Kahire’nin son tanığı

Tanıdığım diplomatlara soruyorum; "Turgut Menemencioğlu acaba nerede" diye. Çoğundan aldığım cevap, ya "Sizlere ömür" ya da "Hiç gören yok." O ki Namık Kemal’in kızı Feride’nin eşi, Osmanlı’nın son Meclis-i Ayan Reisi Rıfat Menemencioğlu’nun torunu...

O ki son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin Saruhan Mebusu, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kurucu ve başkanlarından Muvaffak Menemencioğlu’nun oğlu... Oysa Turgut Menemencioğlu, eşi Nermin’le birlikte Gümüşsuyu’nda tarihi bir apartmanın en üst katındaki emektar dairesinde yaşıyor. Turgut Bey, 92 yaşında ve hálá 1943 Kahire Konferansı’nın hayatta olan tek tanığı. Varsın Parkinson hastası olsun, varsın konuşamasın, varsın kendi başına yürüyemesin. 62 yıllık eşi Nermin Vahid Hanımefendi, yardımcılarıyla birlikte Turgut’una gözü gibi bakıyor. Onu yalnız bırakmamak için, evden dışarı adımını atmıyor. O ki Sultan II. Abdülhamid’in 13 yıl Dahiliye nazırlığını yapan Memduh Paşa’nın torunu... 1924’te "İngilizce-Türkçe Mükessef Lügat"ı yazan Ahmed Vahid Moran’ın kızı... Edebiyatçı, ressam, piyanist... Buram buram Mustafa Kemal Atatürk kokan, 88 yaşında, zarif, bilgili, bakımlı, kibar bir Cumhuriyet kadını. Sorgusuz, sualsiz Nermin Menemencioğlu’nu dinleyelim. (Not: Bu röportajı, vefayı Fatih’te bir semt sananlara ithaf ediyorum.)

Halide Edip Adıvar’la Paris’te mutlu günler/images/100/0x0/55eac469f018fbb8f89567aa

- Turgut’la, Moda Deniz Kulübü’nde bir baloda tanıştık. Çok yakışıklı, çok hoş bir beyefendiydi. Bugün hasta yatağında bile, benim için öyledir. Turgut, Robert Kolej’i bitirdikten sonra Cenevre’de hukuk tahsil etmiş. 1939’da Ankara’ya dönüp Hariciye’ye girmiş. Ben de Paris’ten gelmiştim, harp yüzünden sınırlar kapandığı için geri dönememiştim. 1944’te yıldırım nikahıyla evlendik, çünkü Romanya’ya tayini çıkmıştı. Evlenmemizden bir sene önce de, meşhur Kahire Konferansı’na katıldı. Roosevelt’in, Churchill’in olduğu o konferansta, İsmet Paşa ve Türk heyetinin mütercimiydi. Ben leyli olarak Notre Dame de Sion Lisesi’nde okudum. Sonra Galatasaray Lisesi’nde olgunluk imtihanını verip Paris Sorbonne Üniversitesi’ne gittim. Çok sevinçliydim, Paris’te hayatımın belki de en mesut dönemini yaşayacaktım. Edebiyat okuyordum, lisans almak için 4 sertifika almak lazımdı. Türkçeyi alayım dedim, kabul ettiler. Bir sınıfa girip oturdum, Türk öğretmen ders veriyordu.

Sınıftakiler beni gösterip "Hocam, yeni bir öğrenci geldi" dediler. Öğretmen bana Fransızca olarak "Ayağa kalkın, siz nerelisiniz" dedi. Türk olduğumu söyleyince, ters bir şekilde oturmamı söyledi. Çok şaşırmıştım, sınıftakiler ise kahkaha atıyordu. Meğer, kendisiyle alay ettiğimi sanmış. Kimmiş o öğretmen biliyor musunuz, Halide Edip’in kocası Prof. Dr. Adnan Adıvar. Sonra benden özür diledi, kalbimi aldı. Halide Edip’le de Paris’te çok sıkı dost olduk. Çok yaşlıydı ama, çok hoştu. Beni çok severdi, onun hayalindeki cumhuriyet kızıydım. Avrupa’da okuyan bir Türk kızı olmam pek hoşuna giderdi. Paris’te talebeyken, bindiğim taksinin şoförü bana nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyleyince, otomobili durdurdu. Bana dönüp "Ne şanslı bir talebesin, Kemal Atatürk’ü tanıdın" dedi.

