Bunlar don değil, sanat eseri

Güncelleme Tarihi:

Bunlar don değil, sanat eseri
Oluşturulma Tarihi: Ekim 03, 2010 00:00

İç çamaşırının da müzesi olur mu demeyin. 15 yıl önce tarihi iç giyime merak salan Şadiye Ulusoy da 18. yüzyıldan kalma ilk geceliğini “Birgün müzede sergilerim” diye almamıştı herhalde... Ancak merak zamanla tutkuya dönüştü. Eldeki malzeme 300 parçayı aştı. Giymeye kıyamadığı bu parçalar dolaplarda eskimeye başlayınca, kendinden sonrayı da düşünüp bir karar aldı. Yakında Türkiye’nin, belki de dünyanın ilk iç çamaşırı müzesi İstanbul’da kurulur, her yıl azalan müze ziyaretçisi tavan yaparsa şaşırmayın!

Arkadan baktığınızda bildiğiniz paçalı don. Farkı önden baktığınızda ortaya çıkıyor. Zira ağı yok. Paçaları bacaklarınıza geçirip belinizden iple bağlıyorsunuz. Nasıl ve niçin kullanıldığını bulmak için, biraz hayal gücü gerekiyor. Paçaları kola geçirin; yelek diye giyin mesela... 18 ve 19. yüzyıllara ait yaklaşık 350 iç çamaşırı ve geceliğin sahibi Şadiye Ulusoy açıklık getiriyor:
“Eskiden kasnaklı elbiseler, etekler vardı. Üstte korseler... O kıyafetle tuvalete girdiğinizi düşünün. Nasıl çıkacak? Burada pratiklik var aslında”.
Peki bu çamaşırları kimler kullanmış olabilir? “Bunları daha çok sanatçılar kullanmıştır gibi geliyor bana. Kanto söyleyenler, dansla uğraşanlar... İşlemeli uzun donları cariyeler kullanmış olabilir. Belki de padişah eşleri. Çünkü isimler var üzerlerinde. Baş harfleri işli. Eskiden Rumlar ve Ermeniler saraylara bu tür işlemeler yaparmış” diyor Şadiye Ulusoy.

İLK GECELİĞİ KENDİME DİYE ALDIM

Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy’un kendisi gibi turizmci eşi Şadiye Ulusoy, 30 yıldır tepsiden ilaca, peşkirden pipoya güzel bulduğu her şeyi topluyor. Cihangir’deki dört katlı müze gibi evinin her köşesi bir koleksiyonun parçası. En değer verdiği koleksiyon için bir konsolostan satın aldığı Rum işi bir dolabın başına gidiyoruz. Kapağı açıp tek tek ve özenle çıkarıyor. Jartiyerli, şifon, ipek, koton, bazıları mayoyu andıran yüzlerce çamaşır, elle örülen sutyenler, ortası ipli korseler, paçası işlemeli uzun donlar... Hızını alamayıp devam ediyor: “Gecelik, sabahlık ve lizözler yukarıda. Ayrıca şapka ve kaftanlar da var.”
/images/100/0x0/55eae816f018fbb8f89e4d39

“Nasıl başladı bu merak?” diye soruyoruz; 15 yıl öncesine dönüyor: “Bir yerde ikinci el eşyalar günü vardı. Arkadaşlarla gittik. Birbirinden güzel 10 gecelik çarptı gözüme. Dayanamadım birini kendime aldım, giymek için. Birini de müstakbel gelinime hediye ederim, diye aldım. Üç saatin sonunda biri hariç (onu da arkadaşım aldı) tüm gecelikler elimdeydi. O giyer, bu giyer diye hepsini almışım. Sonra sık sık gittim oraya. Sütyenler, korseler, jartiyerler birbirini izledi. O kadar güzeller ki; birgün oradan çıktığımda taksiye binecek param kalmamıştı.”

