‘Çok şey yapmışız, çok çalışmışız, çok eğlenmişiz, çok keyif almışız’

Güncelleme Tarihi:

‘Çok şey yapmışız, çok çalışmışız, çok eğlenmişiz, çok keyif almışız’
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 13, 2025 07:00

Türkiye’nin köklü lüks markalarından Vakko’nun 90 yıllık geçmişi kitap oldu. ‘Bir Vakko Kitabı’nı konuşmak için Vakko Yönetim Kurulu Başkanı Cem Hakko’yla bir araya geldik; Cumhuriyetimize eşlik eden markayı, geride bıraktıkları 90 yılı anlattı: “Yıllar içinde yaptığımız iş ve sunduğumuz hizmetle Türkiye’nin övünç duyacağı bir marka haline geldik. Sorumluluk duygumuz büyük.”

Haberin Devamı

Vakko Yönetim Kurulu Başkanı Cem Hakko’yla buluşmak için Nakkaştepe’deyim. Çok şık, çok havalı, resmen bir modern sanat galerisi gibi Vakko Moda Merkezi. Katların arasında dolaşıp toplantı odalarından birine giriyorum. Toplantı odası dediğime bakmayın, cam bir fanusun içinde gibiyim! Ziyaretimin sebebi ‘Bir Vakko Kitabı’ üzerine Cem Hakko’yla söyleşi yapmak. Bir süre sonra Cem Bey’in odasına geçiyorum. Kahveler geliyor, yanında da tabii ki renkli kağıtlara sarılı minik Vakko çikolatalar... Cem Bey “Arkama dönüp baktığım zaman çok şey yapmışız, çok keyifli yapmışız, çok eğlenmişiz, çok çalışmışız” diye başlıyor anlatmaya...

◊ Girişte babanızın fotoğrafı asılı. Güne Vitali Bey’le göz göze gelerek başlıyorsunuz...

Evet, tam da böyle başlıyoruz.
O bizim kurucumuz. Onun fikirlerini yaşatmamız lazım. Biz hem fotoğrafını her yerde bulundurmaya çalışıyoruz hem de onun gösterdiği yoldan yürümeye devam ediyoruz. Koyduğu kuralları devam ettiriyoruz. Mesela müşteri değil, ‘misafir’ derdi. Tezgâhtar değil, ‘satış elemanı’ derdi. ‘Moda danışmanı’ derdi. Bu yaklaşımın ne kadar kıymetli olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Çok doğru bir yol açtı. Biz de o yolu geliştirdik, kurumsallaştırdık. 90 yılı geride bırakmış bir markayız. Nazar değmesin diye
‘90 küsur’ diyoruz (gülüyor).

‘Çok şey yapmışız, çok çalışmışız, çok eğlenmişiz, çok keyif almışız’
Cem Hakko çocukları Can, Pia ve Katia’yla...

Haberin Devamı

◊ Vitali Hakko’nun oğlu olmayı anlatır mısınız?

Güçlü, ilham veren bir babaydı. Bir projeyi tamamladığımda “Baba bak başardım, bunu seninle paylaşmak isterdim” dediğim çok olmuştur. Hem güçlüydü hem de sizi suya bırakıp yüzmenize izin verirdi ama bilirdiniz ki arkanızda hep sizi kollayacak biri var. Karışmamayı tercih ederdi. Hayattayken aslında sessizce kendi yöntemleriyle eğitirdi. Ben de çocuklarım için aynı yolu izlemeye çalışıyorum. Onları özgür bırakmaya gayret ediyorum ama arkalarında bir destek olduğunu bilmeleri önemli.

‘Çok şey yapmışız, çok çalışmışız, çok eğlenmişiz, çok keyif almışız’
Vitali Hakko gibi Cem Hakko da meslek hayatı boyunca Vakko’nun yenilikçi vizyonuna sahip çıktı.

Haberin Devamı

◊ Başarılı bir babanın oğlu olarak “Ya ben başaramazsam” diye paniklediğiniz oldu mu hiç?

Bunca yıl sonra hayır, tabii paniklemiyorum. Başaracağımdan eminim. Ama hep bir iç sesim vardır; babam görüyorsa mutlu olsun diye. Paniklemememin sebebi hem iyi bir ekiple çalışıyorum hem de her iş bitiminde sıcağı sıcağına ekiple değerlendirme yaptığımız için bir sonraki işimiz daha iyi oluyor.

