Arzu Okay: Olan olmuştur, yaşanması gereken yaşanmıştır, arkana dönüp bakmayacaksın

Güncelleme Tarihi:

Arzu Okay: Olan olmuştur, yaşanması gereken yaşanmıştır, arkana dönüp bakmayacaksın
Oluşturulma Tarihi: Kasım 21, 2021 07:00

Yeşilçam’ın efsanevi ismi Arzu Okay’ın hayatı kitap oldu. Türey Köse’nin kaleme aldığı ‘Keşkesiz Bir Kadın’; medyanın adının başına teyellediği ‘70’lerin erotik film yıldızı’ sıfatından kendini çoktan azat etmiş ve geriye dönüp bakmadığı için hep çok güzel yaşamış bir kadının hikâyesi...

Haberin Devamı

Çok ışıklı bir kadın Arzu Okay. Daha uzaktan göründüğünde yakalıyor insanı aurası... İri yeşil gözleriyle gözünüze değil de, sanki ta içinize bakıyor. Sinemayı bırakmış olsa da duruşunda, oturuşunda, tavrında hâlâ bir şeyler var. Çünkü ‘bir kere artist, her zaman artist’ galiba... Nüktedan da...

Fotoğraf çekimine başlarken “Soyunayım mı” deyip kahkahayı patlatıyor. Adının ne anlama geldiğinin, herkesten çok o farkında. Ve elbette, tatlı tatlı dalgasını geçebiliyor bununla... Gazeteci Türey Köse’nin kendisiyle Paris, Foça ve İstanbul’a yayılan leziz sohbetlerinden derlediği kitap vesilesiyle Paris’ten İstanbul’a gelen Okay’la Moda iskelesine karşı oturup sohbet ettik. Çok kulak çınlatmalı, bol kahkahalı ve fakat sıfır keşkeli bir gün oldu...

Arzu Okay: Olan olmuştur, yaşanması gereken yaşanmıştır, arkana dönüp bakmayacaksın

Haberin Devamı

Şöyle bir dönüp baktığınızda hayatınıza, hakikaten hiç mi pişmanlığınız yok?

Hiç!

Nasıl mümkün oluyor bu güçlü tavır?

Şöyle oluyor: Ben yıllar içinde kendimi koruyabilmemin tek yolunun bu olduğunu anladım. Arkana dönüp bakmayacaksın. Olan
olmuştur. Yaşanması gereken yaşanmıştır.

Benim bile kitabı okurken sizin yerinize ‘keşke’ dediğim yerler oldu.

Arkadaşlarım da söylüyor bunu bazen. “Arzu, senin yerinde olsaydım şunu şöyle yapmazdım da böyle yapardım...” Gülüyorum. İyi de sen benim yerimde olamazsın ki. Herkesin hayatı biricik, yaşadıkları kendine... Bir Kızılderili atasözü der ki, “Biri hakkında hüküm vermek için onun mokasenleriyle üç dolunay dolaşmak gerek”. Benim mokasenleri giymeye gönüllü olmazdı kimse.

Arzu Okay: Olan olmuştur, yaşanması gereken yaşanmıştır, arkana dönüp bakmayacaksın

Neden?

Zorlukları olan bir hayat...

Nasıl bir çocukluk?

Anneannem büyüttü beni. Annem çok güzel bir kadındı. Yolda yürürken, adamlar arabalarını durdurup anneme bakardı. Babam ben 10 aylıkken gitmiş evden. Yıllar sonra Beyoğlu’nda çalıştığı taksi durağına gidip tanıştım onunla. Sonra dost olduk; evime geldi, sofra kurduk, yedik içtik, eğlendik.

Haberin Devamı

KADINLAR GÜNAH KEÇİSİ...

Sizi bırakıp giden bir babayla sofra kurup eğlenebiliyorsunuz...

