Annelerimizi aşıyoruz

Güncelleme Tarihi:

Annelerimizi aşıyoruz
Oluşturulma Tarihi: Ocak 18, 1998 00:00

Haberin Devamı

Şu anda 1,5 milyon kadının hamile olduğu Türkiye'de, ‘‘Sağlıklı bir hamilelik yaşama’’ bilincinin giderek arttığı gözleniyor. Bu bilinçte olmanın, sorunsuz bir doğum ve sağlıklı doğan bir bebek anlamına geldiğini düşünen anne adaylarının sayısı hızla çoğalıyor. Uzmanlara göre, kadınlardaki bu yaklaşım, bütün toplumun sağlığını da olumlu yönde etkiliyor.

Hamile kadınların çoğu, artık kansızlık ve kötü beslenmenin bir kader olmadığının farkında. Sık ve fazla doğumdan kaçınıyor. Hamilelikte dengeli beslenmeyi öğreniyor. Türkiye'de yaşayan kadınlar ayrıca, sahip oldukları anne sütünün bolluğu ve zenginliği ile birçok ülkeyi geride bırakmış durumda. İsveç, İngiltere gibi gelişmiş ülkelerin kadınlarıyla yarışıyorlar. İngiltere, Amerika, Macaristan, İsveç, Filipinler, Afrika ülkeleri ve Türkiye'de yapılan beş yıllık bir araştırma ve analizlere göre, Türkiye dünyanın en zengin anne sütüne sahip ülke. Türkiye'de yaşayan annelerin sütü bol olduğu kadar, protein yönünden de çok değerli. Araştırmanın bir sonucu da Türkiye'de doğan bebeklerin doğum kilolarının, büyüme ve gelişme yönünden dünya standartlarına uygunluk gösterdiği... Uzmanlar annelere, ‘‘Çocuğunuzu en az dört ay, sadece kendi sütünüzle besleyin’’ demeyi sürdürüyorlar.

BAKABİLECEĞİN KADAR ÇOCUK

Yılda ortalama 30 bini aşkın kadının doğum yaptığı SSK Bakırköy Doğumevi Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Hastanesi'nin verileri de bu gerçekleri doğruluyor. Kadınlar, hastanede kendileri için açılmış olan kurslara büyük ilgi gösteriyorlar. Başhekim Dr. Metin Nurluoğlu, bu kurslarda kadınlara beslenme, anatomi, aile planlaması, gebelik, cinsellik bilgilerinin verildiğini, bu eğitimin Türkiye'nin pek çok hastanesinde gerçekleştirildiğini belirtiyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı olan Nurluoğlu, kadınların artık, bakıp besleyebileceği, en iyi şekilde yetiştirebileceği kadar çocuk istemeye başladığını müjdeliyor. ‘‘Çoğu, iki çocuktan fazlasını istemiyor. Artık çocuğun nasıl beslenmesi gerektiğini biliyorlar. Kansızlığın et, etli ürünler, süt, sütlü ürünler, yumurta gibi gıdalardan yoksun beslenmeden kaynaklandığının farkındalar. Sofralarına bunları koyamayınca, açığı nohut, mercimek, yumurta, tarhana, portakal, limon, ıspanak, havuç gibi yiyeceklerle kapamaya çalışıyorlar. Böylece hem kendileri, hem de eş ve çocukları iyi, dengeli ve doğru besliyor. Aile planlaması yöntemlerini öğrenip uyguluyorlar. Sağlık koşullarına özen gösterip, dikkat ediyorlar. O artık annesini, kendi büyüklerini çoktan aşmış durumda’’ diyor.

Türkiye'de özellikle hamile olan kadınların kansızlığı, 15 yıl kadar önce yapılan bir araştırma ile bir kez daha ortaya çıkarılmış, dikkatler bu konuya çevrilmişti. Hamile kadınların bir bölümünde saptanan kansızlığın Dünya Sağlık Örgütü'nün öngördüğü değerin çok altında olduğu duyurulmuştu. TÜBİTAK'ın bu projesi, Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı tarafından yapılan bir araştırma ile gerçekleştirilmişti. Türkiye'nin çeşitli yörelerinden 115 aile iki yıl boyunca izlenmiş, araştırma, Prof. Dr. Orhan Köksal başkanlığında doktor, asistan ve ebelerden oluşan bir ekip tarafından yapılmıştı.

Dünya Sağlık Örgütü, hamile kadınların 100 mililitre kanında 11 miligram hemoglobin olması gerektiğini öngörüyor. O zaman sayıları iki milyona varan hamile kadınların yarıya yakınında, içinde demir ve protein bulunan ve kanın kırmızı rengini veren hemoglobinin 11 miligramın altında olduğu görülmüş, 100 gebe kadından beşinde, bu oranın yedinin altına düştüğü saptanmıştı.

