Güncelleme Tarihi:
Gazze Şeridi’ndeki sağlık bakanlığının rakamlarına göre bölgede 1,5 yıldır süren İsrail saldırıları sonucu bugüne kadar 50 binden fazla Filistinli yaşamını yitirdi, bunların 15 binden fazlası 18 yaşın altındaki çocuklar. Yaralı sayısı 116 binin üzerinde. Bombardımanlar sonucu 1,8 milyon kişi evsiz kaldı, Gazze’nin altyapısı tamamen çöktü. Temiz suya erişim oranı yüzde 5’in altına düştü. Savaş 7 Ekim 2023’te eski ABD Başkanı Joe Biden yönetimdeyken başladı ancak bu yıl Donald Trump’ın başkanlığı devralmasıyla İsrail tarafına verilen destek daha da belirginleşti. Ateşkes çağrıları yerini ‘İsrail’in güvenlik hakkı’ vurgusuna bıraktı. Avrupa ülkeleri de İsrail’e diplomatik destek vermeye devam ediyor. Kamuoyunda yükselen protestolarsa sokağın sesiyle siyaset arasındaki uçurumu gösteriyor.
BM raporlarına göre Gazze’den kaçmak isteyenlerin sayısı 500 bini geçti. Mısır’ın Refah Sınır Kapısı kapalı olsa da göç riski büyüyor. Avrupa (özellikle İtalya ve Yunanistan) 2016’dakinin benzeri yeni bir mülteci krizi endişesi taşıyor. Türkiye’ninse Suriye Savaşı’ndaki gibi doğrudan hedef olmasa da göç hareketinin transit ülkesi haline gelebileceği konuşuluyor.
‘Hicret değil sürgün’
Savaşın uzun süredir devam etmesi, sağlanan ateşkeslerin kalıcı olmaması ve özellikle esirlerin takasının gerçekleşmemesi İsrail toplumunda huzursuzluk yaratmaya başladı. Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Salih Bıçakçı, savaşın derin toplumsal etkiler ürettiğini söylüyor. Bıçakçı’ya göre İsrail kamuoyunda büyük bir kırılma yaşanıyor: “İnsanlar üzgün ve beklentilerine erişememiş durumda. En büyük toplumsal travma, hâlâ geri alınamayan esirler. Hamas’ın elinde tuttuğu kişilerin bazılarının öldüğü biliniyor, cenazeler bile teslim edilmedi. Bu kapanmamış acı, toplumsal gerilimi derinleştiriyor.”
Bıçakçı ayrıca hükümetin savaşın devamından yana tavır aldığına, ikinci bir ateşkesin bilerek engellendiğine dikkat çekiyor: “İsrail hükümeti içinde bazı gruplar ‘büyük savaş’ söylemini başından beri destekliyordu. Barıştan çok çatışmayı tercih eden bu yaklaşım toplumsal huzuru daha da bozdu.”
İsrail’in iç siyasetinde de tansiyon yüksek. Bıçakçı, ülkedeki sol ve liberal kesimlerin hükümetin tutumundan rahatsız olduğunu, hukuk sistemine yapılan müdahalelerin ‘İsrail’in temel varlık sebebini’ sorgulatır hale geldiğini söylüyor: “İsrail’in kendi içinde ciddi bir meşruiyet sorunu oluştu. Hükümetin politikaları sadece dış dünyada değil, içeride de ‘Bu ülke neye dönüşüyor’ sorusunu doğuruyor.”
Diğer yandan kimi ülkeler arabuluculuk denemelerine devam etse de Bıçakçı’ya göre sahada gerçekçi bir diplomatik çözüm zemini kalmadı hatta bombalandı: “Bunu yapan Trump. Gazze’yi bir tatil köyüne çevirme hayalleriyle başladı bu dönem. Mısır ve Katar’ın yürüttüğü süreçler baltalandı. İsrail bu çabaların başarılı olacağına zaten inanmıyor. Shin Bet ve Mossad yetkilileri bile hükümete esir takası çağrısı yaptı ama hükümetin içinde siyasi uzlaşı zemini yok. Şu anda uluslararası toplumun gündeminde insani çözüm değil, Gazze halkının nereye gönderileceği konuşuluyor. ‘Ürdün mü alsın, Mısır mı alsın, Türkiye’ye mi gönderelim’ bahisleri dönüyor. Bu çok tehlikeli. Bir insan grubunu toprağından sürmek, uluslararası düzeni çökertecek bir şey. Çünkü insanların bir toprağa hâkim olma, sahip olma düzenini elinden aldığınız zaman, anarşi odasının ya da dünyasının, partisinin kapısını açarsınız. Ve bunu açtığınız zaman da hiç kimse, hiç kimseyi durduramaz. Yeni bir dünya savaşı gelir, uluslararası anlaşmalar ortadan kalkar. Dünya yapılan ahlaksızlık ve cinayetlere göz yummaya devam ederse bizim meşruiyet ve ahlaki duruş sistemimiz kaybolur. Ve bu inanç kaybolduğu sürece devlet dediğimiz unsur da kaybolur ve yıpranır!”