TURİZM BAKANI DA BEĞENMİŞ

Sonuçta çoğu ikinci el çamaşırlar. Hiç rahatsız olmaz mı insan? “Beni rahatsız etmiyor; çünkü ben onu don gibi değil, sanat eseri olarak görüyorum. Beni işlemesi, kumaşı alakadar ediyor. Düşünmediğim tek şey, daha önce başkasının giymiş olduğu. Onları giymek için almıyorum zaten; eser olarak muhafaza ediyorum.” Ardından küçük bir itiraf geliyor: “Bazı günler içimde kalmasın diye geceliklerden bazılarını giyiyorum, dışarıda giyilecek kadar güzelleri var. Bazı lizözleri (eskiden doğumlarda giyilirdi) pantolonlarla giydim mesela. Çok orijinaller. Hepsine kıyamıyorum, ne de olsa tarihi değeri var.”
50 dolara alınan da var 500 dolara alınan da... “Bugüne kadar 100 bin doları bulmuştur belki harcadığım para” diyor Şadiye Hanım ama 15 yıllık emeğine şu anda bir değer biçemiyor: “Bu kadar parçayı biraraya getirmeye maddi değer biçilemez. Çoğunun kumaşı değil, ipliği bile yok piyasada. Aslında herkeste birer birer var bunlardan. Kim görse ‘Aaaaa benim de anneannemin, babaannemin vardı, diyor. Nerede peki? Yok. Ya atılmış, ya yırtılmış. Ben toplamasam belki bunlar da kaybolup gidecek, bir tarih yok olacaktı. Eski donlar kalmadı zaten artık.”
Koleksiyonda tek tük erkek çamaşırları da var. Şadiye Ulusoy bunu erkekler için çok model yapılmamasına bağlıyor. Elindeki beli saten, ipek erkek donlarının da düğünlerde giyilmiş olabileceğini düşünüyor. Bu merakının eşinde nasıl karşılık bulduğunu soruyoruz:
“Önceleri fazla hoşlanmıyordu. Şimdi çok ilgileniyor. Geçenlerde birileri geldi. ‘Şadiye’nin koleksiyonunu gördünüz mü’, diye gecelikleri o gösterdi.”
Koleksiyonu görüp beğenenler arasında eşi ve kızıyla ziyarete gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Hindistan konsolosu ve Tunus Turizm Bakanı da var. Koleksiyonu görenlerin, bu güzelliklerin sergilenmesi gerektiği görüşünde birleşmesi Şadiye Ulusoy’u cesaretlendirmiş. Öncelikle önümüzdeki yıl açmayı planladığı sergi için kolları sıvayan Ulusoy şimdi müze haline getireceği bir bina arıyor. Yakında Türkiye’nin, belki de dünyanın ilk iç çamaşırı müzesi İstanbul’da kurulursa şaşırmayın!

SEKSİ DEĞİL, RAHAT ÇAMAŞIRI SEVERİM

Eşyada süsü seviyorsunuz, kendinizde sever misiniz?
/images/100/0x0/55eae816f018fbb8f89e4d3b

- Çok tiptop olmayı sevmem, bir bozukluk isterim.

Niye, nazar değmesin diye mi?
- Hayır, ondan değil aslında. Her şeyiniz, çantanız, ayakkabınız, giysiniz tam. Ben bir yerine fiyonk takmayı severim mesela.

Aykırı olmak için mi?
- Aykırı olmak herhalde. Gerçi asiliğimiz kalmadı o kadar. Ama üniversitede sırtıma çantamı alıp Afrika’da yardım gönüllülerine katılmayı isterdim.

Seksapel sizin için ne anlam ifade ediyor; çamaşır merakınızın onunla bir ilgisi var mı?
- Seksilik benim için bir numara değil. İç çamaşırlarının güzellikleri ve kadınlarda çok güzel durması beni çekmiş olabilir.

Seksi çamaşır kullanmayı sever misiniz?
- Sevmem, ben çamaşırımın rahat olmasını isterim. İpeğe de alerjim var. İpli çamaşırlarla hiç işim olmadı.

PROFESYONEL ANTİKACILARA GİTMEM

Şadiye Ulusoy kelimenin tam anlamıyla bir koleksiyoner. Ecza koleksiyonu (ilaçların elle yapıldığı dönemlerden kalma tozlar, tartılar, beher bardakları) bir dolapta, peşkir (işleme, örtü) koleksiyonu diğer dolapta. Tepsi, fincan, pipo, tespih, takı, kaftan (bindallı) koleksiyonu var. Ulusoy, bunu eskiye, sanata ve tarihe ilgisine bağlıyor ve ekliyor: “Bir de güzeli seviyorum galiba. Onu bulup çıkarmak hoşuma gidiyor. 30 yıl önce ilk olarak bahü (bir nevi dolap) ile başladım. O dönem Fransız işlemeler, süslemeler modaydı. Yavaş yavaş bu eşyalar girdi evime. Ama esas güzellikler Osmanlı’da. Ona çok sonraları gelebildim. Şimdi hayranım. Barakçım, cilacım, görseniz otomobil tamircisi gibi bir avizecim var. Oraya gidip beş saat geçirebiliyorum, tamir ediyoruz. Keşfetmeyi, kendimden bir şeyler katmayı ve yaratmayı seviyorum. Profesyonel antikacılara gitmem. Orada her şey pırıl pırıl. Ama iki günde bir Tarlabaşı’ndayım.”

HERKES ONA ŞADİYE SULTAN DİYOR

Şadiye Ulusoy Akdeniz çocuğu. Giritli babasının Antalya’daki portakal bahçelerinde başlamış hayatı. İktisat okumaya geldiği İstanbul’da hayatının aşkıyla karşılaşıyor. Aynı sınıftaki Karadenizli Başaran Ulusoy ile okul biter bitmez evleniyor. Onlarınki Karadeniz-Akdeniz evliliği. Bir süre eşinin turizm şirketinde müdürlük yapıyor, turizm turları düzenliyor. En çok da hayallerinin ülkesi Hindistan’a gidiyor ve bağlanıyor. Hatta artık her yıl Hindistan’a gitmek istiyor. Başta Osmanlı olmak üzere tarihe ilgisi onu sanat tarihi kursuna yönlendirirken bir de lakap getiriyor: Şadiye Sultan. Bir ara Ünal Cimit’ten seramik dersi alıyor, hatta bir sergi açıyor. Ardından bina restorasyonları geliyor. Şimdi de fotoğrafa merak salmış. Siyah beyaz fotoğraflar çekiyor. Ulusoy, farklı alanlara ilgisini de tek kelimeyle açıklıyor: Merak.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!