Kennedy’nin vurulduğu gün

- Turgut’un ilk büyükelçiliği 1959’da Ottawa oldu. 1963’te ise Washington büyükelçisi olduk. O zaman Amerikalılar bizi çok tutardı, Türkiye’yi Avrupa diye bilirlerdi. Washington’da, Jacqueline Kennedy’nin annesi Janet Auchincloss’la aynı kulüpteydik. Birbirimize isimlerimizle hitap ederdik. Bizi New Port’taki muhteşem malikanelerinde de ağırladılar. 22 Kasım 1963 Cuma günü arabamızla Boston’a gittik. İdil Biret Amerika’daki ilk konserini verecekti. Bütün Boston sokakları Türk bayraklarıyla donatılmıştı, o kadar güzeldi ki. İdil konserin ikinci bölümde sahneye çıkacaktı. İlk sanatçıdan sonra antrakt olmadan, salon müdürü sahneye çıktı. "Bayanlar, baylar size çok kötü bir haber vereceğim. Başkan Kennedy vuruldu" dedi. Orada bayılanlar, düşenler, telefona koşanlar. Hemen İdil’in yanına koştuk, hüngür hüngür ağlıyordu. "Ben şimdi nasıl konser veririm" diyordu. Yetkililer "Vermelisiniz" diye ısrar etti. İdil de çıktı ve çok güzel bir konser verdi.

Esir olursak önce hanımları sonra da kendimizi vuracağız

- Bükreş’e, Sirkeci’den kalkan hususi bir vagonla hareket ettik. Müsteşar, askeri ataşe de bizimle beraberdi. Bulgaristan’dan gece geçerken birden durdurulduk. Bizim vagonu tek olarak ormana doğru çektiler. Sabaha kadar vagona kurşun yağdı, çok korktuk. Askeri ataşe, beyleri topladı; "Esir olursak evvela hanımları, sonra da kendimizi vuracağız" dedi. Sabah Sovyet askerleri gelip bizden özür diledi. Bükreş, o zamanlar bizim bildiğimiz İstanbul’u andırıyordu. Fransızca konuşanlar, güzel lokantalar çok hoştu. Ama çok da tehlikeliydi tabii. Sovyet askerleri ellerindeki silahlarla istediklerini öldürürdü. İki oğlumuzu da Bükreş’te dünyaya getirdim. Ekber 1945, Namık Kemal ise 1948 doğumlu. Ekber, Cenevre BM’den yeni emekli oldu. Kemal ise İstanbul’da yayıncılık yapıyor. Japonya’ya atom bombası atıldığında Bükreş’teydik.

/images/100/0x0/55eac469f018fbb8f89567acİkinci Kahire Konferansı

4-7 Aralık 1943 tarihinde Mısır’ın kahire kentinde ABD Başkanı Roosevelt, İngiltere Başbakanı Churchill ve Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bir araya geldi. Churchill ve Roosevelt, Türkiye’yi müttefikler safında savaşa sokabilmek için İnönü ve Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu ile görüştüler. İnönü, iki lidere ilke olarak müttefiklerin yanında savaşa katılmaya karşı olmadığını, ama ordunun donanımının yetersiz olduğunu, ayrıca savaş sonrası siyasal durumun belirsizlik taşıdığını belirterek savaşa taraftar olmadığını bildirdi.

Yanan köşkün tavanında koşuşturan ’yılanlar’

- Ben 1918’de Berlin’de doğdum, babam Ahmet Vahit Moran sefarette deniz ataşesiydi. Cemal Paşa’nın yaveriymiş, o göndermiş 1916’da Berlin’e. Babam bahriye subayı, hem de çok iyi bir ressamdı. Talebeliğinde İngilizce lügat almaya parası yetmemiş. Durmadan resim yapıp satarak sonunda lügatin sahibi olmuş. O zaman kendi kendine karar vermiş, İngilizceyi çok iyi öğrenip herkesin ucuza alabileceği bir lügat yazmaya. Dediğini yaptı, lügati Oxford’da da kabul edildi. Cumhuriyetin ilanından önce, Hamburg’dan vapura binip İstanbul’a geldik. Doğru Arnavutköy’deki köşkümüze taşındık. Memduh Paşa Köşkü’ydü adı. Bir gece bizim köşk yandı, ben o zaman 4,5 yaşındaydım. Çok korkmuştum. Yatak odamın tavanında yılanlar koşuşuyordu, dışarıda kar vardı. Çocukluk işte, herhalde alevlerin gölgesiydi. Bunu Fransızca olarak kitap yapmıştım, "Boğaziçi’ndeki Kırmızı Köşk" ismiyle.

YARIN: GAZİ’NİN UNUTAMADIĞIM MAVİ GÖZLERİ
Yazarın Tüm Yazıları