Kaybedenler Kulübü'nü tutuyoruz, mecburuz!

Futbolu ne kadar seviyoruz? Hadi seviyoruz diyelim sevmek zorunda mıyız? Bir cami, bir şehir ve iki adamın hikayesini anlatacağım.

Haberin Devamı

"Süleymaniye Cami’nin bir bakıcısı vardır
Vanlı
Bunun babası bu küçükken bir iş için İstanbul’a gelmiş
Dönüşte de hatıra olsun diye
Eminönü'nden bir Süleymaniye Cami fotoğrafı almış
Bakıcı o zamanlar çok genç küçük yani
Van’daki evlerinin duvarına asmışlar fotoğrafı
Çocuk her gün o fotoğrafa saatlerce bakmış bakmış
Babasının İstanbul’dan getirdiği o fotoğrafa büyük bir tutku ile bağlanmış
Artık hayattaki tek ideali o camiyi görmek olmuş
Yirmili yaşlara geldiğinde de İstanbul'a gelmiş ve doğru Süleymaniye Cami’ne
Camiyi görmüş
Oturmuş bahçesine
Bakmış
İçeri girmiş
Namaz kılmış
Bi türlü ayrılamamış ordan
Caminin bahçesindeki yaprakları temizlemeye başlamış
Çiçeklere bakmış
Öyle hiçbir şey talep etmeden
Kendiliğinden
Caminin imamı farketmiş bunu ve bakıcı olarak işe almaya karar vermiş
Süleymaniye Cami’nin üst katlarında bakıcı için gizli bir oda vardır
Caminin imamı ve bakıcı dışında hiçkimse bilmez bu odayı
Buna bu odayı vermişler
Bi' rivayete göre İstanbul’un en güzel manzarası burdan bakınca görünürmüş
Ve böyle eşsiz bir manzaraya bakmaya nail olmak
Ancak büyük bir tutkuyla mümkün olmuş"

Haberin Devamı

Kaybedenler Kulübü'nde Kuş Beyin'in anlattığı Süleymaniye'nin Öyküsü'nü az çok biliyoruz.  Aşağıdaki ise İspanya'da, Valensiya'da geçiyor. Süleymaniye öyküsündeki bakıcı gerçekten var oldu mu bilinmez ama Valensiya'daki muadili -ki bundan sonra kendisine Raimon diyeceğiz- olabileceğinin kanıtı. Hepimizin bir takım alışkanlıkları, hobileri mevcut. Bunlardan bazıları bizi diğerlerinden farksız kılmıyor. Ancak bazıları var ki 'imzanız' olabiliyor. Onunla anılıyorsunuz. Sizi işaret edenler o özelliğinizden, hobinizden bahsederek parmağını uzatıyor... Raimon da öyle.

Raimon, Levante Futbol Kulübü'nün bakıcısı. İspanya Ligi'ndeki Levante'den bahsediyorum, hani şu herkesi ters köşeyi yatırmayı başaran takımdan. Ciutat de València Stadyumu'nda yaşayan, çimleri kesmekten tutun, sahadaki çizgileri boyayan bir adam. Yaşadığı odaya kendi meşrebince bir müze kurmaktan da geri kalmayan Raimon, 25 yıldır bu görevi sürdürüyor. Bu müzede özel posterler, biletler, bayraklar, basında çıkan haberlerin çerçevelenmiş hallerini bulabiliyorsunuz. Formalar, kupalar da cabası elbette. Bunun yanı sıra bir hobisi daha var... Yemek yapmaya bayılıyor. Takım yemeklerinde aşağıdaki yemekhaneye indiğinizde bakıcıyı bir şef olarak görebiliyorsunuz...  

Haberin Devamı

Kaybedenler Kulübünü tutuyoruz, mecburuz   

Bayrak adam!
Anne ve babası Valencia'yı tutan bu tuhaf adam öyküsünü anlatırken, "Evet onlar Valencia'yı destekliyordu. Ama ben her zaman zayıf olanın yanında olmayı seçmişimdir" diyor. Jose Ramon Ferrer, başka detayları da ufak ufak veriyor. Mesela 1990-92 arasındaki ekonomik darboğazdan söz ederken kendi boğazı düğümleniyor. "Elektrik ve su parası gibi basit faturaları bile yatıramaz hâle gelmiştik" derken o günleri bir çırpıda ileri sarıyor.

Raimon'un tuhaf bir takıntısı daha var. (Evet, tuhaf bir adam...) Kendisi La Liga'da mücadele eden 20 futbol takımının bayraklarını, ligin güncel puan durumuna göre sıralıyor. 25 yıllık görev süresi boyunca herhalde en çok Barcelona ve Real Madrid bayraklarını birinci deliğe sokan bakıcı, bu sevinci geçen yıl yaşadı. 2011'de yazdığım panoramada şu ifadelerle belirtmiştim bu 'zafer'i.

Haberin Devamı

"Etimolojik olarak incelendiğinde Levant Koridoru’ndan gelmesi yüksek ihtimalli adıyla, Valensiya şehrinin en eski, ancak La Liga’nın en fasulye takımı bu sezon neler yapıyordu öyle? Villarreal’i de yenecek değillerdi ya...İlk yedi hafta itibarıyla 17 puan toplayan siyah-beyazlılar El Madrigal’de haddini bilerek oynadı. Juanlu ve Kone gibi affetmeyen isimler bu naif kadronun bitirici isimleri oldu. Nano ve Ballesteros defansın ortasında rakiplerinin hareket etmesine izin vermezken, birer gladyatör gibiydiler... Juan Ignacio şu anda her ne kadar tedbirli konuşsa da, bu kendisi ve takımını takdir etme hakkımızı elimizden almıyor. Zira Levante çok müstesna bir mukavemet örneği gösteriyor.

Haberin Devamı

Levante’nin karnesi an itibarıyla şu şekilde: 20 puan, üst üste altı galibiyet ve sekiz haftada yenilen üç gol. Başka bir söze gerek var mı? The Madwoman of Challiot ve The Trojan War Will Not Take Place gibi unutulmaz eserlerin sahibi Giraudoux belki de La Liga’yı izleme şansına sahip olsaydı “en göze çarpmayan üniforma sahipleri” sıfatını Levante’ye, en parlak renkleri ise Barcelona ve Real Madrid’e atfederdi."

Bizde hikâye yok mu?
Guardian yazarı Sid Lowe liderliğin geldiği o haftada elbette Levante'yi ve Valensiya temsilcisinin minicik meblağlarla nasıl mücadele verdiğini yazmıştı. Birçok haber, makaleye konu olacak doyuruculukta bir yazıydı. Ama ben lafı zaten gerekenden fazla uzattım. Sadede geleyim. Biz futbolu ne kadar seviyoruz? Türkiye futbolunda hiç mi buna benzer hikâyeler yok?

Haberin Devamı

Elbette var. Elbette çok seviyoruz. Ancak futbol dışında her şeyi sevenlerin, futbolu konuşması, futbolu yorumlaması, futbolu yönetmesi nedeniyle bizim o naif hikâyelerimiz ortaya çıkmıyor. Normal gören gözler de zamanla şaşılaşıyor. Güzel bir çalımı, golü, pası konuşmuyoruz. Ofsaytı, hakemi, kavgayı konuşanlara prim veriyoruz. Sonra ampute basketbol maçında çıkan olayları lanetliyor, küfürlü tezahüratları kınıyoruz. Kimi kandırıyoruz?

Yazarın Tüm Yazıları