‘Torunlar içimi ısıtıyor’

◊ Hayattayken Vitali Bey’le nasıl bir iş ilişkiniz vardı?

Ofislerimiz arasında bir kapı vardı. Bazen açık olurdu, bazen kapalı. Ama orada olduğunu hissettirmezdi. Hiç belli etmeden aslında beni iş hayatına hazırlamıştı. Askerden döner dönmez, yeni bir projeyle ilgili olarak “Bu konuda fikir verir misin” diye sordu. Beş ay sonra bir mağaza açtık. İsmi Vakkorama’ydı. Aslında bu bir testti. Vakko’nun dışında kendi yolumu bulup bulamayacağımı görmek istedi. Sonrasında Vakkorama, Vakko, fabrika derken sorumluluklar yavaş yavaş üzerime geçti.

Haberin Devamı

◊ Genç yaştan beri işin içindesiniz, peki sizin çocuklarınız...

Can hem gıdayla ilgileniyor hem kreatif direktörlük yapıyor, aynı zamanda Vakkorama’nın başında. Kızım Pia, Vakkorama reklamlarını yapıyor ve PSC adında Vakkorama’da satılan bir markası var. Büyük kızım Katia’ysa Paris’te yaşıyor, uzun zaman bize in-house kreatif ajansımız olarak hizmet verdi. Çocuklarım Vakko’nun içinde büyüdüler, zaten genlerinde var. Bu arada bana verdikleri en güzel hediye; üçünden de birer torunum var. İçimi ısıtıyorlar.

◊ Babanızın zamanındaki Vakko ile bugünkü Vakko arasında ne gibi farklar var?

Her şeyden önce Vitali Bey zamanı aile şirketiydik, ben yönetimi devraldıktan sonra hem kurumsallaştık hem halka açıldık. O zamanlar ülkemiz sınırları içindeydik, şimdi başka ülkelerde de mağazalarımız var. Bir de o zamanlar ithalat yoktu. Her şeyi; ayakkabıyı, çiçeği, konfeksiyonu, emprimeyi kendimiz üretmek zorundaydık. Bugünse dünyanın en iyi üreticileriyle çalışıyoruz. O gün üretmek zordu, bugünse pazarlama, katkı sağlama ve rekabet önemli. Üretimin bu kadar zor olduğu bir dönemde öyle bir fabrika kurmuştuk ki... Haluk Baysal’ın çizdiği bir yapıydı. Hatta Merter’deki o fabrika antika bir parça gibi saklanması gereken bir yapıydı. Tabii en önemli etmenlerden biri açtığımız ESMOD Moda Okulu ve EHL ile kurduğumuz Vakko School of Service&Hospitality yatırımlarımız.

Haberin Devamı

◊ Çok küçüktüm ama Merter’deki mağazanıza annemle alışverişe gittiğim zamanı anımsayınca upuzun bir koridor canlanıyor gözümün önünde. Koskocaman bir bahçesi vardı, bayılırdım oraya...

Ne güzel hatırladınız (gülüyor). Müthiş bir binaydı orası; bir tarafı atölye bir tarafı mağaza. Bir taraf konfeksiyon, bir taraf emprimeydi. Ortasında Zen bahçesi vardı, insanlar sırf onu görebilmek için bile binayı ziyaret etmek isterlerdi. Yabancı politikacılar ülkemize geldiğinde, resmi makamların “Türkiye’de böyle üretim tesisi var” diye getirdikleri bir ziyaret noktasıydı.

◊ ‘Bir Vakko Kitabı’nın girişinde “Bu kitap iki gurur kaynağını birden barındırıyor” demişsiniz. Birincisinin, ilk 100 yılını geride bırakan Cumhuriyetin 90 yılına tanıklık ederek ona katkı sunma kıvancı olduğunu söylemişsiniz...

Haberin Devamı

Ülkemizin Cumhuriyet’ten sonraki modernleşme yolculuğuna tanıklık ettik. Hayatın konforunun arttığını, zevklerin geliştiğini gördük. Bütün bu değişimlerin içinde hep birlikteydik. Yıllar içinde yaptığımız iş ve sunduğumuz hizmetle, Türkiye’nin övünç duyacağı bir marka haline geldik. Sorumluluk duygumuz büyük.

◊ Kitap fikri nasıl ortaya çıktı?

