İnsan hikâyelerinin izinde...

Güncelleme Tarihi:

İnsan hikâyelerinin izinde...
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 18, 2025 07:00

Geçen hafta 71. Sait Faik Hikâye Armağanı’na layık görülen Burçe Bahadır hem öykülerinde hem belgesellerinde insan hikâyelerinin peşine düşüyor. Çocukluğun özgürlüğünü, kadınların bastırılan sesini, geçmişin bugüne yansıyan izlerini ve sıradan hayatların kırılmalarını anlatıyor: “Geçmiş bir noktada yok oluyor gibi görünse de orada attığınız tohumlar, burada yeşeriyor.”

Haberin Devamı

Burçe Bahadır bir yazar, belgeselci, yapımcı ve yönetmen. Aynı zamanda anne. Ankaralı... Büyük yazarın hatırasına her sene verilen Sait Faik Hikâye Armağanı’nı bu yıl ‘Şimdi Dönecek Dünya’ adlı kitabıyla kazanan Burçe Bahadır’a öykülerini, çocukluğunu, Ankara’yı ve “Bu hayatta şansım olsa gider az ötede doğardım” demek zorunda kalan kadınları sorduk.

Belgesellerinize verilen ödüller, 33. Haldun Taner Öykü Ödülü... Bu hafta da 71. Sait Faik Hikâye Armağanı aldığınız duyuruldu... Bu başarıların sizde uyandırdığı duygular neler?

Yazmaya devam edebilirim hissini uyandırdı. İnsanın kendine çok güvendiği ya da ben bunu katiyen beceremem dediği alanlar vardır. Kendinizi bilirsiniz. Yemek yapamam ama çok iyi araba kullanırım. Resim yapamam ama dikişi hallederim gibi. Yazı yazmak biraz inişli çıkışlı bir uğraşı. Rezalet ve iyi oldu arasında çok gidip gelirim. Arası yoktur. Ödüller bir nevi can suyu. ‘Hadi kalk da yaz, bak iyi gidiyor’ diyor insana.

Haberin Devamı

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunusunuz. Ankara’da mı yaşıyorsunuz?

Altı aylık bir İstanbul mecburiyeti dışında hep Ankara’da yaşadım. Ayrılmak istemedim. Ankara’nın özelliği, orta sınıfın bütün katmanlarının var olabildiği ve bir noktada mutlaka yollarının kesiştiği bir şehir olması. Bu anlamda çok zengin. Tektip gibi görünür ama kendi içinde epeyce renklidir.

İnsan hikâyelerinin izinde...

Kitabınızda Ankara’da geçen bir öykü de var...

12 Eylül dönemini bir çocuğun gözünden anlatmak istiyordum. Güven içinde hissetmekle tehlikenin tam göbeğinde olmanın o tuhaf halini. Sadece politikayla ilgilenenler değil, sıradan aileler de tehlikenin içindeydi. Ankara’da herkesin ‘güçlü’ bir tanıdığı vardır. Kimi aileler çocuklarını bu sayede koruyabildi, kimileri buna rağmen bir şey yapamadı. Bir çocuğun kendince anlamlandırdığı o ‘saçma’ zamanları anlatmak istiyordum. O öykü Ankara’dan başka bir şehirde geçemezdi.

Haberin Devamı

Nasıl bir çocuktunuz? ‘Anlatmak isteyen’ biri olduğunuzu ne zaman fark ettiniz?

Şanslı bir çocuktum. Ailem kalabalıktı, gelen giden çok olurdu, sokağa çıkınca oynayacak birilerini muhakkak bulurdum. Şimdinin çocuklarına göre çok daha özgürdük. Kendimi bildim bileli bir şeyler anlatırdım, en büyük şansım dinleyen birilerini bulabilmekti.

Hem belgeselci hem öykücü kimliğiniz var. İkisi birbirini nasıl besliyor?

