Binbir surat

Güncelleme Tarihi:

Binbir surat
Oluşturulma Tarihi: Şubat 26, 2006 00:00

Son zamanların en aranan ve filmlerde en "bulunan" oyuncusu Güven Kıraç (38). Sessiz ve derinden, sinema kariyerini ilmek ilmek işliyor. 1990’ların başından itibaren tiyatroda, 1997’den sonra sinemada, televizyon dizilerinde farklı karakterleri başarılı bir şekilde canlandırırken, merdivenleri kendinden emin adımlarla çıkıyor.

Daha çok televizyon dizilerinde görünüyormuş gibi olsa da sinemada ağır ağır sağlam bir yer ediniyor kendine. Hiç bağırıp çağırmadan, ileri geri konuşmadan, oyunculuğundan başka şeylerle göze batmadan, en güzel filmlerde, en doğal, en başarılı oyunculukları çıkartıyor ve Türkiye sınırlarından dünyaya çeviriyor bakışlarını. Fatih Akın filmleriyle Avrupa, Hollywood yapımı The Net 2’yle Amerika, İngiliz yapımı olacak Sultan Mutfakta ile İngiltere derken, planlarını teker teker gerçekleştiriyor. Çünkü o 100 metreci değil, maratoncu. 10-15 yıl içinde dünyanın iyi oyunculardan biri olmayı istiyor, hak ediyor.

Masumiyet’te, hapisten çıktıktan sonra "namuslu" dünyada kendine yer bulmakta zorlanan mahkum, Laleli’de Bir Azize’de üçkağıtçılık yapmaya çalışan Aziz, Salkım Hanımın Taneleri’nin iyiliksever Bekir’i, Kebap Connection’da oğluna "Sakın Alman kızlarını hamile bırakma" diye baskı yapan Alamancı baba, Gönül Yarası’nda babasıyla anlaşamayan para düşkünü oğul, The Net 2’de aslında dedektif olan taksici, Anlat İstanbul’da homoseksüel Mimi, Takva’da sakallı, sarıklı Rauf, son olarak Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü’de eski Selçuklu veziri Pervane... Ve
/images/100/0x0/55eacb05f018fbb8f89714b1
onlarca televizyon dizisinden sonuncusu olan Gönül’de üç kocadan biri...

O karakterden bu karaktere belli bir düzeyin altına hiç inmeyen oyunculuğuyla, olmak istediği "binbir surat"ın bir kısmını şimdiden çizmiş durumda Güven Kıraç. Yönetmen Yavuz Turgul’un bir ödül töreninde söylediği gibi: Bu çocuk, hiçbir şey yapmıyormuş gibi duruyor ama çok şey yapıyor!

Herkes ona aynı soruyu soruyor: Bu başarının sırrı nedir? Bilmiyor. Nasıl oynadığının farkına varamadığı için anlatamıyor da. Bildiği, samimi olduğu. "Oyunculuk eşittir samimiyet" diye düşünüyor. İngilizler’in "hiç oynamamak en iyi oyunculuktur" sözünü hayata geçirerek hak ediyor ödüllerini. Sinemada iyi oyuncu ama ondan önce hayatta "iyi insan" olma çabası var. En etkilendiği şeyin iyilik olduğunu, bunu tüm ibadetlerden önemli bulduğunu söylüyor. Ve o binbir duygunun yansıdığı yüzüne olduğu gibi yansıyor bu düşünce: İyi insan yüzlü, iyi oyuncu yapıyor onu.

İLK İZLEYİCİLERİ ANNESİNİNGÜN ARKADAŞLARI

16 Mart 1968 tarihinde, ailesi İstanbul Aksaray’da otururken Haseki Hastanesi’nde dünyaya gelir Güven Kıraç. O zamanlar babası Güner Bey şofördür, annesi ev kadını. O dört beş yaşlarındayken, henüz kardeşi Gökhan doğmadan, şanslarını Almanya’da denemeye karar verir ailesi. Ancak annesinin bir çocuk yuvasında, babasının fabrikada çalıştığı Almanya serüveni iki yıl sürer, tutunamayıp geri dönerler. Almanya’yı hayal meyal hatırlar; yürüyen merdivenleri durdurduğunu, Alman çocukları dövdüğünü ise çok net! Belki yıllar sonra yönetmen Fatih Akın’la onu, iş arkadaşından önce iyi birer dost yapacak nedenlerden biri de budur!

