Kadınların áşık olduğu adam

Kadınların duaları onu cennete gönderir...

Ertuğrul Özkök'ün Ercan Arıklı için attığı başlık.

Nasıl şahane bir tespit.

Ama biliyor musunuz sanki biraz eksik.

Çünkü bir erkek yazıyor, bir erkek onu dışarıdan anlatıyor.

Oysa Ercan Arıklı gibi, ‘‘Ben hayatta her şeyi kadınlara kendimi beğendirmek için yaptım, hep onlar için yaşadım’’ diyen bir adamı aslında kadınların anlatması gerekiyor.

Yani içerden.

O cenazede ayakta duran, ağlayan, uzaklara bakan, geçmişe dalan, geçmişinden kopan, kendisini ayazda cami avlusunda bırakılmış hisseden, güldürdüğü, üzdüğü, mutlu ettiği, birlikte ürettiği, çalıştığı, dergiler çıkardığı, kavgalar ettiği, sadece gazeteciliğe dair değil hayata dair tonla şey öğrettiği, bazen delirttiği ama bir biçimde hep ama hep kendine áşık ettiği kadınların...

Onlar o kadar çok ki.

Sevgililerinden değil birlikte çalıştığı kadınlardan söz ediyorum.

Nereden mi biliyorum?

Çünkü ben de o kadınlardan biriyim.

Ercan Arıklı'nın kadınlarından biri.

Bununla da gurur duyuyorum.

Hayatıma değdiği, hayatıma girdiği, 18 yaşında tanıdığı küçük bir kızdan bir gazeteci, bir kadın yarattığı için.

Haliyle erkeklerin bilmediği bir şeyi daha biliyorum.

Evet, kadınların duaları onu cennete gönderir. Ama tersi de doğru.

Kadınların bedduaları onu cehenneme de gönderebilir!

Bunu bilmek için sadece kadın olmak gerekir...

*

Kadınların áşık olduğu bir erkekti, önce bu konuda anlaşalım.

İtiraf edelim ya da etmeyelim öyle.

Ama kimileri için melek kimileri için şeytandı.

Bazen dünyanın en şefkatli insanı, bazense hain bir yılandı.

Ama her şart altında vazgeçilmezdi.

Çünkü ‘‘çözülemez’’di.

Ele geçirilmezdi.

Fethedilmezdi.

İnsanın elinden kayıp giderdi.

Mesleki dehası ve zekası bir yana, onu kadınlar nezdinde bu kadar efsane yapan (bu yüzden erkekler nezdinde de efsane olan!), bence bu özellikleriydi. Değişkenliği, uçarılığı, sempatikliği, ilgili olması, alaycılığı, bir var bir yokluğu, bir desteklemesi bir tanımaması, insanı hem taç hem tıkaç yapması...

Bir de tabii inanılmaz bir kadın severdi, ölene kadar flört ederdi. Allah için bu konuda onun eline su dökebilecek kimseyi tanımıyorum. Yaşı ne olursa olsun bir kadını, kadın gibi hissettirmeyi bilirdi, ama yanlış anlaşılmasın asla bir playboy değildi, yapışkanlığı, cıvıklığı, sırnaşıklığı görülmemişti. Onu istemeyeni o hiç istemezdi, ama öyle bir asil duruşu vardı ki, biri onu istemesin de göreyim, o sanki kadınları mutlu etmek (yoldan çıkarmak) için yarı melek yarı şeytan bir varlık olarak dünyaya gelmişti.

O yüzden onunla konuşurken, evli de olsanız, başkasına áşık da olsanız, bin yaşında da olsanız, çok genç de olsanız kalp çarpıntısı hissederdiniz.

O yanınızdan ayrıldıktan sonra da ‘‘Şimdi bu ne demek istedi? O müstehzi gülüşünün anlamı neydi?’’ derdiniz. Ve onu çözebilmek (belki de kendinizi!) için tekrar size gelmesini, sizinle konuşmasını beklerdiniz.

*

Ben beklemedim.

