Derin devlet makarna tarifiyle aydınlanmaz

Güncelleme Tarihi:

Derin devlet makarna tarifiyle aydınlanmaz
Oluşturulma Tarihi: Nisan 25, 2010 00:00

Güldal Mumcu, öldürülen gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun eşi olarak tanındı. Kişiliği ve yaşamı hep bu “eş” kimliğinin ardında kaldı. CHP milletvekili ve TBMM Başkanvekili olduktan sonra bile kendisiyle ilgili konuşmadı. Bu söyleşi, oluşan o zırhın ardına geçiyor, Güldal Mumcu portresini aydınlatıyor.

TEHDİTLER
Taranırsak oğlumu nasıl korurur diyordum


1974’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra şimdiki adı Eximbank olan Devlet Yatırım Bankası’na sınavla uzman yardımcısı olarak girdim. Uğur’la evlendikten sonra da çalışmaya devam ettim. Milliyetçi Cephe dönemiydi, Süleyman Demirel de başbakandı. Uğur, Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’ın hayali sunta ihracatı dosyasını yayınlamıştı. Banka da Maliye Bakanlığına bağlı... Hak ettiğim resen tetkik yetkimi vermekte epey zorluk çıkardılar. Ama sonunda aldım ve uzman oldum. 1979’da terör iyice artmıştı. Uğur’un da hedef olduğu söyleniyordu. Hatta Ecevit, bir gece Uğur’la görüştükten sonra “Siz evinize nasıl gideceksiniz” diyor. Düşünün, o zaman Başbakandı. O bile tedirgin! Halbuki biz işe gitmek için her gün aynı saatte evden çıkıyoruz, aynı saatte dönüyoruz. Özgür de yanımızda... Kayınvalideme bırakıyoruz. Yakın koruma verilmişti ama o dönem hep çapraz tarama yapılıyor, korumalar da arabada öldürülüyordu. Bende de ‘Bir çapraz tarama olursa oğlumu nasıl korurum’ duygusu gelişmişti. Sonunda, hepimiz aynı saatlerde girip çıkmamak için benim işten ayrılmama karar verdik; Uğur’un geliş gidiş saatleri daha serbestti. “Hepimiz birden değil, bari sadece birimiz hedef olsun” gibi bir durumdu bu. O dönemde yaşananlar, hani Amerikalı yetkililerin “Our Boys did it”, yani “Bizim çocuklar başardı” dediği 12 Eylül darbesinin hazırlığıydı. Aslında “Our Boys” ülkemizde çeşitli kılıklarda her zaman iş başındaydı. Hiçbir zaman uzaklaşmadılar.

MEZARINA YAZILACAK YAZIYI SÖYLEDİ

90’larda pek çok insan öldürülmüştü. Ona da tehditler geliyordu. Hatta telgrafla bile tehdit edilmişti. Tehlikeyi biliyorduk ama konuşmazdık. Bunca tehdide, olumsuz gözleme rağmen o gerginliği evin içine, çocuklara hiç yansıtmadık. Zaten uzun konuşmaya gerek de yok böyle şeyleri. Bayramlarda annesinin babasının mezarını ziyaret ederdik. Son ziyaretlerimizden birinde Muammer Aksoy’un mezarına da gittik. O sırada, “Benim mezar taşıma, ‘Vurulduk ey halkım, unutma bizi’ diye yazın” dedi. Ben de “Aman, böyle bir şey ancak insan öldürüldüğü zaman yazılır, böyle bir şeyi telaffuz etme” dedim. Ama mezar taşına o sözleri yazdırdım.
Uğur’un cenaze töreninde nasıl öyle metanetli olabildiğimi ben de bilmiyorum. Zaten bu kararla olmaz. Bağırmak çağırmaktan çok, çözüme kurgulu bir yapım var. Kolay ağlamam. 15 yıl, ‘çapraz tarama olursa çocuk ne yapılır, bir suikast olur mu’ diye yaşamanın psikolojik sonucu olabilir. Kolay değil, çok sevdiğiniz insanı kaybediyorsunuz, onun üstüne yeniden bir hayat ve mücadele azmi kurguluyorsunuz. Uğur, gerçekleri anlatabilmek için çok çaba harcadı; emeğini ve sevgisini hiç esirgemedi. Bu çaba, sevgi ve emeğin karşılıksız kalmayacağını, toplumun onu anladığını, cenaze töreninde onu büyük kalabalıkların uğurlayacağını biliyordum. Hatta cenaze programını konuşurken arkadaşlarla ufak bir tartışmamız oldu. Onlar tabutun gazetenin önünden camiye kadar elde taşınmasını istedi. “Olmaz. Onun tabutunun Humeyni’nin cenazesindeki gibi parçalanmasını istemiyorum. Arabayla götürülecek” dedim. Abarttığımı düşündüler. Kalabalığın bu kadar büyük olacağını tahmin edemediler. Şimdi suikast anından itibaren olanların kitabını yazıyorum.