İkisinin de odağı insan hikâyesi. Belgesel sayesinde insanları dinlemeyi öğrendim. Anlamaya çalışmayı. Onlar anlatırken yüzlerine bakmayı. Mimiklerin kıymetini. Öykü yazarken de çok şey öğrendim. Ne sormalıyım, çatıyı nasıl kurmalıyım, kurguda neyi atıp neyi bırakmalıyım... İkisi birbirini sürekli besleyen, sonra da beni terbiye eden öğretmenlerim gibi.

Haberin Devamı

Çocuklar, kadınlar, önyargılar üzerine belgeselleriniz var. Öykülerinizde nelere alan açıyorsunuz?

Öykünün gerçekliği çok başka. Bir olayın hakikaten yaşanması yetmiyor. İnsanın sadece iyiden ya da kötüden ibaret olmadığını, bir mekânda canavar, diğerinde kurban rolüne girebileceğini biliyorum ve bunu anlatmayı seviyorum. İnsanlık hallerinin her biri etkileyici. Ama şimdilik en çok kadınlar ve çocuklar. Onların dünyası çok derin.

Zamanın değerli olduğu bir çağdayız. Sizin onunla ilişkiniz nasıl?

Çocuklarım doğduğundan beri acelem var. Hep bir yerlere yetişmeye çalışıyorum. Zamanın düz bir çizgide seyretmediğini gördüm. Geçmiş bir noktada yok oluyor gibi görünse de orada attığınız tohumlar, burada yeşeriyor.

Haberin Devamı

Öykülerinizde kayıplar, aldatma, hayatın rutinleri, ilişkiler bir arada ama kasvetli bir dil hiç yok. Yaşamın zorluklarıyla baş etme konusunda nasıl birisiniz?

Genelde keyfim yerindedir. Geri dönülmez kayıplarda dik durmak kolay değil elbette, onu ayrı tutuyorum.

‘CEZALARI AZ BULDUKLARI İÇİN BU KADAR PERVASIZLAR’

‘Kızlar Söz Dinlemese Nasıl Dönecek Dünya’yı ayrıca sormak istiyorum. Bu öykünün özel bir hikâyesi var mı? “Bu hayatta şansım olsa gider az ötede doğardım” cümlesi çok şey düşündürüyor…

Anneleriyle cezaevinde yaşayan çocukları anlatan bir belgesel çekmiştim. Şükran o annelerden biriydi. 14 yaşında berdel usulü evlendirilmiş, abisi boşanınca onun da ayrılması istenmiş, çocuğunu koca evinde bırakması için zorlanmış, kocası tarafından suça itilmiş bir kadın. Hikâyesi öyküdeki gibi bitmedi neyse ki. Şükran cezaevinden çıktı, kızını Çocuk Esirgeme’den aldı, iş buldu ve sevdiği biriyle evlendi. Çok uzak değil gerçekten de biraz ötede doğabilseydi onun gibi akıllı ve becerikli bir kadının bambaşka bir hayatı olabilirdi. 

Haberin Devamı

2014 yılında ‘Ölmekten Yorulmuşuz’ adlı bir belgesel çekmiş, eşlerini öldüren kadın ve erkeklerle, ölen kadınların yakınlarıyla konuşmuştunuz...

30 sene tahammül ettikten sonra onu sattığı ve dövdüğü için kocasını öldüren Suna’ya cezaevinde ne hissettiğini sormuştum, “Özgür ve emniyette” diye cevapladı. Dışarısı onun için bir açık hava cezaevi olmuştu çünkü. Karısını öldüren Hamit’eyse “Ne zaman korktun” diye sordum. Hamit ne zaman korkmuş biliyor musunuz? Hâkim “84 yıl ceza” dediğinde. İyi hal, indirimdi derken cezası 14 yıla düşmüştü. Kadınların rahat nefes alması çok kolay esasında. Hamitlerin korktuğunun başına gelmesi gerekiyor. Cezaları az buldukları için bu kadar pervasızlar.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!