Kan zehirlenmesi tedavisinde küçük ama pahalı bir gelişme

Güncelleme Tarihi:

Kan zehirlenmesi tedavisinde küçük ama pahalı bir gelişme
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 13, 2006 00:00

Sepsis veya halk arasında kan zehirlenmesi olarak da bilinen hastalığın teşhisi, kesin tanıya imkan verecek belirgin ve güvenirli semptomların çok az araştırılmış olması nedeniyle çok zor.

Papa Johannes Paul II, Prens Rainer ve Christopher Reeve, bu ünlü üç kişinin ortak yönü ne olabilir? Resmi açıklamalara göre Reeve kalp sektesi, Prens Rainer akciğer iltihabı, Papa J.Paul II ise idrar yollarındaki bir enfeksiyon yüzünden yaşamını yitirmişti.

Oysa ölüm nedenleri daha ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde asıl sebep ortaya çıkıyor: Sepsis.

Sepsisin bir ölüm nedeni olduğu pek bilinmemekte. Halk arasında kan zehirlenmesi olarak bilinen bu ölümcül hastalık, enfeksiyonlara bağlı olarak gelişir. Vakaların %40’ı akciğer enfeksiyonuyla başlamakta, fakat Papa Johannes Paul II’de olduğu gibi idrar yolları enfeksiyonu da pek ender değildir. Hatta uzmanlar, iltihaplı bir dişin bile sepsise yol açabileceğini söylüyorlar.

Savunma yetersiz kalırsa

Bağışıklık sistemi normalde belli bir bölgede sınırlı olan enfeksiyonu yok edebiliyor, ama savunmanın yetersiz kaldığı durumlarda kan zehirlenmesi oluşmakta.

Özellikle de hastalık etkeninin agresif olduğu durumlarda ve ağır ameliyatlardan sonra ya da kemoterapide bağışıklık kuvvetinin zayıflaması halinde tehlike daha büyük.

Çünkü bu durumlarda belli bir bölgedeki enfeksiyonun tüm bedene yayılma olasılığı yüksekir.

Bakteriler kan dolaşımına karıştıktan sonra peş peşe organlara bulaşır ve zincirleme bir reaksiyon başlatırlar.

Beden, bakterilerin içlere kadar sızdığını fark ettiğinde artık savunma için elinde ne varsa harekete geçiriyor: Granülositler, monositler, makrofajlar ve bağışıklık hücreleri "kendilerine yabancı gelen her şeyi" yiyorlar.

TNF-Alfa ve IL-1 gibi kısaltmalarla anılan uyarı maddeleri daha küçük yaralarda olduğu gibi "savunma ekiplerini" topluyorlar.

Lökosit saldırısı

Berlin CharitŽ’nin enfeksiyon uzmanı Norbert Suttorp "Bağışıklık sistemi tıpkı bir sondaj adasındaki gibi büyük bir alarma geçiyor" diye açıklıyor bu gelişmeyi. Doktorun hastalarından biri iki gündür komada. Siroz yüzünden karnında su toplanınca, iltihap önce karın zarına, daha sonra ise tüm bedenine yayılmış. Hastanın yaşama şansı az, dolaşım sistemi çöküğü için septik şok durumunda.

Kan zehirlenmesinde hastayı ölüme götüren aslında enfeksiyon değil, hedefini aşan beden savunmasıdır (bağışıklık).

Akyuvarlar, bakterileri yok etmeye yardımcı olan zehirler (lökosit) salgılıyor. Fakat bu zehirler bedenin kendisini de etkilemekte. Bu süreç ince damarların delinmesine ve önemli miktarda sıvının damarlardan dokuya akmasına yol açmakta.

Kalp, iyice düşen kan basıncını yükseltmek için deli gibi atmaya başlıyor, nabız fırlıyor ve dolaşım sistemi çöküyor. Doktorlar bu durumda septik şoktan söz ediyorlar. Organlara artık kan ve oksijen gitmediği için önce böbrekler, sonra sırasıyla bağırsaklar, karaciğer ve akciğerler iflas ediyor.

Zamanla yarış

Bu sürecin tamamı birkaç saat içinde işlediği için de doktorlar, bedenin her yerine yayılan hastalık etkeni ve savunmaya geçen bağışıklık sistemiyle mücadele etmekle kalmayıp, zamanla da yarışmak zorundalar.

Çoğu zaman hastalığın teşhisini koymak pek kolay olmuyor, sonuçta baş/eklem ağrıları ve titreme gibi pekala grip belirtileri olacak semptomlarla da kendini göstermekte kan zehirlenmesi.

Doktorlar bu yüzden daha kesin belirtiler arıyorlar. Bunlara ateş ve şaşkınlık da dahil.

Hasta birden bire kim olduğunu veya nerede bulunduğunu hatırlayamıyor.

Bunun sebebi, beynin de enfeksiyon ve savunma reaksiyondan etkilenmiş olması.