İSMİM
Güldal, Refik Halid’in romanından


Babam Süreyya Homan eczacı bir subay. Annem, Siirt’teyken bana hamile kalınca doğum için memleketi Denizli’ye gelmiş. Ben dördüncü ve son çocuğum. Babam, kızı olduğunu öğrenince, “Refik Halid Karay’ın ‘2000 Yılın Sevgilisi’ni okudum, kızım da 2000’lerde yaşayacak. Oradaki kızın adını koyalım, adı Güldal olsun” diye mektup yazıyor. Üç ablamın adı da “al”la biter. Zuhal, İclal, Nural... Belki babam Güldal’ın ses uyumunu da düşündü. Annem ise Şükran istiyormuş, Şükran Güldal ismini veriyorlar. Fakat hep Güldal diye çağırdılar, Şükran sadece ilkokulda bir ara kullanıldı.

ÇOCUKLUĞUM
Hep teşekkürle, iftiharla geçerdim


1,5 yaşından itibaren Ankara’daydım. İlk üç yıl, Abidin Paşa İlkokulu’nda okudum. İlkokullar arasında düzenlenen bir şiir yarışmasında önce kendi okulumda, sonra tüm ilkokullar arasında birinci oldum. 60 ihtilali sonrasında Yenimahalle’de lojmanlar yapılınca Gaziosmanpaşa İlkokulu’na geçtim. O zamana kadar subayların lojmanı yoktu. İlkokulu bitirince TED Koleji’ni kazandım. Çalışkan bir öğrenciydim. Hep teşekkürle, iftiharla geçerdim. Babam, her şeyi gayet güzel anlatır, sonra kararı bize bırakırdı. Liseden sonra basın yayın, hukuk, bir ara botanik okumak istedim. Sonunda SBF’ye karar verdim. Orada da işletme bölümünü seçtim.

MÜLKİYE YILLARIM
Mümtaz Hoca’lı polisler dersten aldı


Siyasal’a başladığım 1970’te siyasetin içinde değildim ama okuyor ve takip ediyordum. O ilk yıl birdenbire kendimizi 12 Mart 1971 darbesinin içinde bulduk. Bir gün Anayasa dersi sırasında, polisler Mümtaz (Soysal) Hocayı sınıftan aldılar. Biz de fakülte kapısının önündeki merdivenlere dizildik. Hoca arabaya bindirilirken alkışlarla protesto ettik olayı. Çok iyi bir anayasacı, sevecen bir insan olan Soysal’ı çok seviyorduk. Mehmet Ağar sınıf arkadaşım olduğunu söylüyor ama hatırlamıyorum. CHP milletvekili Akif Hamzaçebi sınıf arkadaşım. İlk parayı 1972’de, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nden kazandım. Verdikleri bir makaleyi “Bir Elit Olarak İngiltere ve Almanya’da Devlet Memurları” başlığıyla çevirdim. O zamanki soyadımla, Güldal Homan imzasıyla TODAİ dergisinde yayınlandı.

UĞUR’LA EVLENMEMİZ
Bizi bir arkadaş tanıştırdı


Uğur’la bir arkadaş vasıtasıyla tanıştık. Birbirimizden hoşlandık ve çıkmaya başladık. Bu şekilde tanıştırılmak aşık olunmayacağı anlamına gelmez. Objektif verilere bakınca mantık birlikteliği olacak bir durum da yoktu; askerliğini cezaen er olarak yapmış, hapis yatmış biriydi. 1975’te tanıştıktan bir yıl sonra 19 Temmuz 1976’da evlendik. Oğlumuz olunca Uğur, “Özgür olabilir mi” diye sordu. Ben de olur dedim. Hapiste sıkıntılar yaşamış bir insanın Özgür ismini istemesi bana son derece doğal geldi. Özge’nin ismini de Uğur koydu. Neşeli bir insandı. Aslında televizyon konuşmalarına bakıldığı, yazıları okunduğu zaman, ne kadar esprili ve hayatı ne kadar hicveden bir yapıya sahip olduğu görülür. En dramatik bir olayda bile sizi gülümsetebilirdi. Bizim ilişkimiz öyleydi. Ben de olayların komik yanlarını hicvetmeyi severim. Hafızası taşa oyulmuş gibi güçlüydü, hiçbir şey silinmezdi. O yüzden de hızlı yazabiliyordu. Daha çok evde çalışıyordu. “Sakıncalı Piyade”yi evde yazdı. Düzeltmeni, ilk okuru ve ilk eleştirmeni bendim.

