ÇIK ŞU MUTFAKTAN ALTAN!

Güncelleme Tarihi:

ÇIK ŞU MUTFAKTAN ALTAN
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 19, 2013 09:23

Erkekli ile oyunculuk, evlilik, pişmanlıklar, politika ve baba olmak üzerine konuştuk.

Haberin Devamı

http://kelebekgaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid=69109&rid=2368&hid=23307343

Altan Erkekli’ninki müthiş bir serüven... “Bir günden fazla kalmam” dediği Ankara’da geçen 25 yıllık bir oyunculuk hayatı, sonrasında BKM ile İstanbul’a geliş, “Vizontele” sayesinde geniş kitlelerle tanışma... Pek çok film ve dizide izlediğimiz usta oyuncu, bu hafta vizyona giren “Umut Üzümleri”nde de rol alıyor. Kanal D’de yayınlanan “Yalan Dünya” ile evlerimize konuk olmaya devam eden Erkekli ile oyunculuk, evlilik, pişmanlıklar, politika ve baba olmak üzerine konuştuk.

* Altan Bey, duyduğuma göre nereli olduğunuzu daha yeni öğrenmişsiniz. Erkekli soyadı nereden geliyor?
- Biz, Batum’dan aşağıya inenlerdeniz, Yozgat’a... Altı ay önce “Yalan Dünya” setinde Gupse Özay ve İrem Sak, “Abi siz Çerkez misiniz?” dedi. Yok dedim, değiliz. Halam “Biz peygamber sülalesinden geliyoruz” diyordu hep ama benim aklıma yatmıyordu Arabistan’la alakamız yok diye. Ve sonunda Çerkez olduğumuz ortaya çıktı. Rahmetli babam subay olduğu için bunu sakladı mı ne yaptı bilemiyorum, ama çok hüzünlü bir şey köklerini bu yaşta öğrenmek.
* Siz hep yatılı okumuşsunuz, neden?
- Annem ilkokula başlayacağım dönemde ağır bir ameliyat geçirdi, babam subaydı, Kandıra’da alay komutanı. İki kardeşiz, bakacak kimse yok. Göztepe Pansiyon İlkokulu’nun bir sınavı olduğunu aileme söylediler, o sınava girip kazandım ve okula orada başladım. Sonrasında da “Orada huzuru iyi, bozmayalım” dediler, almadılar.
* Aileyle aynı sehirde yaşarken yatılı okumak hayatınızı nasıl etkiledi?
- Paylaşmayı, direnmeyi, disiplini, sır saklamayı bu şekilde öğrendiğimi zannediyorum. Kendi kendime yetebilmeyi de... Ama kendi çocuklarıma bunu asla yapamam, çağ başka artık.

Haberin Devamı

                  
DİYARBAKIR’DA BABAMIN   BACAKLARINA SARILDIM


* Ama sizin çileniz ilkokulla bitmiyor. Ortaokul ve lise de yatılı, öyle değil mı?
- Anadolu Lisesi o zamanlar sadece yedi taneydi ve biri de Diyarbakır’daydı. Benim puanım orayı tuttu. “İster misin” dediler, “Tabii ki isterim” dedim, gittim. O ayrılığın ne kadar acı olacağını, Haydarpaşa’da trenin düdüğü çalınca anladım. “Anneeee” diye bağırdım. Babam benimle geldi, iki gün kaldı ve dönerken bacaklarına sarılıp hüngür hüngür ağladım beni bırakmasın diye. Kapı görevlisi beni çekiyor, babam “Çekme, kolu acır” diyor.
* Yeşilçam filmlerinin en acıklı sahnelerini andırıyor bu görüntü. Allah korusun, sonunda çocuk üzüntüden verem olur ve ölür diyeceksiniz sanki!
- Verem olmadım ama babam gittikten sonra iki gün 41 derece ateşle yattım revirde. Abim benden 10 yaş büyük, bir arkadaşı yataklı vagonlarda kondüktör. Onunla anneme mektup yazıyorum “Anne, kek yapar mısın bana?” diye. Mektup bir haftada gidiyor. Kek yapılıyor, 10 günde geliyor. Ben istasyona gidiyorum, keki alıyorum, o kek kurumuş oluyor. Ama o dayanışma bana bir dünya görüşü verdi.
* Diğer yandan da büyük bir travma yaşamışsınız.
- Travma tabii. Sağlam olmasam ayakta kalamazdım.
* Neler yaşadınız Diyarbakır’da?
- Çeteleşme ve orman kanunu vardı. Bizim naifliğimizi anlayan abiler, koruma altına aldı bizi. “Bunlara dokunan olmayacak” dediler. Ben o rahatlıkla, annemin genetik özelliklerinin de etkisiyle taklitler yapmaya, bir şeyler sunmaya başladım.
* Neydi annenizin genetik özellikleri?
- Annem de çok nüktedandı, kasket takar, bıyık çizer, acaip kıyafetler bulup komşuları korkutur ya da fıkralar anlatıp insanları güldürürdü.
* Okuldaki taklitler ne kazandırdı size?
- Bir gün okulun şovlarından birinde sahneye çıktım. En önde müdür bey oturuyordu, onun taklidini yaptım. Kahkahalarla gülüyordu herkes. Sonra Amerikalı öğretmenimiz, bana “Büyük bir oyuncu olacaksın” dedi. Diyarbakır’dan öyle duygularla geldim İstanbul’a. Kadıköy Maarif Koleji’nde İngilizce öğretmenim “Seni kendi ellerimle konservatuvara sokacağım” dedi. İnşaat mühendisi olmak istiyordum oysa...
* Sonrasında Ankara’ya gidiliyor...
- Evet. Ankara’ya indiğimde “Burada iki saat kalmam” dedim, 25 yılım geçti orada.

