Denize ağ attık lüfer yerine denizanası çektik

Güncelleme Tarihi:

Denize ağ attık lüfer yerine denizanası çektik
Oluşturulma Tarihi: Ekim 24, 2010 00:00

Türkiye Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) öncülüğünde düzenlenen Marmara Denizi 2010 Sempozyumu’nda tükenen balık potansiyelinden deniz trafiğine, kıyılardaki yoğun yapılaşmanın yarattığı kirliliğe pek çok sorun mercek altına alındı. Konu başlıklarından biri de lüferdi. Sempozyumda, bir sunum yapan TÜDAV Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dekan yardımcısı Prof. Dr. Bayram Öztürk’le Poyrazköy’den 14 metrelik balıkçı teknesiyle Boğaz’a, oradan Karadeniz’e açıldık. Sekiz saat kaldığımız teknede bir düzine lüfer yakaladık, gece oldu ağ attık. Ağlarımız lüferle değil, Marmara’da balığın bittiğine ve yoğun kirlenmeye işaret eden binlerce denizanasıyla doldu

Haberin Devamı

Poyrazköy’den ‘Dalyancı’ adlı tekneyle Boğaz’a açıldığımızda saat tam 16.00 idi. Hava kapalı ama balık avına elverişliydi. Kaptanımız Mustafa, Beykoz’da dalyancılık yapan iki isimden biri. Tayfalarımızsa düz, uzun sapsarı saçları, sarkık bıyıklarıyla tepesinde bir tek boynuzlu kaskı eksik, Viking kılıklı Yılmaz, ağ atıp çekmede ustalaşmış Hasan, tam 40 yılını bu sularda balık avıyla geçirmiş Rumelifenerli Dursun Reis, Bayram Hoca ve ben. Boğaz’ın çıkışında kendini akıntıya bırakmış tatlı tatlı salınan balıkçı teknelerine yakın motoru stop edip el oltalarımızı saldık denize. Bir düzine lüfer çektik, çoğunu Viking Yılmaz tabii. Bayram Hoca, denizci hikayelerinden bildiğim, bünyeyi ısıtıp zıpkın gibi yapan romu hazırlayıp sundu ve başladı anlatmaya...

BALIK KEYFİNDE 3-T FORMÜLÜ

“Bizde en lüks balıkçılara gidin iyi balık yapan pek yoktur. Balık keyfinde 3 T formülü önemli. Taze olacak, tuzlanacak, temiz olacak. İyi temizlenecek yani. Bu üç koşul yoksa balığın lezzeti olmaz. Balığa iyi davranılmıyor Türkiye’de. Yakalandığı zaman bam diye iskeleye atılır. Orada yarısı gider, çürür. Sonra tezgaha geçer balık, devamlı su alır, güneşin altında akşama kadar yapılmayan işkence yoktur. Sonra da parçalanan, mahvolan balık hale gider ve vatandaşın önüne gelir. Ondan sonra ucuz palamut, tanesi beş lira diye alıp eve gelirsiniz ki kokusundan durulmaz...”
Buradan taa Çanakkale’deki Mehmetçik Feneri’ne kadar olan bölge bizim yatak odamız. Dünyanın en dar biyolojik koridoru ve en önemli su yolundan geçiyoruz şu an. Bir kapalı denizi, Karadeniz’i okyanusa bağlıyor. Cebelitarık’tan tükürdünüz mü o tükürük yüz sene sonra buraya geliyor; suyun ilerlemesi çok yavaş. Buranın kirlenmesi demek, Karadeniz’in, Akdeniz’in, Ege’nin kirlenmesi demek. Burası Boğaz, gırtlak yani, sürekli açık olması lazım. İstanbul Boğazı’ndan Montrö’nün imzalandığı 1936’da yılda dört bin gemi geçerken, bugün 55 bin gemi geçiyor. Bunun 2 bini tanker. Bir tehlike anında tankeri stop etmeye kalksanız, duruş mesafesi 500 metre. Yalılar, kıyılar için çok tehlikeli bir durum.

KILIÇBALIĞI EN SON 1980’DE GÖRÜLDÜ

Marmara’da bugün orkinos yok, kılıç, uskumru, kolyoz, kalkan, dilbalığı, karagöz, eşkina yok. Kılıç Balığı’nın Marmara’da son görüldüğü tarih 1980. Marmara’da neler çıkmazdı ki; kalkan mesela. Beykoz Belediyesi’nin amblemi kalkandır ama kalkan falan yok ortada; çamur yuvası. Üsküdar’dan Anadolu Feneri’ne kadar olan bu bölgenin hiç arıtması yok. Hani İSKİ, Büyükşehir çalışıyor ya... Burası 14 kilometrelik bir şerit. Bir de su ve arıtma parası ödüyoruz. Marmara Denizi’ndeki biyolojik çeşitliliğin hızla azaldığını görüyoruz. Hem Boğaz hem Prens Adaları civarında balıkçılığa ve deniz trafiğine kapalı koruma alanları oluşturmalıyız. Böylelikle bölgede azalan, yok olan stoklar kendini yenileyebilir.”
Dünyanın en pahalı balığını yiyoruz. Sigortasız çalıştırılan personele, sendikasız balıkçıya ve ucuz mazota rağmen... İtalya’ya Paris’e gidin balık daha ucuz, neden? Bizde yıllık balık tüketimi 10 kilo bile değil. Girmeye çalıştığımız AB ülkelerinde 30 kilo. Bir milyon ton balık üretmemiz lazım ama bunun için de suyun temiz olması, arıtma yapılması, denizin kirletilmemesi lazım. Ve tabii stokların sürdürülebilir olması için de balık avını sınırlandırmamız lazım.

