Güncelleme Tarihi:
Poyrazköy’den ‘Dalyancı’ adlı tekneyle Boğaz’a açıldığımızda saat tam 16.00 idi. Hava kapalı ama balık avına elverişliydi. Kaptanımız Mustafa, Beykoz’da dalyancılık yapan iki isimden biri. Tayfalarımızsa düz, uzun sapsarı saçları, sarkık bıyıklarıyla tepesinde bir tek boynuzlu kaskı eksik, Viking kılıklı Yılmaz, ağ atıp çekmede ustalaşmış Hasan, tam 40 yılını bu sularda balık avıyla geçirmiş Rumelifenerli Dursun Reis, Bayram Hoca ve ben. Boğaz’ın çıkışında kendini akıntıya bırakmış tatlı tatlı salınan balıkçı teknelerine yakın motoru stop edip el oltalarımızı saldık denize. Bir düzine lüfer çektik, çoğunu Viking Yılmaz tabii. Bayram Hoca, denizci hikayelerinden bildiğim, bünyeyi ısıtıp zıpkın gibi yapan romu hazırlayıp sundu ve başladı anlatmaya...
BALIK KEYFİNDE 3-T FORMÜLÜ
“Bizde en lüks balıkçılara gidin iyi balık yapan pek yoktur. Balık keyfinde 3 T formülü önemli. Taze olacak, tuzlanacak, temiz olacak. İyi temizlenecek yani. Bu üç koşul yoksa balığın lezzeti olmaz. Balığa iyi davranılmıyor Türkiye’de. Yakalandığı zaman bam diye iskeleye atılır. Orada yarısı gider, çürür. Sonra tezgaha geçer balık, devamlı su alır, güneşin altında akşama kadar yapılmayan işkence yoktur. Sonra da parçalanan, mahvolan balık hale gider ve vatandaşın önüne gelir. Ondan sonra ucuz palamut, tanesi beş lira diye alıp eve gelirsiniz ki kokusundan durulmaz...”
Buradan taa Çanakkale’deki Mehmetçik Feneri’ne kadar olan bölge bizim yatak odamız. Dünyanın en dar biyolojik koridoru ve en önemli su yolundan geçiyoruz şu an. Bir kapalı denizi, Karadeniz’i okyanusa bağlıyor. Cebelitarık’tan tükürdünüz mü o tükürük yüz sene sonra buraya geliyor; suyun ilerlemesi çok yavaş. Buranın kirlenmesi demek, Karadeniz’in, Akdeniz’in, Ege’nin kirlenmesi demek. Burası Boğaz, gırtlak yani, sürekli açık olması lazım. İstanbul Boğazı’ndan Montrö’nün imzalandığı 1936’da yılda dört bin gemi geçerken, bugün 55 bin gemi geçiyor. Bunun 2 bini tanker. Bir tehlike anında tankeri stop etmeye kalksanız, duruş mesafesi 500 metre. Yalılar, kıyılar için çok tehlikeli bir durum.
KILIÇBALIĞI EN SON 1980’DE GÖRÜLDÜ
Marmara’da bugün orkinos yok, kılıç, uskumru, kolyoz, kalkan, dilbalığı, karagöz, eşkina yok. Kılıç Balığı’nın Marmara’da son görüldüğü tarih 1980. Marmara’da neler çıkmazdı ki; kalkan mesela. Beykoz Belediyesi’nin amblemi kalkandır ama kalkan falan yok ortada; çamur yuvası. Üsküdar’dan Anadolu Feneri’ne kadar olan bu bölgenin hiç arıtması yok. Hani İSKİ, Büyükşehir çalışıyor ya... Burası 14 kilometrelik bir şerit. Bir de su ve arıtma parası ödüyoruz. Marmara Denizi’ndeki biyolojik çeşitliliğin hızla azaldığını görüyoruz. Hem Boğaz hem Prens Adaları civarında balıkçılığa ve deniz trafiğine kapalı koruma alanları oluşturmalıyız. Böylelikle bölgede azalan, yok olan stoklar kendini yenileyebilir.”
Dünyanın en pahalı balığını yiyoruz. Sigortasız çalıştırılan personele, sendikasız balıkçıya ve ucuz mazota rağmen... İtalya’ya Paris’e gidin balık daha ucuz, neden? Bizde yıllık balık tüketimi 10 kilo bile değil. Girmeye çalıştığımız AB ülkelerinde 30 kilo. Bir milyon ton balık üretmemiz lazım ama bunun için de suyun temiz olması, arıtma yapılması, denizin kirletilmemesi lazım. Ve tabii stokların sürdürülebilir olması için de balık avını sınırlandırmamız lazım.