ANKARA SANAT GEMİSİNE BİNME TEKLİFİNİ YANLIŞ ANLADIM

* Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nden mezun oldunuz. İlginç anılarınız var mı o yıllara ait?
- Daha birinci sınıfta bana başrol verildi. İlk gece Rutkay Aziz “Bizimle birlikte Ankara Sanat Gemisi’ne binmek ister misin?” dedi. Ben de hakikaten ufak çaplı bir gemisi var zannettim. Küçükken de boğulma tehlikesi geçirmişim, “Denizle aram pek iyi değil abi” dedim. Rutkay abi şöyle bir baktı bana; dalga geçtiğimi ya da deli olduğumu sandı kesin. O anki utancımı hiç unutmam.
* Tiyatrolar, turneler ve otel odaları... Nasıl geçti o hayat?
- Bazı dönemler her gece başka bir otelde kalırdık, bir gece bu taraftayken yatak, sonraki gece öbür tarafta olurdu. Uyku sersemi anlamaz, dan diye kafayı vurduğunuz olurdu. Ben ortancanın doğumundan iki saat sonra oyuna gittim. Babamı defnettim, uçakla hemen Ankara’ya döndüm oyuna yetişmek için.
* Ama işte bunu anlayamıyorum. Şov her zaman devam etmemeli bence...
- Eskiden, her şeye rağmen şov devam ederdi. Şimdi ben de senin gibi düşünüyorum. Benim acım varken olmaz.

