinde yaşandığını zannediyoruz. Sosyal medyadaki paylaşımlarınızdan öğrendim ki; farklı yaslar da var...

Yas kuramcısı Colin Murray Parkes “Yas, dünyanın nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiği arasındaki tutarsızlığın farkına varılmasından doğan bir duygudur” der. Bu tanım bence en gerçek tanımlardan biri. Biz yası genelde ölümle ilişkilendiririz ama ölüm içermeyen kayıplar söz konusu olduğunda da yas tutarız. Bazen yasını tuttuğumuz kişi hâlâ hayatta olabilir, belki onunla ilişkimiz son bulmuştur veya ilişkimizin doğası -demans gibi bilişsel yetilerinin kaybından dolayı örneğin- değişmiştir.
Taşınma, sağlığımızın bozulması veya sağlığımızın, bedenimizin arzuladığımız bazı şeylere el vermemesi, yaşlanma, emekli olma, iş kaybetme, iş değiştirme... Üstelik bazen hayallerimizin, ideallerimizin, özgürlüğümüzün kaybı gibi gözle görülmeyen kayıplar da veririz. Özetle yas, yaşamımızda önem taşıyan her türlü nesnenin kaybına karşı verdiğimiz duygusal, bilişsel, davranışsal, fiziksel, ruhani ve sosyal tepkilerin birleşimidir.

Haberin Devamı

Zamanla azalan ve biten bir şey midir?

Nasıl ki bir kemiğiniz kırıldığında ne kadar iyi kaynarsa kaynasın, yıllar sonra bile çekilen bir röntgenle nereden kırıldığı görülebilir, yas da böyledir, kişiyi sonsuza dek değiştirir. Geçen veya tamamlanan bir şey değildir. Bu nedenle ‘yeniden düzenleme, uyum sağlama’ ifadelerini kullanmak daha yerinde olur. Evet, çoğunlukla belirli bir zaman sonra duygusal ve davranışsal tepkiler azalır. Yasımız değişir. Fakat bana sorarsanız, yas, bir deniz ritmiyle işlemeye hep devam eder: Kabarır, kıyıya vurur ve ardından geri çekilir. Sonra tekrar kabarır, tekrar kıyıya vurur, tekrar geri çekilir...

Kaybettiğimiz yakınlarımızla sürdürdüğümüz bağlar hakkındaki son makalenizde ele aldığınız konular neler?

Özetlemeye çalışayım: Bana göre ‘iyileşme’ dediğimiz şey eski yaşamımıza dönüşten ziyade -birçok başka şeyin yanı sıra- bir teselli bulabilmektir. Bazı şeyleri ölüme rağmen yaşatabilecek olduğumuzu, aramızdaki sevginin ölmediğini hissetmek... Bunlar bizim sığınağımız olur. ‘Devam Eden Bağlar’ modelini geliştiren kuramcılara göre en yaygın teselli kaynağı, yaşayanların ölülerle bağlarını sürdürmesi. Bektaşi kültüründe “Öldü” yerine “Gözümden gönlüme aktı” derlermiş. Sahiden de öyle olmuyor mu? Neticede ölüm bir yaşamı sonlandırıyor, aramızdaki ilişkiyi değil. Aslında yas tutarken gözlenen başka birçok yaşantıyı devam eden bağlar olarak değerlendirebiliriz. Örneğin, ölen sevdiğimizden kalan veya onu bize hatırlatan somut nesneler, onunla bir biçimde temasa geçebilmenin sık başvurulan bir yoludur. Özdeşim deneyimleri de devam eden bağlara birer örnektir. Örneğin, davranışlarımızda, düşüncelerimizde, duygulanımımızda sevdiğimiz kişiden parçalar görmeye başlayabiliriz. Ya da mesela ölen sevdiğimizin yapmaktan keyif aldığı şeyleri yaptığımızı veya yarım bıraktığı şeyleri tamamlamaya çalıştığımızı fark edebiliriz. Onu artık içsel bir destek, bir rehber olarak görmeye başlayabiliriz. Bazı zor durumlarda, o olsa ne yapardı diye düşünebiliriz. Örneklememin mümkün olmadığı kadar çeşit araç var sevdiklerimizle bağlarımızı devam ettirmek için.

‘Ölüm bir yaşamı sonlandırıyor, aramızdaki ilişkiyi değil’

Zeynep Selvili Batuk ve 4 yıl önce vefat eden babası Haluk Selvili.

‘BİZİM İÇİN ÖNEMLİ OLMUŞ İNSANLARIN İZLERİNİ ASLA YİTİRMEYİZ’ 

Ölüm üzerine çalışmanızın kişisel bir hikâyesi var bildiğim kadarıyla. Babanız Haluk Selvili 4 yıl önce vefat etti. Bugünlerde yasın nasıl bir dönemindesiniz?

İyi günlerim kötü günlerimden çok daha fazla artık. Neşeme tekrar kavuştum. Zaten soluk almaksızın yas tutmak diye bir şey yok bana sorarsanız. Hepsinden önemlisi, yaşadığım şeye rağmen hayatı sevmek için bir değil, birçok nedenim var. Fakat tüm bunlarla birlikte arka planda hep cılız da olsa varlığını sürdüren bir şey var. Bunu önemli bir kayıp yaşamış başka insanlarda da görüyorum. Tek kelimeyle anlatmam mümkün değil fakat bir kelime seçmek zorunda kalsaydım, o kelime ‘hüzün’ olurdu. Bir bozukluk olarak tanımlayamayacağımız kadar hafif ama kamufle edilemeyecek kadar açık, her halimle birlikte var olan bir hüzün taşıyorum içimde. Beni esir alan bir duygu değil bahsettiğim. O ilk zamanların diri acısından farklı. Belirli anlarda o acıyla kesişiyor ama ondan fazlasını içeriyor. Acının, kaygının, özlemin ve birçok başka şeyin üst üste binmesi sanki. Herkes bu acıyla baş etmek için kendi formülünü buluyor. Benim biricik deneyimimse bana şunu söylüyor: Babamın yokluğuna dayanabiliyorsam, babam tümüyle yok olmadığı için dayanabiliyorum. Onu artık bir ilham kaynağı, bir rehber olarak görmeye başladım. Önemli kararlar alırken o olsa ne yapardı diye düşünüyorum. Kendimi hırpaladığım zamanlarda, kendimi onun beni gördüğü gibi görmeyi deniyorum. Onun bana verdiği desteği, kendime vermeye çalışıyorum. Bazen de bir başkasına onun bana davrandığı gibi davranarak onu yaşatıyorum. Birini sevmek, biraz da ona dönüşmektir bence. Ve yaşadığımız sürece, bizim için önemli olmuş insanların bizdeki izlerini asla yitirmeyiz, onları fiziksel dünyada yitirmiş olsak bile.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!