Ufuk Bayraktar: Demirden korksak trene binmezdik

Güncelleme Tarihi:

Ufuk Bayraktar: Demirden korksak trene binmezdik
Oluşturulma Tarihi: Nisan 18, 2015 01:32

Yönetmen Zeki Demirkubuz’un keşfiydi oyuncu Ufuk Bayraktar. İlk oynadığı film “Kader”le festivallerde ödüller aldı. İlk yönetmenlik denemesi “Kümes”, İstanbul Film Festivali Altın Lale Ulusal Yarışması’nda yer alıyordu. Yarışma iptal oldu. Filmin senaryosunu da yazan Bayraktar ile “Kümes”in basın gösterimi sonrası konuştuk.

Haberin Devamı

*“Kümes”i ne zaman, nerede çektiniz? Mekanlar ilginç.

- Geçen sene sonbaharda çektik. Kugusu 2-3 ay önce bitti. Çekimler 21 gün sürdü. Antalya’nın Korkuteli ilçesinde Susuzlar Köyü’nde çektik. Terk edilmiş bir köy. Film 1950’lerin Türkiye’sinde geçiyor. Aslında zamansız ve mekansız bir film olsun istedik.

*Film, vereme yakalanan dört çocuklu Saniye’nin ölüm korkusuyla eşi Süleyman’ı kısır bir kadınla evlendirmesiyle başlıyor. Ancak Saniye veremi yeniyor ve evine dönüyor. Sonra iki kadın aynı çatı altında yaşamaya başlıyor. Ve tabii akabinde iki kadın arasında gerginlikler yaşanıyor. Süleyman arada kalıyor. Bunun aslında anneannenizin hikayesi olduğu doğru mu?

- Senaryoyu yazarken anneannemlerden esinlendim ama birebir aynı değil. Evet, benim iki tane anneannem var. Küçük anneanne, büyük anneanne. Boy olarak da küçüğü, büyüğünden daha kısa mesela. İkisi de 70’li yaşlarında ve şu an can ciğer kuzu sarması. Dedem hayatta değil. Hikayeyi yazmamın nedeni de onların bu kadar yakın olmaları, hatta aynı yatakta uyuyorlar. Eskiden kavga ederlermiş. Şimdi o kavgaların nedenlerini bile hatırlamıyorlar. Demek ki şartlar değişiyor.

*“Kümes, her şeyin her zaman göründüğü gibi olmadığını, görünenin yalnızca görenin istediği olduğunu anlatan bir hikâyedir” diye anlatmışsınız festival kitapçığında. Nedir tam olarak anlatmak istediğiniz?


- Başımıza gelenlerin yüzde kaçı bizim tercihimiz; kararların ne kadarı bize ait? Düşünün iki kişi camı açmaya yöneliyor. Ama ikisini de bu eyleme götüren sebepler farklı olabilir. Kader çizgimiz var, bize sunulanlar var. Tercihlerinin sonunda senin vardığın yer bazen beklediğin, hedeflediğin yer olmuyor. Mesela filmde de Hasibe Eren’in canlandırdığı karakter Saniye’nin verdiği bir karar, daha sonra başka bir tercihte bulunmasına neden oluyor. Anneannemler birbirlerine sürekli “Sen olmasaysın ne yapardın” diye sarılıyor. Dedem demek ki onları bir araya getirecek olan figürmüş. Dedem öldüğünde hayattan vazgeçmediler. Ama biliyorum, anneannemlerden biri ölürse, diğeri acısına katlanamaz, o da ölür. Hayatın böyle bir dengesi var.

Haberin Devamı

Ufuk Bayraktar: Demirden korksak trene binmezdik


KAHVEDE KEŞFEDİLMEM ASLINDA BİR KADERDİ

*Filmde kader ve tercihleri sorguluyorsunuz. Sizin yaşadıklarınıza kader diyebilir miyiz peki? Babanızın Cihangir-Firuzağa’da işlettiği kahvede çalışırken yönetmen Zeki Demirkubuz tarafından keşfedildiniz.

- Evet, kader diyebiliriz. Ondan teklif gelinceye kadar oyuncu olmak gibi bir hayalim yoktu. Plan yapmadan yaşadım.

*Demirkubuz’la tanıştığınızda 22 yaşındaydınız, şimdi 34. Evli ve çocuklusunuz. Artık plan yapıyor musunuz?

- Şu an tek planım var; çocuklarımın iyi bir eğitim alması. Çocuklardan önce sadece anı yaşıyordum. Ve aklımda bir senaryo daha var. Onu da filme çekmek istiyorum.

*Neredeyse 15 yıldır oyuncu olarak sinema ve dizi setlerindesiniz. Ancak film çekmek farklı bir durum. Yönetmen olmaya nasıl karar verdiniz?

- 4-5 yıl önceydi. “Ezel”den sonra popüler oldum. Artık metrobüse rahat binemiyordum. Kendi kabuğuma çekildim, sorgulamaya başladım. Hani küp dolar ya, benim kafam da öyle doldu. Bir şey yapmam lazım diye düşünüyordum. Hatay’a gittiğimde, anneannemleri sarmaş dolaş uyurken gördüğümde bu hikayeyi yazmam gerektiğine karar verdim. Kalemi elime aldım. Kurşun kalemle yazmaya başladım.