Ne yapayım, 10 aylık bir bebeği terk etmenin nasıl bir açıklaması olabilir ki... Sorsam ne olacak, dinlemek istemiyorum.

Yeşilçam’ı tak diye bırakmanızı daha iyi anlıyorum artık...

Henüz 24’ümdeydim sinemayı bıraktığımda. Bırakmasaydım bitirirlerdi beni, yok ederlerdi. Baktım gidişat iyi değil, ‘tamam’ dedim.

Ne demek yok ederlerdi?

İsmimi bitirirlerdi yani.

Oynadığınız filmlerin sadece bir kısmı erotik ama adınız sadece o filmlerle anılıyor...

Aynı dönemde erotik filmlerde rol alan erkek oyunculara böyle bir damga vurulmadı. Benim filmlerimi çeken erkek yönetmenlerin çoğu filmlerde gerçek ismini kullanmadı. Kadınlar hep günah keçisi...

Haberin Devamı

Bu konuda bile mi hiç ‘keşke’niz yok?

Asla! Ben bir aktris olarak yapmam gerekeni yaptım. Dönemin sosyolojik, siyasal, ekonomik koşulları bunu gerektiriyordu. Sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da, özellikle İtalya’da da durum böyleydi. “Ben erotik filmde oynamam, soyunmam, öpüşmem” deme lüksüm yoktu. Ayrıca bu bence hiç profesyonelce değil. Ha, şunu derseniz ‘Bu filmler kalitesiz, berbat filmlerdi’, tabii canım, kesinlikle öyleydi. Ne senaryo vardı, ne hikâye ne de doğru dürüst bir set ortamı...

En başa dönelim. Tak diye bıraktığınız sinemaya girişiniz de pat diye...

Bende her şey öyle (gülüyor)... Annem Saklambaç gazetesinin fotoroman kraliçesi yarışmasına fotoğrafımı göndermiş. 14 yaşındayım. Birinci seçildim. Beni hemen başrolde Zeki Müren’in olduğu, Ülkü Erakalın’ın yönettiği fotoromanda oynattılar. Çok geçmeden gazetelerde haberler çıkmaya başladı ‘İşte Zeki Müren’in yeni sevgilisi’ diye... Ne münasebet! 14 yaşındayım. Zeki Bey, rahmetli, çok severdi beni. Yıllar sonra bir gün Bodrum’da güneşleniyorum, garson geldi yanıma “Zeki Bey sizi çağırıyor” diye... Meğer o da oradaymış, beni görmüş uzaktan, tanımış. “Neden yanıma gelmiyorsun kız” diye kızdı. “Rahatsız etmek istemedim” dedim. “Ne rahatsızlığı, bilakis...” dedi. Bütün günü beraber geçirdik, gece de çıktık gezdik, çok güzel bir gündü, sonra bir daha göremedim zaten.

Haberin Devamı

14 yaş çok erken değil mi? Okul ne oldu?

Evin bütçesine katkı sağlamam gerekiyordu. Okula da devam ediyordum bir yandan. Saklambaç’ın başında Atilla Karsan vardı o zamanlar. Hani 30 kupona tencere, çaydanlık filan verilir ya, o dönem... Ben reklam çekimlerinde elimde çaydanlıkla gülümsüyorum.
Oradan çıkıp okula gidiyorum. Bana evin kızı gibi davranırlardı.

Ve ilk filminizde Ayhan Işık’la beraber başroldesiniz...

Evet, çok şanslıydım. O dönem çok küçük olduğum için kimse beni rakip olarak görmüyordu, tabii bir de ucuzum...

Şarkı söylemek nereden çıktı? İbrahim Tatlıses’le beraber turne hikâyeniz var bir de...

Ev almam gerekiyordu (gülüyor). Hakikaten para için çıktım o turneye, bende ses mes yok. 12 Eylül dönemi. İnanılmaz olaylar yaşadık, taşlanmalar, kurşunlanmalar... Bir gün sahnede yanlış bir şarkı okudum. Sazlar durup bana baktı böyle bir şarkı yok diye... “Aklım bana lazım” diyerek bıraktım mikrofonu yere, kaçtım. Asıl assolist İbrahim’di.