Bu kitap sadece hikâyemizi paylaşmak değil, aynı zamanda bizden sonrakilere bırakmak istediğimiz bir kaynak, bir miras olması için hep aklımızdaydı. Belki 100’üncü yılımızda bir kitap daha yapacağız.

◊ Kitabı nasıl özetlersiniz?

Arkama dönüp baktığım zaman çok şey yapmışız, çok keyifli yapmışız, çok eğlenmişiz, çok çalışmışız. Hepsi büyük bir mutluluk kaynağı.

‘Ben değil, biz yapıyoruz demeniz gerekiyor artık’

◊ Eğlenceli diyorsunuz, zor yanları yok muydu?

Olmaz mı! Bütün lüks markalarla rekabet ediyorsunuz. Ekip arkadaşlarınıza kim olduğunuzu, neyi, nasıl yaptığınızı tekrar tekrar anlatmanız gerekiyor. Türkiye ithalata açıldığında insanlar boş valizle yurtdışına gidip dolu valizle dönüyordu. Gelen turist “İhracat yapıyor musunuz” diye soruyordu. Aslında ihracatı burada yapıyoruz; turiste satış yapıyoruz. Vatandaşımıza da yurtdışına gitmeden alışveriş imkânı sunuyoruz. Bu da bize uluslararası markalar arasında karşılaştırılabilirlik sağlıyor; kalitemizi, fiyatımızı görüyorlar.

◊ Kalıcı olmanın sırrı nedir?

Her işin sonunda kendinize “Daha iyi nasıl yapabilirim” diye sormak. Eskiden “Ben yapıyorum” dediğiniz şeyi artık “Biz yapıyoruz” demeniz gerekiyor. Takım ruhu çok önemli. Yani aslında hep kendimizle yarıştık ve mükemmeli aradık.

‘Çok şey yapmışız, çok çalışmışız, çok eğlenmişiz, çok keyif almışız’

‘Çok yakınlarım 70’i 7.0 diye telaffuz ediyor’

◊ Daha yeni 70 yaşınızı kutladınız...

Maalesef (gülüyor)...

◊ Maalesef demeyin, çok enerjik görünüyorsunuz. Bu yoğun tempoya yetişmeyi nasıl başarıyorsunuz?

Çok yakınlarım 70’i 7.0 diye telaffuz ediyor, bana onun yakıştığını söylüyorlar. Zaten ben de kronolojik yaşımı değil, bunca yıldır yaptığım sporla desteklediğim vücut yaşımı kabul ediyorum. Tabii sporun yanı sıra işimin güzelliği, çok severek işe geliyor olmam, hayatımda hep bir yenilik olması, torunlarımın olması... İyimser olmak, mutlu olmak.... Her şeyden önce yaşadığım ülkemi çok seviyorum. Hayatın kısa olduğunu bilip doya doya yaşamaya çalışıyorum. Bazen etrafı yoruyorum, “Hadi!” dememden dolayı kızıyorlar bana...

◊ İş haricinde boş vaktinizde başka neler yapıyorsunuz?

Araba sporları bitti, artık sadece evimdeki simülatörde yarışıyorum. Milli kayakçı olmama rağmen şimdilerde kayak benim için daha çok turistik bir aktivite oldu. Hafta sonları yelken yarışlarına katılıyorum. Etrafımızın denizle çevrili olması bizim için çok büyük bir lüks. Ondan yaz-kış faydalanmaya çalışıyorum.

◊ Sabah kaçta kalkıyorsunuz?

6.00.

◊ Akşam kaçta yatıyorsunuz?

12’yi geçmemeye çalışıyorum.

‘Çok şey yapmışız, çok çalışmışız, çok eğlenmişiz, çok keyif almışız’
Spor aktiviteleri Cem Hakko’nun hayatının önemli bir parçası.

◊ Hiç sabah geç uyanıp sadece koltuğa uzanıp bütün gün dizi seyretmek istediğiniz olmuyor mu?

Oluyor, ama sabah altıda kalkıp da 1,5 saat sporumu yapmazsam bütün gün mutsuz oluyorum. Sanki sınava çalışmadan girmişim gibi. Spor yapmadığım gün kendimi eksik hissediyorum. Bu artık otomatikleşti. Haftanın yedi günü yapıyorum. Aslında vücudun dinlenmesi gerek tabii. Bir otele gideceğim zaman otelin odasından, yıldızından çok spor salonundaki aletler önemli olur benim için.

