Güncelleme Tarihi:
Seray Şahiner’in “Yazılmamış gibi yazmak istediğim için 15 yıl sürdü” dediği kitabı ‘Vatan Millet Samatya’ Doğan Kitap etiketiyle okurla buluştu. Kişisel tarihinde önemli yeri olan Samatya’da buluştuk Seray Şahiner’le...
◊ ‘Vatan Millet Samatya’yı 2009’da yazmaya başlamışsınız. Neden bu kadar bekledi?
2009’da bulvarlaşma ve kentin dönüşümüyle beraber içindeki ailelerin de dönüşümü üzerine bir kitap yazmaya karar verdim. Adı belliydi; bu kitaptı. Oturdum, yazdım. ‘Vatan Millet Samatya’yı yazmaya başladığımda henüz ‘Hanımların Dikkatine’ çıkmamıştı ama bitmişti. Bu romanı yazmanın tahmin ettiğimden daha zor olduğunu anladığımda, zaten ilk yazımı bitmişti. Sonra ikici kitabımı tekrar yazıp yayımladım. Genelde her kitabı defalarca yazarım. ‘Vatan Millet Samatya’, “Biraz daha araştırayım” dedikçe demlendi. O arada ‘Antabus’u yazdım. Dedim ki, biraz daha demlensin, arada
5 kitap daha yazıp yayımladım. ‘Vatan Millet Samatya’yı da 11-12 kere sıfırdan yazmışımdır.
◊ Sıfırdan derken...
Sıfırdan, yeniden kurgulayarak... Her yazdığımda bir o kadarını da atarak ilerledim. Uzun süre muhabirlik yaptım. Röportaj kaseti çözmek sayesinde ‘doğal konuşma nasıl olur’u öğrenmiş oldum. Hiçbirimiz ‘Soğuktu ve yağmur çiseliyordu’ diye dolaşmıyoruz. Yazılmamış gibi yazmak istediğim bir kitaba çalıştığım için ‘Vatan Millet Samatya’ 15 yıl sürdü. 30 yılı kapsayan bir anlatı ve jenerasyonlar değişiyor. Bir dönem hikâyesi, hayatımın da çok büyük bir dönemini kaplamış oldu.
◊ Samatya sizin için ne ifade ediyor?
Samatya’da büyüdüm ve aslında burada yaşlanmayı planlıyordum. Sonra çok ağır bir kentsel dönüşüm geldi... Taşınmak zorunda kaldım. 13-14 yaşlarımdan itibaren 20 yılım bu semtte geçti. Ondan önce de yine Suriçi’nde, Fatih’teydim. Dilini, jargonunu bildiğim sokaklar. Bu, kitabı yazarken avantaj oldu. 50 yıl öncesini yazdım ama akademik araştırmanın yanı sıra çok fazla sözlü tanıklıkla da muhataptım. Mekânın içindeydim. Buradan geçerken bir kayıt cihazı olarak geçmiyorum, komşunun kızı olarak geçiyorum. Aslında ne iş yaptığını belli etmeyen bir antropolog gibi çalıştım. Çünkü bir yandan, o camdan sepet sallayan kadın da benim.
◊ ‘Antabus’ ve ‘Ülker Abla’da içine konuşan kadınlar vardı. Bu kitapta içine konuşan çocuklar mı var? Ortak noktaları görünmezlikleri diyebilir miyiz?
‘Ülker Abla’ ve ‘Antabus’ yok sayılmaktan mustarip, kötücül manada parmakla işaret edilmedikçe görülmeyen ve fark edilmeyi bir tehlike olarak yaşayan kadınların hikâyeleriydi. ‘Vatan Millet Samatya’da üç kuşağı, iki çocuğun gözünden anlatıyorum. İlk kahramanımız bir çocuk, ikincisi de yıllar sonra, onun çocuğu. Dönemlerinin medyasına ve kitle iletişim araçlarına benzeyen çocuklar yazmaya çalıştım. Birinci çocuk Melek. Onun 1970’lerdeki çocukluğunu anlatıyorum. Tek kanallı televizyon dönemi, radyo daha yaygın. O daha radyo bir çocuk. Daha net, daha sözlü anlatıya ve betimlemeye yatkın bir üslubu var. İkinci çocuk İnci’de; çok kanallı yayının çıktığı, 90’lardaki bir çocukluktan bahsediyoruz. Daha ışıklı, daha spotlu. Gösterecek bir şeyi yoksa da gösterme atmosferinde büyümüş ve bakacak bir şeyi yoksa da cama bakıyor, camdan bakıyor. Kendine ekranlar arıyor. İlk çocuk daha sokakta, onun görünmez olması anonimliğin getirdiği bir avantaj aslında. Sokağın tehlikesini yaşayarak öğreniyor. İki çocuk da bir önceki kuşağın travmalarını taşıyarak büyüyor.
◊ Sevgisiz geçen çocukluk nelere sebep oluyor sizce?
Anlattığım çocuklar, kadınlar ve erkekler dengeli değiller. Dengede durmaya çalışıyorlar, hem de ip üstünde... Kitabın karakter bazında çıkış noktalarından biri akran zorbalığı. Anlatılan babalar da akran zorbalığına uğramış, ağzından hikâyeyi dinlediğimiz iki çocuk da akran zorbalığına uğruyor. Akran zorbalığının en temel noktası “Seni dışlarız” tehdididir. Her hayali elinde patlamış çocuklar bunlar ama bu onlara da ailelerine de direnç veriyor. Düşüyorlar, ‘acımadı ki’ deyip kalkıyorlar. Onların temel derdi sevilmek. İstediği sevgiyi alamayınca insan onun yerine protezler geliştiriyor. Sevgiyi alamadım, o zaman ilgi alayım, saygı alayım... İlgi dediğimiz şey kampanyası yapılabilen, saygı da projelendirilebilen bir şey. “Kötü ama kedilerin başını okşuyor, iyi yanları da var” diyen bir yazar değilim. Çocuğunu döven adam, okşamasın kedinin başını, ben okşarım. Kitapta erkekler saygı görmek istediği için saygısızca davranıyor, sevilmek istediği için zulmediyorlar. Ne istiyorlarsa antisini veriyorlar. Bence zulüm de budur.
‘Hayalde dirayet iyi bir şey bence’
◊ İlk kitabınız çıktığında 23 yaşındaydınız. Sonrasında birçok önemli ödül, tiyatroya uyarlanan eserler... Yeni hayaller, hedefler var mı?
8 yaşımdan beri bir hayalim var: Daha iyi yazayım, bir daha yazayım... Daha iyi bir cümle arıyorum. Daha yeni, iki çocuğun hikâyesini anlatan bir roman yazmışken onun üzerine denk düşecek bir şey de söyleyeyim: Çocukluk hayalinde de inat etmedikten sonra ben bu hayatı ne yapayım? Daha garantili bir hayat da seçebilirdim. Garantiye oynamak bana çok daha riskli geldi. Hayalimi ziyan edermişim gibi geldi. Hayalde dirayet iyi bir şey bence.