Kanat Atkaya: Küba’daki her Türk kendini tek sanıyor



Kanat ATKAYA
Haberin Devamı

Kurban Bayramı'nı biraz uzakta, Küba'da karşıladık.

Memlekete vardığımızdan beri ‘‘Nasıldı Küba?’’ diye soranlara ‘‘İyiydi... Hı, hı; sıcaktı... Evet, toprak verimliymiş... Eh tabiii, fakirler... Dolar geçiyor bir tek... Doğru, kızların vücutları güzel...’’ gibi cevaplar vermekten sıkıldım bile.

Havana'nın göbeğinde, bizim Ortaköy'deki gibi bir pazar kuruluyor.

Havana dönüşü eşe dosta dağıtmak için alınan bütün hediyelikler bu alandan temin edilebiliyor.

Hediyeliklerin büyük bölümü tel maşa.

Fakat arada güzel şeyler de bulunuyor.

Neyse işte, bu pazarda üzerinde Che Guevara bulunmayan hediyelik aramak gibi zorlu bir işe girişmişiz.

Che'ye bir gıcıklığımız yok.

Ancak, ne alsanız kenarına köşesine bir Küba bayrağı veya Che'nin o klasik pozu yapıştırılmış oluyor.

Hem Che'ye yazık, hem bize.

*

İnsafsız güneş, en kararlı haliyle tepemizde dikilmiş, veriyor en dik açıyla ışını...

Bir arkadaşla dilimiz damağımıza yapışmış haldeyken, serap gibi bir şey gördük.

Egzotik içecek meraklısı değiliz.

Fakat adı her ne ise o tuhaf meyvenin suyu bir anda dünyanın en güzel içeceği gibi geldi.

Zaten o anda deniz suyu da dahil olmak üzere herşeyi içebilirdim.

Üç beş fırttan sonra ölüm tehlikesini atlatınca, hemen dirilip ‘‘Ne bu böyle be, saman gibi tadı var’’ diye ukalalık yaptım tabii ki.

Sorsalar, ‘‘Saman yedin mi hiç?’’ diye, verecek cevabımız yok.

Fakat cezamızı bulduk tabii ki.

Cümleyi bitirmemle birlikte sırtıma ‘‘Heh heh! O senin şanssızlığın hemşehrim!’’ diye bir el iniverdi.

*

Tırsaki bir vatandaş sayılmam fakat, memleketten binlerce kilometre uzakta, Havana'nın entel pazarında Türkçe höyküren birinin sırtıma vurması üzerine ‘‘Nihaaa!’’ diye yerimden zıplayıverdim.

Bir baktım, en Türk haliyle bir Türk vatandaşı gülümsüyor.

Meğer yıllardır dalga geçtiğim ‘‘Kapıkule'den çıktığı andan itibaren kendini yurt dışında sanan tek Türk olma sendromu’’ beni de ele geçirmiş.

Bayram tatilinde Paris'e gidip, Türkçe konuşanları görünce, ‘‘Aaaa bunlar da Türk!’’ diye şaşan bir model vardır hani.

Memleketten uzakta ya arkadaş.

Oysa o sırada Paris'te, neredeyse Fransız'dan çok Türk vardır filan...

Neyse, uzatmayalım.

Bu sendrom üzerine kitap bile yazılır ama şu anki mevzu bu değil.

*

Adamcağız korktuğumu fark edince, ‘‘Kusura bakma!’’ filan dedi.

Neyse tanışma faslı ikinci bir darbe oldu.

Ünal Nakıs, 30 yıldır Buenos Aires'de yaşıyormuş ve bilin bakalım ne iş yapıyormuş?

Bilemediniz işte!

Belediye Başkanlığı yapıyormuş.

Ama Buenos Aires'in değil, daha küçük bir yerin.

Telefonunu filan da aldım.

‘‘Yolun düşerse uğra!’’ dedi.

Yolu Havana'ya kadar düşenin Buenos Aires'e de düşer deyip, telefonunu filan aldım...

*

Arkadaşlar sırf o minnacık pazar alanında, ben 20 dakika içinde 8 tane Türk saydım.

Ve hepsi de kendilerini o anda Küba'da bulunan tek Türk sanıyordu.

Bir iki tanesine, ‘‘Sırf Efes Dark ekibi 12 kişi yahu’’ dediğimde bayağı bir üzüldüler.

Arada, çantayı toplayıp Honduras'a giden bile çıkmıştır kesin...

Nedense, ‘‘Ben ünik değilmişim, eyvah!’’ diye içleniyor insan böyle bir durumda.

Onları anladığımı söyleyebilirim.

Yani kısmen..

İşte böyle!

Yazarın Tüm Yazıları