YILMAZ ERDOĞAN BENİM  İÇİN OYUNU BEKLETTİ

* Pek çokları sizi “Vizontele”deki Nazmi Doğan karakteri ile tanıdı. Dönüm noktası “Vizontele” herhalde?
- Gerçekten de “Vizontele” hayatımın dönüm noktasıdır.
* Yılmaz Erdoğan’la nasıl tanıştınız?
- Onlar 1996 yılında “Otogargara” ile Ankara’ya geldiler. Bizim eski müdürümüz de ekibe benden bahsetmiş, “Çok güzel bir oyun var tek kişilik, Altan Erkekli oynuyor” demiş. Geldiler, izlediler. Sonra Yılmaz ile Demet Akbağ “Ne olur bizim oyunu da izler misin?” dedi. Saatlerimiz çakışıyor diye benim gitttiğim gün 20 dakika geç başladılar.
* Sizi çok önemsemişler demek... Sonrasında hemen teklif mi geldi?
- 1999’un sonunda Necati Akpınar, “Altan abi, biz dizi çekeceğiz, sen de oynayacaksın” diye telefon açtı. “Gelemem, oyun çalışıyoruz” dedim. Oyun falan yok halbuki, İstanbul’dan ürküyorum. 10 dakika sonra Yılmaz aradı; “Biz Rutkay abiyi ararsak, seni ezmiş olur muyuz?” dedi. Bulamazlar sandım. 10 dakika sonra Rutkay abi aradı, “Senin artık okyanuslarda yüzmen gerekiyor, böyle şeylerde en azından senaryoyu okumalısın. Ben Yılmaz’ın kalemini çok beğenirim” diye... Senaryo geldi, okudum, müthişti. “Oynarım” dedim.
* Babanız hep size “Ev al oğlum” dermiş. İstanbul’a geldikten sonra yaşadığınız ekonomik anlamdaki değişiklik sizi nasıl etkiledi? Babanızın dediği gibi ev mi aldınız?
- Ankara’da eski model, ucuzundan bir otomobilim vardı. BKM’ye geldik, arkada otopark var, oraya bırakıyoruz. Otoparkçı “Bu sizin alışverişte kullandığınız araba mı? Jeep’i nereye bırakıyorsunuz?” dedi.
* Ankara’dan İstanbul’a gelişi anlatsanıza biraz. Ve tabii tiyatro maaşına talimken sinema ve dizilere geçişi?
- “Vizontele” için geldik buraya, provayı yaptık. Döneceğim ama yanımda hiç para yok. Hatta Demet’in oğlu daha yeni doğmuştu, Yılmaz da onun evinde bir prova yapın dedi. Rahmetli anneme “Demet’in oğlu olmuş, bir şey götürmem gerek” dedim, annem de bana bir altın verdi, onu götürdüm.
* E BKM’ye durumu anlatsaydınız, avans isteseydiniz.
- Onun hikayesi de komik. İnönü Stadı’nın orada ilerliyoruz, “Yılmaz, ben biraz avans alabilir miyim? 500 falan” dedim, frene bastı. Çok geldi galiba diye düşündüm. “Ya tamam, hani 250 de olur” falan dedim. “Nasıl ya? Necati seninle konuşmadı mı” diye feryat etti. BKM’ye döndük. Necati de “Ya Altan abi, özür dilerim, unuttum” dedi. Öbür odaya girdik, Necati çıkardı bir şey yazdı, bir baktım bir sürü sıfır var, önünde de bir tane 1... “Necati bu ne?” dedim. “Abi avans bu” dedi. “Bu benim hakkım değil, olmaz” diye itiraz ettim. “Abi bu daha avans. Sen sinema filminde oynayacaksın” diye üsteledi.
* Peki ya ev? Aldınız mı sonunda?
- Sonra ev alamadık, o parayı bizim etrafımız beraber büyüyüp yetiştiğimiz ve hakikaten yardıma muhtaç insanlarla paylaştık. Bir kısmı da dolar krizine kurban gitti. Sonra “Bir İstanbul Masalı” başladı. Erol Avcı nerede oturduğumu sordu bir gün, “Ortaköy’de” dedim. “Kaça aldın evi?” dedi, “Evim yok, almadım. Bakmakla yükümlü olduğum akrabalar var, henüz öyle bir bütçem yok” dedim. “Ama ben varım, hemen bakıyorsun” dedi ve onun sayesinde keşke şu evi satsalar da alsam diye düşündüğüm evi aldım.


BABA OLMAK MERHAMET DEMEK

Haberin Devamı

* Baba olmak ne demek sizce?
- Merhamet demek. Bütün hayata öyle bakabilmek. Kedi yavrusundan bir anneye her canlıyı sevgiyle kucaklayabilmek.
* Değiştiniz mi baba olduktan sonra?
- Sabır geliyor insana, bir de daha çok paylaşma arzusu...
* Eşinize yardım ediyor musunuz çocuk bakımında?
- Hem de nasıl. Eşim bazen “Çık artık şu mutfaktan, o tepsileri de yıkama, yarın yardımcımız gelecek” diyor. Pazara ben çıkarım. Pazara çıkanlar hayatı da öğreniyor çünkü... “Bu lehçeleri nasıl bu kadar güzel yapıyorsun?” diye soruyorlar, cevap bu işte.
* Fotoğraf çektirmekten alışverişe fırsat kalıyor mu?
- Hep onların içinde olduğum için umursamıyorlar ki artık. Otobüste falan görenler de yok canım değildir diyorlar. Akbil de kullanıyorum. Asıl anormallik İstanbul’da Akbil’li olmamak.
* Evlilik aşkı öldürüyor mu?
- Öldürmüyor, daha çok sorumluluk yüklüyor. Bu ikinci evliliğim, 1996’da evlendim.
* Kıskançlık var mı?
- İkimizde de yok, çok eminiz birbirimizden. Herkes artık beni baba, dede olarak görüyor.

