Kanat Atkaya: Gel pisi pisi, var mı senin gibisi


Kanat ATKAYA
Haberin Devamı

EVE geldiği günü dün gibi hatırlıyorum.

Küçük, sevimli, masum ve her yönden insanlara bağımlı bir kedicik... Hayatımızın en önemli şahsiyeti oluvermişti...

Yeni dostumuzu eve bırakan arkadaş, sıkı bir kediciydi. Bizi tavsiye manyağı yaptı bir anda. Yok efendim kumu, maması, şusu, busu...

Arkadaşlar, müthiş bir yaratıcılık örneği göstererek kediye Ramazan ayında geldiği için Ramazan adını taktılar.

Daha sonra kısaca Ramo denmeye başladı...

Bu korunmaya muhtaç görünümlü minik kedinin, iki ay sonra hayatımızı cehenneme çevirecek bir terör makinesine dönüşeceğini tabii hiçbirimiz bilmiyorduk...

* * *

Ramo'nun iki ay içinde bir kediden çok bir pitbull'a veya rottweiler'a benzemesinde en büyük sorumluluk, o sıralar evin daimi sakinleri olan iki arkadaşa aitti elbette.

Yoksa bu kedicik de, benzeri milyonlarca sevimli hayvan gibi şirinlik muskası olmaya adaydı.

Ramo, acemi eğitimini evin kütüphanesinde tamamladı.

Onun ölçülerine göre Sears Tower'a denk gelen bir yükseklikten, yani kütüphanenin tepesinden kendi çabalarıyla inmesi gerektiğini öğrendi önce.

‘‘Atla oğlum Ramo, zıpla oğlum Ramo’’ diye hayvanı komut delisine çevirdiler.

Ramo, bu durumda ruhunun derinliklerinde gizli kalan panteri uyandırmakta gecikmedi.

İki ay sonra ev Kara Bela Ramo'nun avlanma bölgesi olmuştu. Bizler ise bu minyatür panterin ısırması, tırmalaması, yok etmesi için orada bulunan zavallı yaratıklardık.

Ramo korkusuyla cumhuriyet dönemi Türkiyesi'nin en sıcak ağustos ayını, odalarımızın kapılarını kapalı tutarak geçirdik.

Ramo korkusuyla kız arkadaşlarımız eve uğramamaya başladı.

Ramo yüzünden ev tarihinde ilk kez rakı ve kahveden daha fazla para ödemek zorunda olduğumuz bir tüketim maddesi oluştu: Yara bantı.

Ramo hepimizi paranoyak yaptı.

İş yerinde çalışırken, arkamızda bir gölge belirdiğinde yerimizden zıplamaya; ani hareketlere abartılı tepkiler vermeye başladık.

Aşkından hasta olduk arkadaşın yani...

* * *

Ramo'yla hayat giderek zorlaşmaya başlamıştı.

En son buzdolabının üstünde pusu kurup, bir arkadaşın kolunu hacamat edince, Ramo'yla ayrılık vaktinin gelip çattığını anladık.

Böylesi bizim için iyi, onun için çok iyi olacaktı.

Kediyi eve getiren arkadaş, uzunca bir süre bizi aşağıladıktan sonra Ramo'yu geldiği yere, yani kendi evine götürdü.

Ramo, birkaç ay sonra kendisine çok iyi davranılmasından sıkıldı ve vahşi hayata dönmeyi, sokak çocuğu olmayı tercih etti.

1989 yılında Moda'nın en bıçkın sokak kedisi Ramo olmuştu.

Biz tabii ki üzüntümüzden kahrolduk ve o gün yeterince olgun ve iyi kalpli insanlar olana kadar bir daha hayvan beslememeye and içtik.

Ben cezamı, çalışan hemen herkesin kedi delisi olduğu Hürriyet Yazı İşleri'nde çekiyorum.

Siyasi fikirleriniz yüzünden işten atılmazsınız, ama ‘‘Kedi sevmiyorum’’ dediğiniz anda kariyerinize noktayı koymuşsunuz demektir...

Her gün burnuma ‘‘Bak Prensim nasıl büyüdü... Benimki sabahları beni patisiyle okşayarak böyle uyandırıyor...’’ diye sinir bozucu derecede sevimli fotoğraflar filan dayanıyor.

Durumum bu kadar vahim, bilin diye söylüyorum.

* * *

Ramo'yu sık sık hatırlıyoruz. Herhalde artık yaşamıyordur sevgili dostumuz.

Ramo'yu son olarak -ismi lazım değil- bir haber müdürü sayesinde andım.

Bu haber müdürü (R.Ö.), bir model büyüğüne Berlin'deki meşhur hayvanat bahçesinde rastlayabileceğiniz bir evde yaşıyor.

Abartmak istemem ama dünyaca ünlü zoologlar, beyefendinin evine, nesli tükenmekte olan 'miçiçu puçiçu' hayvanını incelemeye filan geliyor.

Hayattaki en büyük amacı bir tekne alıp denizlere açılmak olan bu müdürün, o vakit adını Nuh olarak değiştirmesini inanın kimse yadırgamayacaktır.

Söz konusu haber müdürü, geçen gün gazeteye geldiğinde tanınmayacak haldeydi.

Sanırsınız, zerzevat mafyasının kavgasını ayırmaya çalışmış; arada kalıp yemiş sopayı...

Kaşın üstünde bir bant, kolda sargılar, burunda çizikler...

‘‘Sayın müdürüm, sizi bu hale hangi insafsız kişi getirdi?’’ dedik...

Anlatmaya başladı:

Efendim, beyimizin evindeki papağan, lüzumsuz bir şekilde kafesini açmayı başarmış.

Bunda ne var demeyin...

Beyimiz evdeki güçler dengesini korumak için balıklar ve kuşları ayrı bir bölümde, bizim Ramo'yla aynı kanı taşıdığına emin olduğum kedilerini ayrı bir bölümde tutmaya özen gösteriyor.

Fakat acil durum hasıl olunca, tedbiri elden bırakıyor ve kuş-balık bölümünün güvenlik ağını bir anda dağıtıveriyor.

Kediler, papağan, balıklar ve doğa karşısında aciz insanoğlu aynı odada sıkışıveriyor.

Papağan herkesin favorisi. Haber müdürü kafese koymak için, kediler ise gövdeye indirmek amacıyla peşinde.

Beyimiz papağanı tutuyor, papağan tarafından ısırılıyor; kediler hedeflerine ulaşmak için beyefendiyi yıpratmaya başlıyor.

Beyefendi bir eliyle papağanı zaptetmeye çabalarken, bir eliyle de kedileri def etmeye çabalıyor.

Bu arada kedilerden biri mönü tercihini sushi'ye çeviriyor ve Japon balıklarına yöneliyor.

Bu kaotik durum acil yardım gelip de eski sakin dakikalara dönülene kadar haber müdürü dünyanın sopasını yemiş oluyor tabii ki.

‘‘Ne olacak müdürüm senin bu hallerin?’’ dediğimizde, ortadan yarılmış kaşını hafifçe kaldırarak: ‘‘Bir de sürüngen bölümü yapsam mı diyorum; yılan kertenkele filan’’ dedi...

Allah ıslah etsin, ne diyeyim.

Yazarın Tüm Yazıları