Erkekler 14 yaşını aşamıyor

Güncelleme Tarihi:

Erkekler 14 yaşını aşamıyor
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 29, 1999 00:00

Haberin Devamı

Murathan Mungan'ın son kitabı ‘‘Üç Aynalı Kırk Oda’’ üç uzun öyküden oluşuyor. İlk öykü ‘‘Alice Harikalar Diyarında’’ bilimkurgu bir pop masal. ‘‘Aynalı Pastane’’ Beyoğlu'nda geçen bir ‘‘hayat bilgisi dersi’’. ‘‘Gece Elbisesi’’, kimliklerin kıstırıldığı, suretlerin örtüldüğü bir dünyanın hikayesi. Ancak bütün bu tanımlar, üç öykünün de birbirine eklemlendiği ‘‘Üç Aynalı Kırk Oda’’ için basit ve yetersiz. Çünkü bu üç öyküde Mungan, kadın ve erkek dünyasını, iletişimsizliği, aşkın mümkün olup olmayacağını, kimlik kitlenmelerini, cinsel kimlikleri, ‘‘aile denilen zindanı’’, masalı, rüyayı, gerçeği, kısacası varoluşu-muza ilişkin bütün temel meseleleri sorguluyor.

‘‘Alice Harikalar Diyarında’’ kitabınızın ilk öyküsü. Okuyucularınız bu kez çok şaşıracaklar.

- Şaşırmak iyi bir şey, bana çok şey öğretti. Okura da öğretir umarım. İnsanı en çok yenileyen şey hafızasını kaybetmeden şaşırmak.

Sizi yakından tanıyanlar, gündelik hayattaki mizah duygunuzu bilirler. Mizah yazınıza ilk kez yansıyor galiba.

- Evet doğru, gündelik hayatta çok sık kullandığım ve yazılarıma neredeyse hiç yansımayan bir kara mizahım vardır. Birincisi bundan ötürü şaşırabilirler. İkincisi, ben bu öyküyü yazdığım zaman Amerika'ya hiç gitmemiştim. İlk defa Türkiye sınırları dışında geçen bir öykü yazıyordum. Ama kitap zaten dünyanın bir Amerika olduğunu ele veriyor. Üçüncü şaşırma nedeni ise bilimkurgu bir hikaye oluşu olabilir. Bir şey daha itiraf edeyim: Bu olgunlaşma ve hafiften yaşlanmayla da gelen bir şey. Dünyaya biraz balkondan bakmak.

O kadar lezzetli bir dili var ki ‘‘Alice’’in, insan bu mizahı bugüne kadar yazınıza niye yansıtmadığınızı merak ediyor.

- Mizah olgunlaşmasını beklediğim bir şey. Bir de unutmamak gerekir ki, Türkiye'de mizah çok iyi kullanıldığı kadar çok kötü de kullanılıyor. Mizah tehlikeli bir silah. Mizah duygusu, aynı zamanda trajedi duygusuna sahipseniz hakkettiğiniz bir duygudur. Çünkü mizah her şeyi affettirir, oysa Türkiye'de yaşadıklarımızın içinde hiç unutmamamız gereken çok şey var.

ARABAŞLIK

‘‘Alice’’e bir pop masal demek yanlış olmaz sanırım.

- Evet, bu öyküde popüler kültür öğelerini kullandım. Ama dibinde ağır bir hüzün olan bir şeyi, soğanın zarları gibi yavaş yavaş açmaktı amacım. Eğlendirmeyi seviyorum. Bu kitap 400 sayfa ve okunmasını çok önemsiyorum. Sadece çok akıllı insanlara iletmeyi düşündüğüm irili ufaklı mesajlar için bir araç değil yazı. Sonuçta popüler kültürdeki hafiflikle, hayatın temel meseleleri arasındaki ağırlığı, kadın-erkek ilişkisi, aşk, varoluş, hayal, gerçek, bir arada daha eğlenceli vermeyi düşündüm. Alice o eğlenceli diline rağmen bence çok hüzünlü bir hikaye. Amerika'daki bir pop şarkıcısını anlatıyorum öyküde. Melodie Maker, Billboard gibi dergilerin popüler dergi dilini tutturmaya çalıştım. Bilimkurgu dili için de aynı şey, ‘‘füzyonlar açık, basınç vakumları kapalı’’ falan deyince, ‘‘aaa, televizyon dizilerinde de böyle’’ deyip ikna oluruz.