Dönüşlerinde o dönemin gecekondu mahallesi Gültepe’ye yerleşirler; annesiyle babası fabrikaya işçi olarak girer. O ise bugün olmadığı için dertlendiği mahalle kültürü içinde büyür. Öyle yıllardır ki, Almanya’dan geldiklerinde televizyonu olan tek ev onlarınki olduğundan hep dolar taşar. Bir akşam misafirliğe televizyonlarıyla birlikte gittiklerini hatırlar. Anten oldu mu, çalışıyor mu, heyecanını hatırlar heyecanla. O zamanlar eve telefon bağlanması, odada sesinin yankılanması bile bir heyecandır.

Mahalle kültürü dediysek, racon kesenlerden değildir, daha çok iyi ve muzip bir çocuktur ancak racon nedir bilir. Kavgacı değildir ama kavgadan da kaçmaz, gerektiğinde aslanlar gibi dayağını yer. Yıllar sonra, oradaki arkadaşlarıyla aynı yerden duvarın dibine doğru para atma oyunlarını hatırlayacak, parası duvarın dibine en yakın gelenin kazandığı bu oyunla açıklayacaktır sinema serüvenini: Onun için has sinema, duvara en yakın gelen olacak, duvarın dibinde durmaya çalışacaktır.

Takdirlik bir öğrenci olarak dört yıl okuyacağı Zincirlikuyu İnşaat Teknik Meslek Lisesi’nde bir arkadaşı muzipliğini gerekçe göstererek tiyatro koluna yazılmayı önerdiğinde, "Tiyatro ne?" diye sorar. O güne kadar hiç gitmemiş ve duymamıştır. Ancak farkında olmadan çoktan tiyatrocudur aslında. Çünkü dayısı Türkiye’nin ilk tonmaysterlerinden biridir ve çocukluğu sokaklar dışında İstanbul’un bütün gazinolarında geçmiştir. Dönemin en ünlü sanatçıları onun saçını okşayarak çıkmıştır sahneye. Oralarda dönemin ünlü komiklerini seyredip, repliklerini ezberleyerek evde anne-babasına, özellikle annesinin günlerinde misafir teyzelere oynamıştır. İlk izleyicileri, alkışlayıcıları onlardır.

LONDRA’DA DJ’LİK ADANA’DA OYUNCULUK

Ne olduğunu bilmese de lisenin tiyatro koluna girer ve dört yıl amatör oyunculuk yapar. Daha ilk alkışı duyduğunda kararını verir. Babasının itirazlarına aldırmadan Mimar Sinan Üniversitesi Tiyatro Bölümü’ne yazılır. Yine çalışkan, oyunculuğu ciddiye alan ve "nasıl olacak da başarılı olacağım" diye dertlenen bir öğrencidir. Müşfik Kenter, Zeliha Berksoy, Haluk Kurdoğlu, Cihan Ünal gibi hocalardan çok şey öğrenir, ama en çok Oğuz Aral’dan.

Şansından mı, yeteneğinin erken fark edilmesinden mi bilinmez, alakasız başka işler yapmasına gerek kalmadan direkt oyunculuğa başlar: Daha ikinci sınıftayken (1990) Ahmet Uğurlu’nun Karşı Tiyatro’sunda "Hamlet 2 Orijinaline 5 Basar" adlı oyunda rol alır. Ertesi yıl Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’ndadır, Tiyatorcu adlı oyunda ve Sokak Kızı İrma müzikalinde. Çok yıllar önce ustaları Altan Erbulak ve Ali Poyrazoğlu’nun canlandırdığı anlatıcı rolünde...

