Güncelleme Tarihi:
Anne-babalar olarak sömestirde birkaç gün izin alıp çocuklarla plan yapmak iyi oluyor. Ailece vakit geçirmiş oluyoruz. Önce sinema, sonra yemek ve biraz da alışveriş... Sıradan bir plan ama çocuklar genelde bunu istiyor.
Karne tatilinin ilk günü biz de ailece çıktık, sinema ve yemek kısmını bitirdikten sonra alışveriş merkezinde bir tur atalım dedik. Açtım bastonu, diğer elim kızımın omzunda, hem yürüyor hem konuşuyoruz. Kızım “Şu var, bu var” diye anlatıyor. İstediği bir takıyı arıyoruz. Her mağazaya, reyona girişimizde benzer cümleler duyuyorum etraftan: “Bak babasını gezdiriyor, ne güzel, aferin.” Bazıları geçerken kızımın omzunu okşuyormuş hatta. Benim duymayacağım şekilde takdir edenler de varmış “Çok sevap” diye.
“Ne cesaret, ben asla yapmam” diyeni bile duydum. Anlatınca güldük, “Aferin kız, sayemde cenneti garantiledin” dedim. Hatta yakınlarda olanların duyabileceği bir sesle “Cennete gitmek isteyen varsa ben götürebilirim” dediğimde koptu bizimki. Gülüp geçiyoruz ama aslında içten içe yaralanıyoruz. Baba-kız geziyor diye düşünmek zor mu? Bizim de sizin gibi olduğumuzu düşünememenizi bir türlü kabul edemiyorum.
Böyle yaşandı tatilin ilk günü. ‘Hangimiz, ne kadar yaralandık acaba’ diye düşünerek girdim evin kapısından. “Haydi, bir çay demleyelim” sözü çıktı ağzımdan. Bana anlatılan bir karikatür vardı, adamlardan biri havalara uçuyor “Buldum, buldum, mutluluğun formülünü buldum” diye, diğeri de “Hadi yaa, o zaman ben bir çay demleyeyim” diye yanıt veriyordu.
O geldi aklıma.
Ablaları gezdirmek...
Bu konuyla ilgili geçen gün görmeyen bir arkadaşımdan mektup geldi. Yaşadıklarıma benzer şeyler anlatıyordu, sizinle paylaşayım:
“Körlük, sağırlık... İnsanlar bu kelimeleri duyduklarında genelde içlerine bir acıma duygusu ve hüzün çöker. Sonrasında biraz da kendi içlerini rahatlatmak için bazı düşüncelere kapılırlar. ‘En azından yanında birileri var, en azından elinden tutanı var...’ gibi.
Ben körlüğümden hiç rahatsız olmadım. Bence görememek ve görmek arasında pek bir fark yok. Zorlaştıran bizleriz. Birkaç gün önce benim gibi kör olan bir arkadaşımla kuzenimin karne hediyesi için buluşup dolaşmaya karar verdik. Kuzenim 12-13 yaşlarında, bizlerse 23-25 yaşlarındayız. Normalde ‘Ne güzel, karne hediyesi olarak ablaları onu gezdiriyor’ denir. Ama olay körlerle olunca farklı yorumlanıyor: ‘Aa, ne güzel, ablalarını dışarı çıkarmış, gezdiriyor’, ‘Maşallah sana, ablalarını mı gezdiriyorsun sen? Keşke her çocuk sen gibi olsa’...
Bizden büyük biriyle dışarı çıktığımızda çocukmuşuz, çocuklarla olduğumuzda da yardıma muhtaç birisiymişiz gibi görünüyor. Arkadaşımız ebeveynimiz oluyor. Mağazalarda ve kafelerdeki fısıldaşmaları hatta bakışmaları hissediyoruz. Bu ilk başta kırıcı oluyor. Kimseyle bir yere çıkmak, bir şey yapmak istemiyorsunuz. Sonrasındaysa başarabilirseniz, ‘İzahı olmayan şeyin mizahı olur’ diyerek olayı mizahlaştırıyorsunuz.
Bir yerden sonra dışarıdan gelen yardım talebi bile küfürmüş gibi geliyor. Hiçbir şey duymak istemiyoruz. Hiç kimseden yardım almak istemiyoruz. Çünkü edilen yardımların hepsinin ardında bir acıma duygusu var, bunu duymak istemiyoruz.
Geçen gün kuzenimle bu kez bir müzeyi ziyaret ettik. Bize müzede neler olduğunu betimliyordu zihnimizde şekillensin diye. Birinin ‘Ay iki taraf
için de zor. Biri susmadan hep konuşacak mı bunlarla’ dediğini duydum. Söylenecek çok şey vardı ama sustum. Açıkçası boş vermekten de yorulduk. İnsanların bu tavırlarının bencillik olduğunu düşünüyorum. Bir çeşit bencillik...
Bende artık takıntı gibi oldu. Etrafımdaki insanların söylediklerini hep sorguluyorum. Yolda yürürken birisi ‘Çok güzelsin’ diye yanıma geliyor. Anlık mutlu oluyorum. Güzel olmak herkesin istediği bir şey çünkü. Ama sonrasında ‘Bunu körlüğümden dolayı mı söyledi, yoksa gerçekten mi böyle düşünüyor’ bilemiyorum.”