‘‘Alice’’teki uzaylı Adam mükemmel bir aşık. Öykü böyle bir adamın yeryüzünde de bulunabileceği konusunda çok karamsar. Ne yapacak şimdi kadınlar?

- Böyle bakıldığında bütün bu neşeli anlatıma, bütün bu hoppa imgelere rağmen sorguladığım şey iletişimsizlik. Belki yazı yazmamın nedeni de bu, iletişimin mümkün olup olmadığını soruyorum aynı zamanda. ‘‘Aynalı Pastane’’de Muştik bunun cevabını veriyor zaten: ‘‘Arama demiyorum, bulmaktan ümidi kes’’ diyor.

Almodovar ‘‘Kadınların dünyası bu kadar zenginken, ne diye erkekleri anlatayım?’’ demiş. ‘‘Üç Aynalı Kırk Oda’’da da farklı farklı kadınlardan örülü bir dünya var. Erkekler ya çok geri planda ya da neredeyse acınası birer figüran. Siz de Almodovar gibi mi düşünüyorsunuz?

ARABAŞLIK

- Evet, bu bir kadın kitabı. Ancak şöyle bir şey var: Kitapta, ‘‘kadınlar arasında kadın olmanın da yetmediği uzaklıklar vardır’’ diyorum. Biyolojik kadınlıktan bahsetmiyorum yani. Sonuçta biyolojik olarak kadınlar, kendi cinsiyetlerinin sorunlarına erkekler kadar yabancı olabiliyorlar. Ama bakıyorsunuz, dünyadaki okur kadın okur. Kadınlar değişmeyi, kendini değiştirmeyi daha göze alabiliyorlar, kıstırıldıkları yerde dile daha çok sığınıyorlar. Mesela kadınların şiddetinin daha çok dil yoluyla olması da bundan. Erkek küfür eder ama küfür dar bir alandır. Erkek dünyası daha kıstırılmış bir dünyadır. ‘‘Gece Elbisesi’’ndeki Ali de halalarına serbest olan ağlamanın kendine bu kadar yasak olmasını adil bulmuyordu, biliyorsunuz. Erkeklerin yüzde doksan dokuzunun 14 yaşını geçmediği bir toplumun yazarıyım ben. Çocukken evden kaçmaya çalışan erkek, sokakta başına gelen ilk kötü şeyde ailesini yanına çağırır. Bu, ileride karısı olur.

Üç hikayede de masal unsurlarını çokca kullanıyorsunuz. Bunda doğduğunuz coğrafyanın etkisi var mı?

- Evet, ben masal kadar güzel bir şehirde, Mardin'de büyüdüm. Masal benim kulak dolgunluğum. Elbette yazı için daha fazlası gerekir. Günümüzü anlatırken bile, masalların arkeolojisini yapmayı seviyorum. Hayatımızı kuşatan bütün kanavalar, klişeler, hileler onlarda saklı. Hayatı anlamamızı kolaylaştırıyorlar. Çünkü ilkin kendi hayatımız yabancıdır bize. Hepimiz hayallerimizden bir hayat yapmaya çalışmıyor muyuz kendimize? Hikaye, Batı'da büyük ölçüde kurulan bir şeydir, Doğu'da ise anlatılır. Ben Batı'nın sahne kurarak ilerleyen dramatik tekniğiyle, Doğu'nun kutu kutu içinde anlatı biçimlerini kendi hikayeciliğimde sentezlemeyi amaçladım hep; bu yüzden de masal başlı başına bir kaynak oldu.

Bir de hayal-rüya-gerçek sürekli birbirine dönüşüyor...