Diğer gösterge

Hastalığın diğer göstergesi de kan değerleridir. Örneğin lökositlerin (akyuvarların) sayısı artmakta. Fakat sepsisin kesin tanısına izin verecek özel belirtiler eksikti. "Procalciton"un keşfiyle artık tıpkı kalp enfarktüsündeki Troponin proteini gibi güvenirli bir gösterge elde edilmiş oldu.

Bir tiroid bezi hormonu olan Procalciton, sepsis hastalarının kanında, hastalığın erken evrelerinde saptanmakta. Sağlıklı insanın kanında bu hormon bulunmuyor.

Tüm bu belirtiler yap boz parçaları gibi birbirine oturduğu zaman doktorlar bir an önce hastalık etkenini bulup, duruma göre bir veya daha fazla antibiyotik veriyorlar hastaya. Hasta şokta ise kan dolaşımı düzenlenmesi, sıvı verilmesi ve yapay solunum gibi yoğun bakım programı uygulanmakta.

Kaynağı bulmak zor

Ne var ki enfeksiyonun kaynağını bulmak çok zor. Doktorlar vakaların sadece %50’isinde enfeksiyon etkenlerini saptayabiliyorlar.

Ama hastalık etkeninin kaynağı örneğin bir bilgisayar programıyla bulunduğunda bile her zaman tedavi mümkün olmamakta.

Mesela hastalığın kaynağı safra kesesi ise, ameliyatla alınabiliyor. Ama enfeksiyonun çıkış noktası akciğer, kalp kapakçıları ya da tüm karın zarı ise?

Bu hastalıklarda da antibiyotikler etkisini gösterene dek, modern yoğun bakım imkanlarıyla kritik evre atlatılmaya çalışılmakta. Ancak günümüzde git gide daha fazla bakteri, antibiyotiklere karşı direnç kazandığı için hasta için iyileşme garantisi yoktur.
/images/100/0x0/55ea79c1f018fbb8f88266d5


Bu neden bilim adamları on yıllardan bu yana sepsis için özel ilaçlar üretmek için uğraşıyorlar. Amaç kontrolden çıkan savunma sistemini, TNF-Alfa gibi bağışlık reaksiyonunu "azdıran" antikorları etkisizleştirerek frenlemek.

Yeni etkili ilaç

Yoğun çabalar ve büyük masraflar sonucunda geliştirilen bir ilacın etkisi kısa bir süre önce gerçekleştirilen bir araştırmayla kanıtlandı.

Kanamaları ve iltihap reaksiyonunu engelleyen etkinleştirilmiş C proteiniyle, ağır sepsis hastalarındaki ölüm riski %30’ların üzerinden, %25’in altına çekilebildi.

Uzun yıllardır devam eden başarısızlıklardan sonra bu gelişme önemli bir adım sayılsa da yeni ilacın beyin kanaması gibi önemli bir yan etkisi var. Ayrıca tedavi çok pahalı. Bir hastanın iyileştirilmesi yaklaşık 10.000 Avro’ya mal olmakta.

İstatistiksel verilere göre sepsis vakaları, daha çok ağır kazalardan, ameliyatlardan, ağır yaralanmalardan, organ naklinden sonra ya da bedenlerinde kateter bulunanlarda ve yaşlı insanlarda görülmekte.

Uzmanlar bu nedenle sepsis tedavisiyle ilgili arayışların hızlandırılmasını hatta hastalığın da daha iyi araştırılması ve aydınlatılması gerektiğini düşünüyorlar.

Özellikle de endüstri ülkelerindeki yaşlı nüfusunun artması nedeniyle sepsis araştırmaları büyük bir önem taşımakta, diyor bilim adamları.

Kan zehirlenmesi (Sepsis) koldaki küçük bir yaradan gelişebilir (1). Hastalık etkenleri genelde deride veya mukozada bulunan bildik bakterilerdir. Mikroplar normalde, bağışıklık sisteminin hücreleri tarafından henüz yaranın üzerindeyken kontrol altına alınır. Fakat hasta ağır bir hastalık yüzünden zayıf düşmüşse, hastalık etkenleri kandan veya lenf damarlarından kan dolaşımını sızar (2) ve buradan hızla tüm organlara yayılırlar (3). Bağışıklık sistemi bu durumda "kırmızı alarma" geçer ve bakterileri zararsız hale getirmeye çalışır (4). Savunma sırasında bağışıklık hücreleri, yoğun miktarda TNF-Alfa (Tümör nekroz faktörü alfa) ve IL-1 (İnterlökin-1) gibi uyarı maddeleri üreterek reaksiyonu kontrolden çıkarırlar. Bu maddeler bedenin her yerindeki damarlara zarar verir, sıvı dokuya akar ve damarlar genişler. Kalp (5) sıvı kaybına karşı pompalayamaz, kan basıncı düşer. Karaciğer (6) ve böbrekler gibi (1) yaşamsal önem taşıyan organlar birer birer durur ve hasta ölür.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!