Osmanlı’da ceza bir şölendi

Güncelleme Tarihi:

Osmanlı’da ceza bir şölendi
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 23, 2014 01:14

17 yaşında Leman Dergisi’nde çizmeye başladığında bir yandan da sahafları dolaşıyordu. Yıllarca kaynakları biriktirdi, çocukluk yıllarında başlayan Osmanlı devrinde uygulanan işkencelerine dair merakını nihayet 2003 yılında ‘Mankurt’ adlı kitabıyla somutlaştırdı. Hepsi tarihi kayıtlardan alınmış bilgileri derleyen çizer Bahadır Boysal, tam 11 yıl sonra bu listeye, diğer devletin uyguladığı işkence yöntemlerini de ekleyerek kitabını güncelledi. Adı: ‘Osmanlı İşkenceleri ve Diğerleri.’

Haberin Devamı

17’sinde Leman dergisinde çizmeye başladığında bir yandan sahafları dolaşıyordu. Yıllarca kaynakları biriktirdi, ta çocukken başlayan ‘Osmanlı devrinde uygulanan işkenceler’e dair merakını nihayet 2003’te ‘Mankurt’ adlı kitabıyla somutlaştırdı. Hepsi tarihi kayıtlardan alınmış bilgileri derleyen çizer Bahadır Boysal, 11 yıl sonra bu listeye, diğer devletin uyguladığı işkence yöntemlerini de ekleyerek kitabını güncelledi. Adı: ‘Osmanlı İşkenceleri ve Diğerleri’

İPLİKLE İŞKENCE

Osmanlı’da ceza bir şölendi

Seyahatname’de Evliya Çelebi yazıyor… Yün bir ipliğin çeşitli yerlerine düğüm atıyorlar, düğümlerin aralıkları eşit olacak. İpliği suçlunun burnundan sokup, ucunu ağzından alıyorlar. İpliğin bir ucu ağızda, diğer ucu burunda... İki ucunu tutup ani hareketlerle çekiyorlar.

Haberin Devamı

ALIŞKANLIK OLMUŞ İŞKENCELER

Kanuni Sultan Süleyman devrinde işkencelerin arttığı biliniyor. Evlerden sessizce genç oğlan ve kız kaçıranlara, kızları zorla evlendirmek isteyenlere erkekliklerini kaybetme cezası veriliyor. Yalancı şahitlerin, fermanları ve el yazmalarını taklit edenlerin kolları, ailesinden izinsiz erkeğe kaçan kızların cinsel organları dağlanıyor. Ev ve harman yakanlarsa, bir kümese konulup yakılıyor.

İBRET TAŞI

Siyasi mahkûmlar yağlı kementle boğulurdu. Bazen idamdan sonra kurbanın başı, ‘şifre’ denilen gayet keskin hususi bir usturayla gövdesinden ayrılır ve bir ‘ibret taşı’nın üstüne konulur ya da sarayın şehre açılan büyük kapısının, ‘Bab-ı hümayun’un önüne atılırdı. Sabıkalı hırsızlar, bilhassa gece hırsızları, şehrin tensib edilen bir yerinde umumiyetle suçun işlendiği semtte, hatta bazen girdiği evin veya dükkânın, hanın kapısında asılırdı. Katiller umumiyetle işkenceyle öldürüldü. Askerlerin, yani sipahi ve yeniçerilerin, başları kesilir, cesetleri ayaklarına taş bağlanarak denize atılırdı.

CASUSLAR

Osmanlı’da ceza bir şölendi

Haberin Devamı

Çarmıha germe meğer Osmanlılar’da da varmış, eşkiya ve casuslara tatbik edilirmiş. Mahkûm anadan doğma soyulur, kollar ve bacaklar açık, bir çarmıh üzerine sımsıkı bağlanır, omuz başları, butları ve kaba etleri bıçakla oyularak buralara gayet iri yağ mumları dikilir ve yakılır, çarmıh üzerindeki mahkûmla beraber bir devenin üzerine konularak şehirde dolaştırılır, teşhir edilirdi. Mahkûmun canı pek olup ölmezse akşamüzeri asılırdı. 17. asrın ortasında Abaza Mehmet Paşa’nın İstanbul’da yakalanan casusları hep böyle idam edilmiş.Osmanlılar zamanında yakalanan ‘kötü kadınlar’ sağ sağ bir çuvala konularak denize atılıyor çünkü cürümleriyle kirlettikleri toprakta kalmak artık onlara layık görülmüyor.

Haberin Devamı

SANDAL İŞKENCESİ

Osmanlı’da ceza bir şölendi

Bu eşine az rastlanır ve iğrenç işkence biçimi eski zamanlardan kalma ve o zamanlarda bile nadiren uygulanmış gibi görünüyor. Plutakhos, İran tiranı Artakserkses’in Mithridates’i bu yolla öldürdüğünü anlatır. Tarihçinin anlattığına göre, en az on yedi gün can çekişmiş. Uygulanan işkence şöyle: Aynı ölçü ve biçimde iki sandal alındı. Kurban, başı ve ayakları yanlardan çıkacak biçimde, birine sırtüstü yatırıldı. Sonra ikinci sandal ters çevrilip bunun üstüne örtüldü. Ayakları ve başı dışarıda kalan suçlunun gövdesi bu şekilde kapatıldı. Sonra yiyecek verildi ve reddederse kurbana verilenleri kabul edinceye kadar iğne batırıldı. İkinci aşama bal ve sütü karıştırıp ağzına doldurmak ve yüzüne sıvamaktı. Bu halde güneşin altına bırakıldı, saatler, günler geçti. Ve böcekleri ısırmalarından mahkûm çılgına döndü.