- Kitaptan yola çıkarsak, ‘‘Ali'nin göğsünde bulduğu yaprak mı, kuyunun üzerindeki taş mı’’ sorusuna geliyoruz galiba. Kitap bütünüyle gerçeğin yırtılmasıyla ilgili. O güne kadar gerçek bildiğimiz her şey, bir gün yırtılırsa ne olur? Gerçek nedir? Gerçeklik nedir? Gerçeğin ne olduğu herkesin derdi değil mi? Görünenin altındakini görmek, suret yasağının olduğu bir kültürde insan yüzündeki peçeyi kaldırmak hep merakım oldu. Gösteren ayna, sahiden gösteren midir? Söyleyen dil, sahiden söyler mi? Kapalı gözle gördüklerimiz, neden açık gözle gördüklerimizden daha az gerçek olsun ki? Rüya görmeyen gözler neyi görebilir?

Ayna imgesi, özellikle ikinci ve üçüncü öykülerde çok önemli. Sizin için nedir ayna?

- Ayna, bütün narsisist sanatçılar gibi benim de derdim. İnsanlık tarihinin, varoluşumuzun çok önemli bir parçası. Doğada olmayan bir şey, kelimeler gibi. Ayna aynı zamanda ibadet edilirken üstü örtülen bir korku nesnesidir Doğu'da. Türk edebiyatında ayna üstüne yazılanlar daha çok Batı'nın ayna referansıyla ilişkilidir. Bense çocukluğumda korkulan ve üstü örtülen bir kültürde aynayı öne çıkarttım, özellikle de ‘‘Gece Elbisesi’’nde.

BİR HAYATA KİTLENMEK

Ayna, kurulmaması gereken hayallerin kurulduğu yasak yer mi aynı zamanda?

- Evet ama, aynayla ilişki kendi imgemizle de ilişki. Ayna bizim öteki benimiz ve bize büyük hayaller sunuyor. Bizi değiştiren, bizden bir tane daha yapan bir şey. Toplumsal kültürümüzün çok büyük bir noksanı aynı zamanda. İnsanlar kendilerine mesafe alamadıkları, uzak açı kuramadıkları için hem çok büyük yara alıyorlar, hem kendilerini dönüştüremiyorlar. Kendine ayna olamadığı için özeleştiriyi de öğrenemiyor.

İkinci öyküde Aliye, üçüncü öyküde Ali aynanın içinden geçerek rüyalarına kavuşuyorlar. Ama orada da başka tehlikeler var. Nitekim öyküdeki falcı-yazar ‘‘bütün güvenilmez hikayeler aynalara fazla bakanların başına gelir’’ diyor. Duyguları yaşamaktan korkmamak dediğiniz şey, hep acı mı getirir?

- Böyle bakıldığında, evet, bir çıkış yok gibi geliyor. Ama hayatımız, varoluşumuz da biraz böyle. Aynanın içinden geçmek, Lewis Carol'dan aldığım bir şey, fantezi edebiyatında kullanılmış bir unsur. Burada insanlara gerçekle hayal arasında bir hayat dersi vermekten çok, varoluşumuzla ilgili olan temel şeyleri sorgulamak istedim. Yeterince konuşmuyoruz, her şeyi raflara kaldırıp, kitliyoruz. Mesela çok bastırılmış kadınlar günün birinde rahat kadın olmaya karar verdiklerinde, rahatlamıyorlar, sadece arsız ve yırtık kadın oluyorlar. Bu da bir başka kitleme. Hakçası aynanın içinden geçmeye biraz metafor gibi bakmalı. Çok sıkıştırırsanız, ‘‘masal bu, masal gibi okuyun işte’’ diyeceğim!

CİNSEL KİMLİK HAPİSHANE

‘‘Aynalı Pastane’’nin Muştik'i bir yerde ‘‘Seks bir gayya kuyusudur. Orgazm kısa ömürlü bir yüceliktir’’, daha ilerde ise ‘‘Seks insanlar için bir yük, çirkin bir şeydir’’ diyor. Son derece bilge bir adam olan Muştik'in bile cinsellik konusunda kafası karışıyor galiba?

- Cinsellik hangimizin kafasında karışık değil ki! Bir şey üzerinde çalışıyorum, adı ‘‘Seks hakkında herkesten daha çok şey biliyorum’’ olacak! Ben bilirim değil, üzerine düşündüklerimden dolayı biliyorum. İnsanlar eğlensinler diye düşündüm bunu. Seks hakkında açıkça söz alanlar kafasını cinselliğe takmış olarak algılanıyor. Oysa hiç cinsellikten söz etmediği halde, bütün hayatı boyunca asıl söylemek istediğinin seks olduğunu anlayan ya da anlamayan insanlar var. Cinsel kimlikler insanların hapishanesi.