ERGENEKON
Derin devleti aydınlatma niyeti yok


Mehmet Ağar, Uğur’un öldürülmesinden sonra bana “Bir tuğla çekersek duvar yıkılır” derken, anladığım kadarıyla derin devleti kastediyordu. Öyle deyince ben de kendisine “Tuğlayı çekin o zaman” dedim. “Çekemem” dedi. “Çekin, kenara çekilin” dedim. “Onu da yapamam” dedi. Tuğlayı çekemediğine göre, tam içinde herhalde. “O zaman çekerler altında kalırsınız” dedim. İmkansız bir şey söylemişim gibi baktı. Gerçekten Uğur’un öldürülmesi hala aydınlanamadı. Ergenekon operasyonlarında ve davalarında kontrgerillayı aydınlatma niyeti görmüyorum. Öyle bir yöntem ve üslup kullanılmıyor. Derin devleti, kontrgerillayı aydınlatmak isteyen, iddianameye makarna tarifleri koymaz.

SİYASETE GİRİŞİM
İzmir’deki o kadının gözyaşı


Neden siyasete girmeyi o zamanlar istemedim? Olay çok yeniydi, bu bir. İkincisi bir vakıf kurmak ve geliştirmek hedefini koymuştum önüme. Üçüncüsü, siyasetin ister istemez bazı şeyleri kullanmasından rahatsızdım. Amaçlarımın büyük kısmını gerçekleştirince siyasetin ihmal edilmemesi gerektiğine karar verdim. CHP’ye girme önerisini Önder (Sav) Bey’le konuştuk, Deniz (Baykal) Bey de bu konuyu daha önceki yıllarda dile getirmişti. İzmir’de seçim kampanyası sırasında insanlar beni görünce Uğur’a yönelik suikastı ve onun ölümünü bir daha yaşadılar. Onca yıl sonra hala başsağlığı diliyorlardı. Bu Uğur’un kucaklanmasıydı. Onun adına büyük kıvanç duydum. Gaziemir’de bir kadıncağız elimi sıktı, sonra gözünden kocaman bir damla yaş aktı. Sadece dokundum, o da bana dokundu, o kadar.

KAVGALI OTURUM
Müsaade edin dişi gibi bitireyim


O kavgalı oturumdan sonra Meclis Başkanı Şahin, “Güldal Hanım, siyasette olur böyle şeyler. Üzülmemek gerekir. Hadi şimdi gidin bunu erkekçe bitirin lütfen” dedi. Ben de döndüm, “Mehmet Ali Bey, müsaade ederseniz dişi gibi bitireyim” dedim. Erkeğe, “Kadın gibi davranıyorsun” denilince aşağılama oluyor da neden kadından erkek gibi davranmasının istenmesi hakaret olmuyor? Ne demekse o erkek gibi davranmak! “Erkek gibi kadın” söylemi de kadını aşağılamanın farklı bir boyutu. Bu söylem o kadar kabullenilmiş ki, kadınlar bile “erkek gibi kadın” söyleminin bir aşağılama olabileceğini düşünmüyor. Sayın Meclis Başkanı da o sözleri beni kırmak için söylemiyordu muhakkak. Ama bunun bir aşağılama olabileceği de hiç düşünülmüyor. Kadın ve erkek kimliği, birbirini aşağılamak için kullanılmamalı.

ODA BASKINI
Arınç Meclis’ten özür dilemeli

Bülent Arınç, o olaydan sonra arayıp şahsen özür dilemedi. Medya üzerinden açıklamalar yaptı. Zaten o davranış benden özür dilemesiyle kapanacak bir olay değil. O Bakanlar Kurulu’nu, ben de Meclis’i temsil ediyorum. Yaptığı, yasamaya yönelik baskı. Özür dilemesi gereken yer Meclis. Erkek zihniyetiyle, bağırarak baskı altına alacağını düşündü. Ne yazık ki, dünyanın her yerinde siyasi iktidar gücünü erkek gücüyle eşit gören bir anlayış var.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!