GeriSeyahat Kardiyologlar mı yoksa dermatologlar mı
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Kardiyologlar mı yoksa dermatologlar mı

Kardiyologlar mı yoksa dermatologlar mı

HANGİSİ daha ‘‘pintidir’’ dememek için soruyu şöyle soruyorum: Kardiyologların mı yoksa dermatologların mı eli daha açıktır?Doğrusu, hayatımın, New Orleans'ta o taksiye bindiğim anına kadar geçen 54 yılında bu soru hiç aklıma gelmemişti.Yani, bunu aklıma sokan ben değil, bindiğim taksinin genç şoförüydü.Bourbon Street'e doğru gidiyorduk.New Orleans, kendisini bütün dünyaya tanıtan ünlü Mardi Gras bayramının sonunu yaşıyordu.Şehrin bütün otelleri hálá doluydu.Çünkü Amerika'nın bütün meslekleri, yıllık kongre ve seminerlerini bu şehirde yapıyordu.* * *Geçen hafta dermatologların haftasıydı.Her tarafta dermatologların konferansını gösteren afişler asılıydı.Taksinin şoförü durmadan konuşuyordu.‘‘Bu hafta keyfim yerinde. Şehir dermatolog dolu. Taksiye bindiler mi çok iyi para veriyorlar’’ diyor.Ya öteki doktorlar?‘‘Kardiyologlardan memnun değilim. En az parayı onlar veriyor.’’Oysa tersi olması gerekmez mi? Kardiyologlar daha iyi kazandığına göre onların daha çok para vermesi beklenmez mi?New Orleans'ta öyle değilmiş.Neyse bu bir ayrıntıydı. Ben asıl Amerika'nın bu en farklı şehrini anlatmak istiyordum.Bu şehirde her şey havaalanında başlıyor.Havaalanının adı Louis Armstrong.Siz de benim gibi bir ‘‘What a wonderful world’’ fanatiği iseniz, havaalanında yazan bu ismi görünce nasıl bir şehre geldiğinizi ‘‘hissedersiniz’’.Bu şehirde müzikten başka şeyler de bana akraba.Mesela, kırmızı biber ve acılı soslar kültürü.Neredeyse her beş dükkándan biri kırmızı biberli acı sos satıyor.Şanlıurfa'yı, Gaziantep'i hayal ediyorum.Acaba bu şehirler de kırmızı biberi böyle şehir kültürünün parçası haline getiremezler miydi?* * *Bourbon Street'te ise, tam bir Bodrum ambiyansı buluyorum.Sokak baştan aşağı barlarla dolu.Birinden blues, ötekinden rock'n roll, bir başkasından ise kulakları sağır eden country müzik sesleri geliyor.Hepsi canlı müzik.Bodrum'daki ‘‘gürültüden’’ rahatsız olanlar gelip burayı görmeli.Bir kere daha anlıyorum ki, hayatın çok yoğun yaşandığı sokaklarda müziğin gürültüsü vardır.O gürültü hayatın kendisidir.Sokağa bakan iki katlı evlerin hepsinin balkonu var.Genç insanlar bu balkonlarda ‘‘el bombası’’ denilen içkileri yudumluyorlar.Mardi Gras şenlikleri sırasında kızlar yüzlerine kuş tüylü maskeler, boyunlarına da boncuk kolyeler takıyorlar.Balkondaki delikanlılar, aşağıda sokaktaki kızlara laf atıyorlar.Göğüslerini açmalarını istiyorlar.Genç kız göğsünü açarsa, ellerindeki boncuk kolyeleri onlara fırlatıyorlar.Sokaktan içki ve cinsellik akıyor.Ama iki gün boyunca en küçük ağız dalaşına ve kavgaya tanık olmuyorum.* * *Pazar günü Meksika Körfezi'ne doğru gidiyoruz.Doğu'ya doğru giden 10 numaralı yol bizi Bay Saint Louis kasabasına götürüyor.Kasabanın önünde geniş bir plaj var.Beyaz kumların bittiği yerlerde, denize göl görüntüsü veren kurumuş sazları görüyorsunuz.Suyun üzerinde uzun ve geniş bir iskele uzanıyor.Karşımıza küçük bir restoran çıkıyor.Adını Otis Redding'in ‘‘Dock of the bay’’ şarkısından alınmış.Restoranın kapalı bölümünden geçip, önündeki tahta terasa çıkıyoruz.Güzel bir güneş var.Koy karşımızda uzanıyor.Beyaz kumlar üzerinde köpekler koşuşuyor.Restoranın sahibi yanımıza gelip, ‘‘Hoşgeldiniz’’ diyor ve nereden olduğumuzu soruyor.Türkiye'den diyoruz.Biraz sonra tuvalete giderken, duvarda bu restoran hakkında yazılmış bir gazete yazısını okuyorum.Meğer biraz önce yanımıza gelip hoşgeldin diyen patron, Blood, Sweat and Tears topluluğunun solisti Jerry Fischer'miş.1981 yılında bu restoranı alıp Bay Saint Louis'e yerleşmiş.* * *Sonra zamanımız doluyor. Tekrar 10 numaralı yola çıkıp New Orleans'a doğru hareket ediyoruz.Yerel radyoda Simon and Garfunkel'in ‘‘The Boxer’’ adlı şarkısı çalıyor.Ritmi arabanın saatte 60 mil hızına tam denk düşüyor.Ve o ritim size, bu şehirde her şeyin çok müzikal ve çok tanıdık olduğunu söylüyor.
False