Sanırım cinsel organlar da öyle. Ali kendinde olmayan, özlemini duyduğu kadın cinsel organını bir başkasında gördüğünde iğrenç bir tanım yapıyor. Aynı şekilde başkasında arzu ettiği penisin kendinde olmasından rahatsızlık duyuyor.

- Güzel bir yere geldiniz. Ali kendi penisini değil başkalarının penisini istiyor çünkü. Antep'teki bir randevu evindeki kadının cinsel organını bir yara gibi anlatırken, kendi aynı şeye sahip olduğunda şahane bir şey gibi tarif ediyor. Benim burada yapmak istediğim ‘‘hiç böyle baktınız mı, böyle düşündünüz mü’’ sorusunu sormak. Ayrıca penis üzerine ciddi bir efsane var. Vajina, saklanan ve utanılan mahrem yer. Bütün soft porno filimlerde penis saklanır, vajina gösterilir. Çünkü penis, efsanesi yıkılmaması gereken bir şeydir. Ali'de ben tırnak içinde sapkın bir çocuğun masalını anlatmıyorum. Kimliklerin ne kadar travesti ya da transseksüel olabildiğini anlatıyorum.

ARABAŞLIK

Ali de bu travestiliği okulda duyduğu bir küfürle farkediyor galiba.

- Evet, zaten ben seks unsurunu sırf seks de olsun diye yazmıyorum elbette. Ali'nin okulun kapısında duyduğu bir küfürle birlikte bir gerçeklik yırtılması başlıyor. Erkeklere de tecavüz edilebileceğini öğrenen bir erkeğin dünyası artık aynı kalamaz çünkü. Erkeğin kendine tecavüz edilebileceğini bilmesi hayatının paranoyasıdır. Benim yaptığım galiba ‘‘kral çıplaktır’’ demenin estetikçesi. Mesela ‘‘ben eşcinselim’’ diyen birine her zaman inanmışımdır. Ama ‘‘ben heteroseksüelim’’ diyen birinin bunu bana ispat etmesi lazım. Türkiye'de sağcı olmanın solcu olmaktan daha kolay ve zahmetsiz oluşu gibi, heterokseksüel olmak da kolaydır. Yıpranmazsın, çevrenle çatışman az olur. Bence insanın ‘‘heteroseksüelim’’ -ben karşıcinsel'i kullanıyorum- diyebilmesi için, karşı cinsten olmaya zorlanmadığı, okul, aile ve geleneklerle kıstırılmadığı bir yerde bunu söylemesi gerekiyor. Ancak o zaman gerçek bir cinsel tercihten söz edilebilir. Hoş, bu cinsel tercih lafı da saçma. 1999 seçimlerinde demokrasiden yana oy kullanmak kadar sahte bir şey cinsel tercih. Sen bana hangi hakkı tanıyorsun ki ben herhangi bir şey konusunda tercih hakkımı kullanayım?

Son romantiklerden

Bütün hayatımız biri için çok özel olmak üzerine kurulu. İmkansız olanın, gerçekte ontolojik olarak ne kadar imkansız olduğu, ideolojik olarak ne kadar imkansız olduğu hep meselem oldu benim. Benim için şu çok önemli: Dünyadaki varoluşumuzla aşk arasında çok sıkı bir ilişki kuran, son romantiklerdenim. Ne yazarsam yazayım, aşkın hala ne kadar mümkün olduğunu sormayı önemsiyorum. Hayatta hala şiir yazıyor olabilmek, hala aşık olabilmek çok önemli. Benim tek derdim var, insanın kalbindeki bütün duyguları göze alabilmesi, kalbinden korkmaması. Aşktan kaçmak kalpten korkmaktır. İnsanın hayatta kendisi olamamasından, insanın bir başkasının hayatını yaşamasından daha büyük bir yalnızlık tanımıyorum. Türkiye bu anlamda travestilerle dolu bir ülke. Kendini herkesten saklayarak, içine kıstırıldığın bir şeyi kendi hayatın sanıyorsun.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!