Haberin Devamı

Denize ağ attık lüfer yerine denizanası çektik


İNEK SİZİN KESERSİNİZ, BALIK HEPİMİZİN

Bir ineğin sahibi vardır ama sudaki balığın sahibi yok. Bunlar toplumun ortak malı. İneğinizi istediğiniz zaman kesebilirsiniz ama balığı erken avladığınız zaman ülkenin ortak kaynaklarını tüketiyorsunuz. Bu konudaki liberal politikaları yanlış buluyorum. ‘Bırakın yapsınlar, ithal ederiz, daha ucuza gelir’ gibi şeyler söyleniyor. Bunu ette gördük, şimdi balıkta yaşıyoruz. Balıkçılık meslektir, bir sanattır. Ömrü balıkçılıkta geçmiş bu adamın; ne öğretmen, ne emekli komiser işi bu. Emekli oluyor, bir tekne alıyor, balıkçılık yapıyor. Haksız rekabet bu. Dünyanın hiçbir yerinde canı sıkılan ‘Hadi balık avlamaya gidiyorum’ diyemez. Dünyanın her yerinde beş kilonun üstünde balık tutanların ehliyeti vardır, altıncı kilo için para ödersiniz. Bizim mevzuatta da var ama uygulama yok. İşte diyor ki ‘sportif amaçla tutulan balık 60 birimi geçemez’... Ne 60’ı, 260 birim balık var orada.
Türkiye’nin yurtdışında balıkçılık anlaşması yaptığı tek ülke Yemen. Şaka gibi! Kara sularında korsanlar cirit atıyor. Hadi gidip balık avlayın orada, kim gidebilir? Ne gelen var, ne giden. Türkiye’nin Hint ve Atlantik okyanuslarında balık avlaması lazım. İspanyollar Kanada’ya, Fransızlar Moritanya’ya gidip balık avlıyor. 42 İslam ülkesi var, dünya okyanuslarının yüzde 40’ını elinde bulunduruyorlar. Bunların tüm teknelerini bir araya getirsen Türk tekneleri kadar etmez. 20 bin tekne var bizde. Beş milyonluk Norveç, Türkiye’nin dört katı balık üretiyor”.

AĞLARIMIZDA BİNLERCE DENİZ ANASI

Saatler 21.30’u gösteriyor. Tekneler geçiyor yanımızdan, soruyor kaptan, “Balık yok” diyorlar. Anadolu Feneri’ne doğru zarganalar karanlıkta ışın kılıcı gibi sağlı sollu hızla yol alıyor teknemizin önünde. Bayram Hoca zargana için “lüferlerin en iyi yemidir, belki altlarında çinekop olabilir” diyor. Viking Yılmaz ve tüm tayfa ağları salıyoruz. Az sonra toplanmaya başlıyor ağlar. Manzara feci, lüfer yok, ağları binlerce denizanası sarmış, silkeleyerek topluyor tayfa, denizanalarıyla birlikte umutlar da suya düşüyor. Dönüşe geçiyoruz.”
Yeniden Bayram Hoca’ya uzatıyorum teybimi: “Deniz analarının çoğalma sebepleri var. Bir kere denizanasını yiyen deniz canlısı yok artık. Mesela uskumru yok, Norveç’ten geliyor. Çocuklarınız en son ne zaman yedi uskumruyu, bilmezler. Aşırı balıkçılık uskumruyu tüketince denizanaları aldı başını gidiyor şimdi. Bir de kirlenmeyi ve iklim değişikliğini ekleyin üzerine. Marmara Denizi’nin geleceği, deprem tartışmalarına benziyor. Deprem konuşulur konuşulur sonra bir deprem olur deprem gerçeği anlaşılır. Marmara Denizi’nde de belli bir zaman sonra hiç balık kalmayacak, balık ölümleri başlayacak, insanlar denize giremeyecekler. Ondan sonra herkesin aklı başına gelecek ama geç kalınmış olacak. Kaçak balığın hepsi balıkhaneye girer. Balıkhanede bunu belediyenin görmesi lazım. AB, ‘Balıkçılık Genel Müdürlüğü kuracaksınız’ dedi, iki yıldır ses yok, çünkü kimin genel müdür olacağı konusunda bir uzlaşma yok. Geçenlerde gelen AB komisyonerine de söyledim, lüfer avı için yasak sınırının 14 santimden 20 santime çıkması lazım.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!