Bıçakçı, ‘hicret’ söylemlerine de karşı çıkarak yaşananların açıkça sürgün olduğunu belirtiyor:
“Gazzelilerin topraklarından edilmesine hicret diyemezsiniz. Bu sürgündür. Bu söylemlerle İsrail’in politikalarını meşrulaştırmak, Filistin davasına yapılabilecek en büyük kötülük. Bunu hicret namı altında sempatikleştirmeye ve İsrail’in yaptığını meşrulaştırmaya çalışırsanız iki gün sonra sizi de hicret
için bir yere gönderebilirler ve sesinizi çıkaramazsınız.”
Ortak duruş sergileyemedi
Avrupa ülkeleri Gazze konusunda ortak bir dış politika geliştirmekte yetersiz kaldı. İspanya, İrlanda, Malta ve Slovenya gibi ülkeler İsrail’e tanınan AB imtiyazlarının askıya alınması gerektiğini savunurken Almanya, Macaristan ve Avusturya başta olmak üzere birçok ülke bu yöndeki adımlara karşı çıktı.
Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tuğçe Erçetin Sabuncu, Avrupa’daki bu kırılmayı şöyle yorumluyor: “AB üyeleri Gazze Şeridi’ndeki insan hakları ihlalleri karşısında ortak bir duruş sergileyemedi. Almanya ve Macaristan, İsrail’e en güçlü desteği veren ülkeler arasında. Almanya, Holokost anısını kullanarak Gazze’ye yönelik eleştirileri bastırmaya çalışıyor; Macaristan ise Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu hakkında verdiği yakalama kararına rağmen onu ağırladı.”
Erçetin Sabuncu, Almanya’nın İsrail’e silah satışını sürdürdüğünü, Macaristan ve Avusturya’nınsa AB açıklamalarını engellediğini vurgularken Avrupa’daki iktidar-halk ayrımına da dikkat çekiyor: “Devletler ve liderler başka hesaplar yaparken, halklar ve akademi dünyası Gazze için ayağa kalktı. İşini kaybedenler, sınır dışı edilenler oldu ama bu dayanışma hiç bitmedi. Avrupa’da aşırı sağ yükselirken bir yandan da insan haklarını savunan güçlü bir dip dalga oluşuyor.”
Erçetin Sabuncu’ya göre Avrupa sokaklarındaki bu baskı, devlet politikalarını kısmen etkiliyor: “Bir yanda ABD Başkanı, yapay zekâyla oluşturulan ‘Altın Gazze’ videosuyla acıların merkezinden bir tatil köyü çıkarmaya çalışıyor. Üstelik son dönemde ‘hicret’ diye yumuşatılarak söylenmeye başlanan orada yaşayanların başka topraklara sürgününü de planlayarak... Öte yandan akademide, sokakta milyonlar bu tavra karşı birleşiyor. Bu arada Trump’ın bu utanç verici hayaline karşı Arap ülkelerinin Gazze inşa planına Avrupalı liderlerin destek vermesi de yeni bir nokta olarak görülmeli. Aralarında Fransa’nın da olduğu ülkelerin Filistin devletini tanıyabileceklerine dair çıkışı sokakların, halkların, insani kayıplar sebebiyle geç kalmış da olsa devletleri, liderleri bir yere getirebildiğini gösteriyor.”
‘Avrupa tedbirini alıyor’
Mısır, Refah Sınır Kapısı’nı kapalı tuttuğundan Gazze’den şimdilik doğrudan bir göç beklenmiyor. Göç araştırmacısı Prof. Dr. Murat Erdoğan’ın yaşanacak göçle alakalı yanıtı net: “Uzun vadede dolaylı yoldan göç alma ihtimali tabii ki var. Mısır, Ürdün ve Türkiye için de geçerli.” Erdoğan Ortadoğu’da yaşanacak göçü şöyle özetliyor: “Lübnan ve Ürdün şu an zaten olağanüstü bir mülteci göçü altındalar. Kendi nüfuslarına oranla epey yüksek oranda mülteci barındırıyorlar, Lübnan’ın durumu feci. Buradaki yük artarsa, koşullar iyice kötüleşir ve oradaki mültecilerin başka yere gitmesi söz konusu olur. Mülteciler bunu talep eder. Ürdün ve Lübnan’dan çıkmak isteyen ya da gönderilecek mülteciler için bölgede birkaç yer var, aralarında Türkiye ön plana çıkar.”
Türkiye’nin göçte ön plana çıkması mültecilerin Avrupa sınırına dayanması anlamına geliyor. 2016 yılından bu yana mülteci krizini maddi desteklerle yönetmeye çalışan Avrupa’nın bu konudaki tutumunun ne olacağı bir diğer soru. Ancak Erdoğan, AB’nin aynı tutumla yola devam edeceğinin altını şu sözlerle çiziyor: “AB bu işi 2016 sonrasında tamamen mali destekle engelleme yolunu seçti. Dolayısıyla onlar yeni bir yerleşmeyi kabul etmeyeceklerdir. Bir şekilde sınır aşımları olursa diye şimdiden tedbirlerini alıyorlar. Bu anlamda da Ürdün, Lübnan ve Türkiye’yle özel anlaşmalar yapmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla AB’nin politikası kendini koruma politikası olarak devam edecektir. Farklı bir davranış beklemiyorum, sadece biraz daha fazla para aktaracaklardır.”