◊ Hobilerinizi işinize yansıtıyorsunuz. Misal, yelkenle ilgilenirken yelken yarışları düzenlemişsiniz. Nasıl oluyor hobiyi işle bir araya getirme meselesi?

Zaten Vakkorama’nın doğuşu sporla başladı. Vakkorama çatısı altında birçok şampiyona düzenlendi. 15 yıl önce Vakko’nun Boğaz’da yaptığı yelken yarışlarına 165 tekne katılmıştı. Bugün 50-60 tekneyle yapılan organizasyonlara ‘büyük’ deniyor. Biz spor konularında
bildiğimiz alanlara giriyorduk; kayak, yelken, araba, karting, ralli, Formula 1...

‘Hızlı iş yapıp hemen zengin olmak istiyorlar, öyle bir dünya yok!’

◊ Vakko denince akla ilk moda geliyor, halbuki  çokyönlü bir marka... Moda dışında sizi en çok neler heyecanlandırdı?

Hepsinin öyle farklı duyguları var ki... Yani hepsi benim için bir bebek gibi. Radyo, otel, restoranlar... Mesela 30 senedir çikolata üretiyoruz. Daha bu sabah konuşuyorduk; o kutunun içine çikolataları nasıl yerleştirelim diye... Bu kadar detaylı bir dünya işte. Bir gün “Bankadan nasıl kredi alacağım” diye düşünüyorsun, ertesi gün çikolatayla uğraşıyorsun... Hayatın farklı ritimleriyle iç içe yaşıyorsun.

◊ Genç bir girişimci marka kuracağını söylese, tavsiye istese, ne dersiniz ona?

Bugün mü? Önce gerçekten tutkusu var mı ona bakarım. İlk başta yapacağı şey; en az altı ay mağazada çalışmak ve staj yapmak. Bir işin derinine inmek lazım. Mağazada önce kime, ne satacağını koklamak. Piyasanın dinamiklerini anlamak. Çok kişi hemen altı ay içinde hızlı iş yapıp zengin olmak istiyor. Bu, asrın hastalığı; az emek vererek kısa zamanda çok para kazanmak istiyorlar ama öyle bir dünya yok. Vakko 90 yıl sonra otel açmışsa ilk yıl parası mı yoktu 12 odalı otel açacak? Elbette vardı. Ama her şeyin bir zamanı var. Öğrene öğrene, yavaş yavaş olması lazım.

◊ Vakko’yu Türkiye’de modanın öncüsü yapan en temel unsur nedir?

CEO’muzdan tasarımcılarımıza, departman yöneticilerinden mağaza müdürlerine ve danışmanlarına kadar ortak bir duygu üzerinde hareket ediyoruz.

Vakko’nun bugüne gelmesini sağlayan kırılma noktası nedir?

Hiçbir zaman yenilikten uzak kalmadık. Mesela bugünlerde Gucci, dondurmasını lanse ediyor. Biz 8 senedir üretiyoruz.

◊ Pastaneniz, restoranlarınız... Gastronomi alanında markalarınız var...

Evet, babamın bir hikâyesini anlatayım... Giorgio Armani’yle görüşüyor. “Ne yapıyorsunuz” diyor. Babam anlatıyor; “Ayakkabı yapıyoruz, ceket yapıyoruz, kadın kıyafetleri, çocuk elbiseleri yapıyoruz...” falan.  “Bir de çikolata yapıyoruz” diyor. Armani dalga geçiyor “Spaghetti yapmıyor musunuz” diye. Babam “Onu da
bir gün yaparız” diyor. Biz çikolatayı yaptıktan üç-beş sene sonra Armani’nin mağazalarında küçük kare çikolatalarını görmeye başladık. Bu işler böyle... Kokuyu almak zamanla olur. Biz Akmerkez’de ilk patisserie’yi (pastane) açtık, iki yıl sonra Prada açtı. Kimin önce açtığı değil, kimin daha yenilikçi olduğu önemli.

◊ Lüks moda markaları ne gibi bir ihtiyaç duyuyor da bir adım sonrası otelcilik oluyor...

Çünkü servisin en lüks noktası hospitality (misafirperverlik)... Otelde tasarımıyla, dekoruyla, hizmet kalitesiyle kendinizi daha iyi ifade edebiliyorsunuz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!