Gittim. Ama yıllar sonra. O son röportaja. Benim için bu sadece 15 yıl boyunca röportaj vermemiş biriyle, modern dergiciliğin piriyle, dergilerin efendisiyle konuşmak değildi, daha fazlasıydı, o benim geçmişimdi, 18, 19, 20, 21'li yaşlarımdı, o en bebek ve taşralı halimin tanığıydı, o benim çirkin ördek halimi bilen adamdı, o yüzden belki yılların geçmesini bekledim, kimbilir belki de hesabımı görmek istedim, üstelik onun yaşlanmış olacağını hayal ettim (ama ne mümkün!), benim sadece gazeteci halimden değil kadın suretimden de etkilensin istedim. Deliler gibi hazırlandım, sorular çalıştım, ama öyle bir adama sadece böyle şeyler söker mi, o Ercan Bey ya, bunları yer mi. Berberlere gittim, saçımı yaptırdım, manikür bile yaptırdım, tırnaklarımı yememem (bir de 10 kilo vermem!) için küçükken pazarlık yapardı benimle, hálá yiyor musun şunları desin istemedim. Onun seveceği gibi giyindim, ince görünmek için siyahları çektim, ayağıma da topuklu pabuçlar geçirdim, yani kadın kadın gittim.

‘‘O kızı hatırladın mı, bak bu kadın oldu!’’ demek için.

Kişisel bir meseleydi yani, bir nevi hesaplaşma, kendi gençliğimle aynı zamanda...

*

Baktım ki değişen bir şey olmamış.

O hálá kadınları etkileyen Ercan Bey.

Yeni projelerden, yeni heyecanlardan söz ediyor, güldürüyor, insanı mutlu ediyor, nasıl diri, nasıl genç, nasıl şahane.

İnsanı sinir edecek kadar!

O benim hep 29 yaş büyük patronum olarak kalacak.

Hayatımı değiştiren, yön veren insan.

Küçük bir kızdan hem bir gazeteci hem bir kadın çıkaran adam...

Ne ben farkındaydım ne o, ama beni ödüllendirmişti, bana bir son röportaj hediye etmişti. Bir de teyp!

‘‘Kadınların hayatını kolaylaştırmak için her şeyi yaparım. Bizde hizmette sınır yoktur bilirsin!’’ diyerek, röportajın ortasında su kaçıran teybimin yerine, içeriden yenisini getirdi.

Gülerek.

Bayılırdı böyle lastikli konuşmalara, oyunlara.

Offf ki ne of.

O gün yine nefesim kesildi onun hayat enerjisi karşısında.

Bu adam hepimizi gömecek dedim.

Hiç yaşlanmayacak.

Hiçbir zaman buruşmuş, ihtiyarlamış bir adam olmayacak.

Fotoğraflar çekilirken, ‘‘Karnınızı içeri çekin’’, ‘‘Öyle durmayın boynunuzdaki kırışıklar görünüyor’’ deme fırsatı bile tanımadı bana.

O kadar fitti, o kadar estetikti.

Bütün intikam hayallerim suya düştü yani.

O fotoğrafları da Haftalık dergisi çok satsın diye değil, kadınlar onu beğensin diye çektirdiğine eminim. İnşallah beğenmişlerdir. İnşallah bu fotoğrafı da beğenirler. Hayatta onun en çok istediği şey buydu zaten, kadınlar onu beğensin. Derdi ki, yeryüzünde bu kadar farklı ve güzel kadın varken Allah aşkına onları arzulamamak mümkün mü? Bu onun felsefesiydi: Kadınlar ve erkekler kendilerini birbirlerine beğendirmek için yaşarlar.

Ben de o gün o eve kendimi ona beğendirmek için gitmiştim.

Tüh Allah kahretsin yine beceremedim diye düşünürken...

Röportaj bitmişken...

Artık arabadan inerken...

Ona son kez bakarken...

Yüzünde o müstehzi gülüşü belirdi yeniden:

- Ben seninle 18 yaşındayken de iftihar ediyordum Ayşe...
Yazarın Tüm Yazıları