*Senaryoyu yazdınız, filmi de çektiniz.

- Yazarken görüntüleri görüyordum. Yaprağın dalda sallanmasına kadar. Başkası benim hissettiklerimi aktaramazdı. Kültür Bakanlığı’ndan 300 bin lira ilk yönetmenlik desteği aldı film. Sponsorların da desteğiyle filmi 600 bin bütçeyle çektik. Bundan sonra da bir insan hikayesi anlatacağım. Basit bir dille anlatacağım. Sadeliği, gerçeklik duygusunu seviyorum.

Haberin Devamı

CANNES’DAN CEZAEVİNE

Ödüller aldığım dönemde babamı kaybettim. Cannes’da Angelina Jolie, Brad Pitt’le birlikte aynı salondayken bir hafta sonra bir kavgaya karıştım. Kendimi korumak durumunda kalmıştım. 40 gün cezaevinde yattım. O da bir deneyimdi. Önemli olan sizin ayakta sağlam durmanız; hayatın size planlarınızın dışında sunduklarını acısıyla, tatlısıyla dik karşılamanız.

TV’DEN TANIYANLAR “NE ANLATTI?” DİYEBİLİR

*Sinemacıların eleştirilerinden çekinmediniz mi?

- Demirden korksak trene binmezdik. Sinemacıların çok beğeneceğine inanıyorum. Karakterlerin fazlası yok, sade anlatıyoruz. Ama televziyondan beni tanıyan izleyiciler “Ne anlattı bu şimdi” diyebilir. Aslında bir film bir şey anlatmalı mı, yoksa hissettirmeli mi? Bence hissettirmeli. Bittiğinde göğsünde bir his kalıyorsa, o film iyi filmdir.

*Yönetmenlik zor mu?


- Zormuş. Filmin başrol oyuncusu olduğum için de zordu. Monitörün başından kamera önüne geçerken bir zaman gerekiyormuş. Teknik terimlerde de zorlandım. Hasibe’nin kırık aynaya baktığı sahnede kamera ile aynaya yoğunlaşıyordum. Derken görüntü yönetmenimiz “kübizm” diye bağırdı. Teknik bir hata sandım, sahneyi kestim hemen. Meğer kübizm akımından bahsediyormuş. Kurguda daha çok zorlandım. Bilgisayar, montaj seti görmek istemiyorum.

*Eğer festivalde Ulusal Yarışma iptal olmasa, filminizi Zeki Demirkubuz’un başında bulunduğu juri değerlendirecekti. Filmde Zeki Bey’e de teşekkür ediyorsunuz. Size destek oldu mu?


- Senaryoyu okuduğunda ondaki ışıltıyı görmeseydim, bu işe girmezdim. Eğer film yarışsaydı, Zeki abi “Kümes”in hakkı neyse onu verirdi.

*“Kümes”i yalnızca basın gösterimindekiler izledi. Vizyona ne zaman sokacaksınız?

- Bir iki festivale daha gitsin istiyoruz. Basın gösteriminden sonra Bulgaristan’dan çağırdılar.

*Vizyona girdiğinde gişe beklentiniz nedir? Festival filmlerinin gişede işi zordur.

- “Düğün Dernek”le aynı döneme gelmezse önümüz açık...

*Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Semih Aslanyürek. Üçü de Türkiye’nin en iyi yönetmenleri, üçünün de filminde oynadınız. Onlardan neler öğrendiniz?

- Gerçek insanlar, öyle de yaşıyorlar.

*Firuzağa Kahvesi nasıl etkiledi hayatınızı? Neler deneyimlediniz?

- Beni gerçekliğe hazırlayan yer. Filmlerden ödül aldıktan sonra da kahvede çalışmaya devam ettim. Ama popüler olunca mecburen bıraktım. Çünkü orada çalışmamın magazinel bir malzemeye dönüşmesini istemedim. Kahvede gelen tinerciyle de konuşuyorsun, akşamına Orhan Pamuk geliyor onunla da konuşuyorsun. Ben, bensem orasıdır sebebi.

Haberin Devamı

Ufuk Bayraktar: Demirden korksak trene binmezdik

MAGAZİNCİLER BİZE BULAŞMAZ

*İnsan ilişkilerinde neye sinirleniyorsun?

- Bilmiyorum ki. Kendimi bile tam anlamış değilim. Mevlana’nın bir lafı vardır; insanları tanımak okyanusları bardak bardak boşaltmaktan daha zordur. İnsanlara çabuk inanıyorum, gönül bağı kuruyorum. Sonrasında hayal kırıklığına uğrarsam sinirleniyorum. Çok sevdiğin bir insandan beklenmedik bir hareket geldiğinde, kalbin ona açık olduğundan kıymık gibi batıyor. O acının refleksi bir tepkiye dönüşüyor insan vücudunda.

*Sinema piyasasından arkadaşların, dostların var mı?

- Olgun Şimşek, Erkan Can, Önder Çakar, Ali Adnan Özgür var.

*Magazinde neredeyse hiç yer almadınız. Nasıl oldu?

- Biz Cihangir’de hancıyız. Bize bulaşmazlar.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!