Haberin Devamı

BEŞİKTAŞ'LA KENDİMİ ÖZDEŞLEŞTİRİYORUM

* Kara Kartal’a gelelim. Sizde babadan oğula geçen bir şey mi Beşiktaş sevgisi?
- Değil, annem ve babam Fenerbahçeli’ydi, abim Beşiktaşlı’ydı. Beşiktaş, bir mücadelenin ve var oluşun takımı. Ben o anlamda takımımla kendimi özdeşleştiriyorum.
* Maçlara gider misiniz?
- Kombinemiz var ama son maça gidemedim. Gidince üzüldüğüm şeyler oluyor. “Bira içilir maçta ama şişe patlatılmaz. Neden yapıyorsun” diyorum, sinirleniyorlar. Yine de “Hadi yürü Altan abi, seni seviyoruz” diyorlar.
* Biraz da “Yalan Dünya”dan konuşalım. Orçun gerçekte oğlunuz olsa ne yapardınız?
- Orçun savsak dursa da aslında çok zeki bir çocuk. Orçun’un üstünü başını özgürlüklerine karışmadan toparlamaya çalışırdım biraz, o kadar.
* Set nasıl?
- Diğer setlere göre güzel... Tuvaletimiz, yemek yerimiz, soyunduğumuz yer belli, tek mekanda çekimin güzelliği. En azından kamyon içinde soyunmuyorsunuz. Fakat çalışma saatlerimiz bizim de zor. Uyku geliyor, gözler kısılıyor. Beni etkilemiyor gerçi, benimki zaten kısık (gülüyor).

Haberin Devamı

AÇ KALMA KORKUSU BANA HEP EKMEKYEDİRDİ

* Neye inat yaşamak? 
- Sevgisizliğe inat yaşamak, faşizme inat yaşamak.
* Ağlamak/gülmek gerektiğinde aklınıza getirdiğiniz şeyler var mı?
- Ağlamak gerektiğinde babamla Diyarbakır’daki kopuş anımızı düşünürüm. Gülmek daha kolay, bir şey düşünmeme gerek olmuyor.
* Ekmek? “Çok ekmek yemişliğim var” demişsiniz bir röportajda.
- Yatılı okulda okurken nedense hep bir aç kalma korkum vardı, o yüzden çok ekmek yedim. Hâla çaktırmadan mutfaktan kapıp atıştırırım. Askerliği er olarak yaptım, orada da cebimde ekmekle dolaşırdım.
* En sevdiğiniz kelime?
- Deniz, özgürlük...
* Sever misiniz denizi?
- Boğulma tehlikesi atlattım 5 yaşında. Sonra terapiyle deniz korkusunu, şimdi seviyorum.
* En sevdiğiniz ses?
- Kuş sesi.
* Bu aralar sizi en çok ne heyecanlandırıyor?
- Oğlum Ali...
* Hayat felsefenizi hangi slogan özetliyor?
- Emek, sevgi ve barış...

Haberin Devamı

AŞK HAYATIN İÇİNDE TOMURCUK AÇMAYI BEKLEYEN ÇİÇEKTİ

* Bu hafta vizyona giren Tunç Okan imzalı “Umut Üzümleri” filminin bir sahnesinde “Aslında erkeklerin bütün amacı kadınlar ve cinselliktir” gibi bir anlatım var. Siz bir erkek buna ne diyeceksiniz?
- Gençken hepimiz sevgilimiz olsun isterdik, ama ille de cinsellik için değildi bu, yanımızda biri olsun isterdik. Hayatın içinde tomurcuk açmayı bekleyen bir çiçek gibiydi aşk... Şiirleri onun için ezberlerdik. Bu yüzden şairleri azaldı bu ülkenin, şiir okuyan insan yok artık...

Kompleksiz ve sınırlarının bilincinde

Engin tecrübe, dingin bir yapı... Arkadaşlıkları, kendisi için yapılanları unutmuyor. Hayata bağlı, asla vazgeçmiyor. Gözlem kabiliyeti müthiş. Alçak gönüllü, halktan kopmak istemiyor, aile hayatına önem veriyor. Başkalarının başarılarını takdir ediyor, kompleksleri yok, sınırlarını ve yapabileceklerini iyi biliyor. Ülkesini ve insanlarını seviyor, demokratik. Kendisine ailesi ile uzun bir yaşam diliyorum.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!