Çok insanın bilmediği bir başka yönü daha vardır: Okulu bitirdiği dönem, Türkiye’de özel radyoların açılmaya başlandığı ancak henüz yurtdışından yayın yaptığı yıllardır ve Radyotek’in DJ’i olarak Londra’dan bir yıl boyunca, sabah programları yapar. "Saat 07.00. Günaydın Türkiye" dediği saat, Londra’da henüz 05.00’tir ancak Londra’yı ve oradaki hayatını çok sever.

Döndüğünde ise Londra’dan çok farklı bir şehir çıkacaktır bahtına. Devlet Tiyatroları sınavına girip kazanınca kendini Adana’da bulur. Sadece bir bavulluk eşya ve yeni satın alınmış yatakla Adana hayatına başlar, Ağrı Dağı Efsanesi, İki Kalas Bir Heves gibi oyunlarda rol alır. Ancak iki yıl sürecektir Adana ve Devlet Tiyatrosu macerası. Aklına sinema düşmüştür, tüm oyuncular gibi. Bir de "Ben Devlet Tiyatroları’ndan kazandığım şu kadarcık parayı oyunculukla kazanamazsam, bu mesleği yapmayayım" diyerek, kendini İstanbul’a atar.

Sinema oyunculuğu hemen gelmez ama. Ara ara Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer’le Balkon, Dolu Düşün Boş Konuş gibi oyunlarda sahneye çıkarken (Onlarla son olarak Jeanne D’Arc’ın Öteki Ölümü’nde oynayacaktır), altı yıl daha radyolarda DJ’lik yapar; Radyo 2019, Power FM, Radyo Pop... En son "Güvenli Dakikalar" adlı programı sunar, sponsoru Arko olunca, "Arko’yla Güvenli Tıraş"lar yapar.

Onu sinemaya kazandıran yönetmen Zeki Demirkubuz’sa, ilk keşfeden reklamcı Ali Tara’dır. Bir taksiciyi oynadığı Garanti Bankası reklamı öyle sevilir ki, sonra televizyon programına dönüşür. Kitleler onu böyle tanırken, Demirkubuz da oyunculuğunu fark eder. Power FM’de bir Meltem Cumbul ziyaretinde karşılaşınca da teklifini yapar.

Sinemaya, Türk Sineması’nda bir şaheser olarak anılan, 37 ödüllü Masumiyet filmiyle adım atar (1997). Sinemaya hayran olduğu bir yönetmenle başlamanın büyük şans olduğunu düşünür; o da önüne gelen topa iyi vurmuş, sonra da santrfor olmuştur. Oyuncuların futbol topu gibi olduklarını düşünür. Birisi vuracak ki kaleye gidip gol olsun. Onun için iyi top koşturuculara, yani yönetmenlere ihtiyaç vardır.

Masumiyet iyi bir başlangıçtır, birbirinden başarılı karakterler çizdiği filmler ardı ardına gelir: Gemide, Laleli’de Bir Azize, Duruşma, Salkım Hanımın Taneleri, Duvara Karşı, Kebap Connection, Anlat İstanbul, Gönül Yarası, son olarak Karagöz Hacivat Niçin Öldürüldü... Henüz vizyona girmemiş The Net 2 ve Takva...

Ve elbette bol bol televizyon dizisi. Kimisinde dramatik oyunculuğunu bir sinema filmi tadında döktürdüğü diziler. Ancak ona kalsa, sadece sinema ve tiyatro oyunculu yapmayı tercih eder, böyle çok çabuk tüketilen çalışmalarla "dizilmek" istemez. Yine de dizi oyunculuklarını da işini ciddiye alarak yapar.

Hedefi dramatik rollerin de üstesinden gelebilen gerçek bir komedyen, dünyaca da tanınan binbir surat bir oyuncu olabilmektir. Mesela bir Peter Sellers... Bu yüzden zıt karakterleri oynamaya, her rolüyle bir öncekini aşmaya çalışır. Bir yönetmen gelir, sallar ve bir şey çıkarır ondan, o da o zaman tanışır bu yüzüyle. Evet heyecanlı ama bir o kadar da stresli bir iştir. Çünkü giderek zorlaştığını düşünür; "Daha ne kadar değişebilirim ki, bende daha başka ne var?" der. Hem korkar, hem hedefine yürür.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!