Haberin Devamı

Arzu Okay: Olan olmuştur, yaşanması gereken yaşanmıştır, arkana dönüp bakmayacaksın

Gazeteler Arzu Okay Zeki Müren ‘aşkını’ haber yapmıştı.

‘SENİNLE EVLENMEZLER’

İbrahim Tatlıses’in o turnede size çok yardımcı olduğunu anlatıyorsunuz.

Çok iyi kalpli bir çocuktu. Kariyerinin başındaydı henüz. Gece elinde bir tabak çiğköfteyle tık tık kapımızı çalar, “Hadi kalkın, çiğköfte yaptım” derdi.

Sinemadan işkadınlığına geçiş nasıl oldu?

1977’de bıraktım sinemayı. Erotik filmlerin en yoğun olduğu dönem. Liseyi açıktan bitirip hostes olmaya karar verdim. Ders aldığım matematik öğretmenimin bir derici dükkânı vardı. Sinemadan kazandığım parayla ona ortak oldum, sonra ufak ufak büyüttüm işi.

Ve 12 Eylül’den sonra Paris’e gittiniz... Bu bir kaçış mıydı?

Evet, 1984’te Paris’e yerleştim. Ama tamamen ticaret yapma isteğiyle gittim. Yanımda 600 kişi çalışıyordu o dönem, ihracatta ödüller alıyordum. 1985’te evlendim, 1987’de de kızım Eda doğdu.

Bu kadar güzel, bakanın dönüp bir daha baktığı bir kadınsınız. “Ama kimse benimle evlenmek istemiyordu” diyorsunuz kitapta...

Adın Arzu Okay olunca öyle oluyordu. 29 yaşıma gelmiştim, annem “Kimse seninle evlenmeyecek” diyordu. Ahmet’le sürekli gittiğim kuaförde tanıştık, evlendik, 7 yıl sonra boşandık.

Aşk hayatınız neden iyi gitmedi sizce?

Ben zekâya âşık olurum. İnsanlarsa beni hep fiziğimle değerlendirdi sanırım.

Anneniz gençliğinde çok güzel bir kadınmış. “Yaşlanınca ‘güzelliğim gitti’ diye düşünüp kendini eve kapattı” diyorsunuz. Siz hiç öyle bir hisse kapılıyor musunuz?

Hayır, aksine şimdi daha çok geziyorum. Gençken bir yere gittiğimde yüzüm duvara dönük otururdum. Şimdi artık kimse tanımıyor ya, daha rahatım. Üstüme başıma hiç harcamam, bulduğum parayla gezerim.

SOSYAL MEDYA ÇAĞINDA ÜNLÜ OLSAYDIM BİR GÜNDE UNUTULURDUM

“Sadece 16-23 yaşları arasında sinemada yer almış biri olarak adımın bu kadar kalıcı olmuş olması beni şaşırtmıyor aslında.
O zamanlar ünlü olanların tamamı için geçerlidir bu. Şimdi bakıyorum dizilere, kimseyi tanımıyorum. Bir sürü oyuncu var ama çoğu kalıcı olmayacak. Sanırım sosyal medya çağının getirdiği bir gerçeklik bu. Her şey çok hızlı tüketiliyor. Ben o filmleri şimdi, yani sosyal medyanın bu kadar etkili olduğu ve her şeyin çok çabuk unutulduğu bir dönemde çekseydim esamem okunmazdı, bir günde unutulur giderdim.”