Bu büyük araştırmanın duyurulmasından sonra, hamilelerin sağlığı, daha sıkı denetim altına alınırken, eğitimlerine ağırlık ve önem verilmiş, gebelikleri üçüncü ayından itibaren demir içeren tabletler ve C vitaminleri ile desteklenmeye başlanmıştı.

PREMATÜRE DOĞUMA DİKKAT

SSK Bakırköy Doğumevi Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Hastanesi Başhekimi Dr. Metin Nurluoğlu, hemoglobin değerleri Dünya Sağlık Örgütü'nün koyduğu standartlardan düşük olanlara demir takviyesi yaptıklarını söylüyor. Sağlıklı bir hamilelik geçiren anne, ciddi sorunlar yaşamadığı gibi, bebeğini de daha iyi besleyip büyütüyor. Buna karşılık, düşük sosyo ekonomik düzeydeki kadınlarda görülen beslenme bozuklukları, hem kendilerini, hem de bebeği olumsuz yönde etkiliyor.

Bin yataklı doğumevinin yarısı kadınlara, yarısı çocuklara ayrılmış. Prematüre doğanlar için 80 kuvöz var. Riskli hamilelik geçirenler ayrı odalarda denetim altında tutuluyor. Bebeklerin erken doğması da çeşitli olumsuz etkenlere dayanıyor. Örneğin, ailenin sosyoekonomik düzeyindeki yetersizlik önemli rol oynuyor. Ayrıca 18 yaşından küçük ve 35 yaşından büyük annelerin bebeklerini de prematüre doğma tehlikesi bekliyor. Sık hamile kalma, ağır bir işte çalışma, kronik hastalık gibi etkenler de bebeğin prematüre doğmasına neden olabiliyor.

Başhekim Nurluoğlu, prematüre bebeklerin, zamanında doğan bebeklerden daha fazla sorunu olduğunu hatırlatıyor. Verdiği bilgilere göre, solunum sıkıntısı, bu bebeklerin en önemli ölüm nedeni. Ayrıca, solunum yetmezliğinin yarattığı metabolik bozukluklar beyin kanamalarına yol açabiliyor. Bu bebeklerde, erken dönemdeki ölüm oranı, yüzde 80-100'e kadar çıkabiliyor.

Çocuğu aceleye getirmeyin

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Başhekim Dr. Metin Nurluoğlu, hamileliğin, bebeğin ve yetişen kuşakların sağlıklı olması için, kadınların evlilik adımlarını çok dikkatli atmalarını gerektiğini söylüyor. Hemen evlenen ve ardından hiç beklemeden doğuran kadının, bilmeden birçok soruna doğru adım attığına dikkat çekerek şunları söylüyor:

‘‘Kadınlar genelde erkeği, cinselliği tanımadan evleniyor. Acılı, sızılı bir cinsellik yaşıyor. Neye uğradığını şaşırıyor. Ne olduğunu anlayamadan, hamile kalıyor. Çok az tanıdığı ya da hiç tanımadığı erkekle, yabancı bir ortamda yaşamı paylaşmaya çalışıyor. Evliliğinin ilk aylarında, gebelikle birlikte, yabancı bir erkek, yabancı bir evde, yabancı kişilerle yaşamanın sorunları, sıkıntıları ortaya çıkıyor. Bir yandan da hamileliği ilerliyor. Evliliğini yaşayamıyor, ona uyum sağlayamıyor. O zaman ya yürümeyen bu evliliği kendine, çocuğuna, eşine mutluluk veremeden anlamsız bir şekilde sürdürüyor ya da boşanıyor.

Boşanınca da çocuğu, geçimi ile ilgili başka dertler çıkıyor. Bunun için kadınlarımız, evlilik kararlarında acele etmemeli. Erkeği tanımadan, anlayıp dinlemeden bu kararı vermemeli. Haydi, verdiler diyelim. O zaman da hemen doğurmamalı. Evliliği en az iki yıl yaşadıktan, mutlu, anlayışlı bir beraberlikle süreceğine inandıktan sonra çocuk doğurmalı. Kadın, iki yıl boyunca önce kocasını, cinselliği, evini, çevresini tanımalı. Herşeyi ölçüp biçmeli. Ancak bütün bunlardan sonra verilecek sağlıklı bir kararla, sağlıklı bir gebelik, sağlıklı bir bebek ve sağlıklı bir evlilik ve sağlıklı bir nesil ortaya çıkacaktır.’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!