Haberin Devamı

KAZIĞA OTURTMA

III. Selim zamanında sarayın önünde yüksek sesle türkü çığırtmaktan tutun da, vergisini tam ve zamanında ödemeyenlere kadar kimi bedbahtlar için söz konusuydu bu ceza. Daha ilk düşman saldırısında askerden kaçanların önce burunları yarılır, sonra anüslerinden girip ağızlarından çıkacak şekilde kazığa oturtulurlardı. Bu çok hassas ve yavaşça yapılması gereken bir hadiseydi. Uygulama esnasında kurbanın ölmemesi esastı. Susam yağı karıştırılmış sirkeyle iyice yağlanmış kazığa oturtulan kurban, uygulama başarılıysa saatlerce canlı kalabilirdi. Ve eğer hemen ölürse cellat da öldürülürdü.

ANÜSE KIZGIN DEMİR

25 Ocak 1327’de tahta çıkan III. Edward, Gloucestershire’daki Berkeley Şatosu’nda hapsedildi. Kaçmaya kalktıysa da yine yakalandı ve 21 Eylül 1327’de, anüsüne kızgın bir ocak demiri sokularak öldürüldü Bu oldukça dehşet verici öldürme yöntemi, kralı, homoseksüelliği için cezalandırmak ve ‘suçu’ gizlemek için yapılmış olabilir.

Haberin Devamı


Osmanlı’da ceza bir şölendi

Boysal'ın kitabındaki bilgilerin hepsi tarihi kayıtlardan alınma.

FOSEPTİK KOVUĞU

İbret olsun diye, geniş gövdeli bir çınar ağacının gövdesi kesilip, içi bir insanın oturacağı kadar oyuluyor. Suçlu buraya zincirleniyor, acıktığı zaman yemeğini veriyorlar ama dışarı çıkamadığı için tuvaletini de aynı yere yapıyor. Biriken dışkı, bir yandan yükselirken, bir yandan da suçlunun bedenini ıstıraplarla çürütüyor. Zavallı, hayatla ölüm arasında öyle bir kendinden geçiyormuş ki halktan başında toplanan kimselere öteki dünyadan sırlar verirmiş diye anlatırlar.

MANKURT

Daha çok Osmanlılardan evvelki Orta Asya Türk boylarında, kabilelerinde görülen, çölümsü topraklarda uygulanan bir işkence biçimi... Yakalanan suçlunun kafası traş edildikten sonra, kafanın tam üstüne bir parça keçi derisi veya deve işkembesi geçiriliyor. Bazen suçlu, kafası açıkta kalacak şekilde tüm gövdesi toprağa gömülüyor. Günlerce, azgın güneşin altında bu şekilde duruyor. İşkembe veya deri, zamanla kuruyup kafayı sıkıştırıyor. Öylesine ki, suçlunun saç telleri dışarı çıkamayıp içeri doğru uzuyor. Müthiş acılar ve ıstırapların sonunda, suçlu ölmüyor. Hafızası, geçmişi silinmiş bir robota dönüyor. İşte size düşmana karşı istenilen her türlü umarsız atılganlığı yapmaya hazır bir emir kulu.

AĞZA KURŞUN

IV. Murat döneminde, keyif verici maddelere zaafiyetin eziyetsiz kalmadığı iyi bilinir. Tütün içenler ağızlarına tütün tıkılıp boğuluyor, kafaları kesilip ibret olsun diye de kıraathanelerin, kahvehanelerin önüne atılıyormuş. İçki içenlerin olayı ise ayrı bir âlem... Bağlanıp denize atılıyorlar. III. Selim zamanında sarayın önünde türkü çığırmak kazığa oturtulmak için yeterli bir sebep. Aynı dönem... Ramazan’da oruç tutmadığı saptanan biçareler, yakalanıp toprağa gömülüyormuş. Orada da bazılarının ağızlarına kızgın kurşun!

Osmanlı’da ceza bir şölendi

DEREBEYLİKLER

Her eyalet yöneticisinin kendine özgü eziyet stilleri var. Bu da onlardan biri. Nereye getirildiğini bilmeyen suçlu, gayet karanlık bir izbede, yoğun kaya tuzlu, karışımlı sulu bir balçık kazanına konuyor. Sadece, açıktaki kafasına direkt gün ışığı veriliyor. Belli bir süre sonra aniden balçıktan yukarı çekilen suçlunun vücuduna mızraklarla sertçe dokunulunca adam dayanılmaz acılar çekiyor. Eğer eziyet sürecekse suçlu oradan çıkarılıp yakında akan buz gibi bir dereye atılıyor ve bu ani şokla kısmi felç geçirebiliyor.

HAVANDA DÖVME

Osmanlılarda sırf şahsi amaçları yüzünden yanlış fetva veren din adamlarının başının dübekte macun kıvamına dübekte macun kıvamına gelene kadar eziliyor.

GÖZ KAPAĞI KESME

Moğol İmparatoru Cengiz Han, mezarını hiç kimselerin bulamayacağı bir yere yaptırmak için iki bin kişi görevlendirmiş. Mezar bittikten sonra bu görevlileri çöle sürüp hepsinin göz kapaklarını kestirmiş, sırtüstü yere bağlatmış. Güneşin bağrında göz kapakları olmayınca gözler patlayıp akıyor. Yani öylesine azametli bir sır mevzuuu. Bu ölümlerin ardından bu görevlileri çöle getiren yüzlerce görevlinin de başı kesiliyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!