‘ANNEM TÜRKİYE’NİN BRİGİTTE BARDOT’SU’

Arzu Okay’ın Ahmet Neidik’le evliliğinden olan kızı Eda Su Neidik bir ressam. Kızından bahsederken gözleri parlıyor, “Eda hayatımın merkezi” deyip ekliyor: “O çok güçlü, çok akıllı bir kız. Kabul ediyorum ki, benim kızım olmak kolay bir şey değil. Açtığı resim sergisinin haberini yazarken ondan ‘70’li yılların erotik film yıldızı Arzu Okay’ın kızı Eda Neidik...’ diye söz ediyorlar. Ama o bundan hiç gocunmuyor. Paris’te benim film geçmişimi bilmeyenlere “Annem Türkiye’nin Brigitte Bardot’sudur” diyor. Ünlü birinin çocuğu olmak hep zordur ama beni rol aldığım 100’den fazla film içinde yalnızca 23 tanesiyle yargıladıkları için Eda’nın durumu daha da zor. Bologna’da Erasmus yaptığı sırada bir akşam arkadaşlarıyla gittiği barda benim fotoğrafımı görmüş. Arayıp heyecanla “Anne biliyor musun burada senin fotoğrafın var” demişti. Barı işleten çocuk sinema meraklısıymış meğer. Emeğime değer verildiğini görmek onu da mutlu ediyor.

Arzu Okay: Olan olmuştur, yaşanması gereken yaşanmıştır, arkana dönüp bakmayacaksın

‘LANETLİ KADIN’LA KADIKÖY SOKAKLARINDA...

Söyleşimiz bitince beraber sokaklarda yürümek, vitrinlere baka baka metroya gitmek istedi Arzu Hanım. Kendisine bir araba ayarlama teklifimi de reddetti 65 yaş üstüne ücretsiz olan kartını gösterip gülerek... Çarşı’nın akşam kalabalığından rahatsız olmadı, gördüğü köpeklere selam verdi, yanımızdan geçen arabadan yükselen Orhan Gencebay şarkısı ‘Beni Böyle Sev’e eşlik etti. Şu aralar üzerinde çalıştığı öyküden, Müjde ve Mehtap Ar’la geçen çocukluk yıllarından, yakın arkadaşı Nebahat Çehre’nin asaletinden, Ayşegül Aldinç’in güzelliğinden dem vurdu. Herkesi böyle iyi anan, kimseye gönül koymamış, güzel kalpli bir kadın Arzu Okay... Ve hal böyleyken onu ve onun gibi Yeşilçam emekçileri olan Feri Cansel’i, Mine Mutlu’yu, Figen Han’ı ‘Yeşilçam’ın lanetli kadınları’ listesine alanlar var. Benimse, artık kimsenin tanımadığı bu ‘lanetli kadın’la Kadıköy sokaklarında yürürken içimde tarifsiz bir neşe, yüzümde hayranlık dolu bir gülümseme var...

Arzu Okay: Olan olmuştur, yaşanması gereken yaşanmıştır, arkana dönüp bakmayacaksın

‘ARZU ÇOK HAMARAT, ÇOK ŞEFKATLİ, ÇOK DOST BİR KADIN’

Kitabın yazarı Türey Köse anlatıyor...

“Ortak arkadaşlarımız vesilesiyle Foça’da tanıştık Arzu’yla. Onu Foça’ya getiren bir aşk hikâyesiydi. O hikâye bitse de bizim arkadaşlığımız devam etti. Ben Paris’e gittim, o İstanbul’a geldi. Bu görüşmeler sırasında ettiğimiz sohbetlere bazen kayıt cihazı da eşlik etti. İşte bu kitap o sohbetlerin ürünüdür. Paris’teki evinde adeta komün hayatı yaşanır Arzu’nun. Gelen giden hiç eksik olmaz. Çok güzel yemekler yapar, sofralar kurar. Kendi turşusunu, salçasını yapar. Paris’te bile bu gelenekleri sürdürür. Çok hamarat, çok şefkatli, çok dost bir kadındır. İsterim ki onu gerçekten tanımak isteyenler bu kitabı okusun.”

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!