Julianne Moore, tanıtım işi mosmor

Ünlü Fransız reklamcı Jacques Séguéla ‘Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin o beni genelevde piyanist sanıyor’ adlı kitabında ilginç bir anekdot anlatır.

Haberin Devamı

1930’lu yıllarda bir banka yöneticisi dönemin efsane heykeltıraşı Aristide Maillol’un kapısı çalar ve “1937 sergisi için Fransa’nın zaferini, bizi yönlendiren özgürlüğü, halkın çabalarını, barışı, emeği, demokrasiyi anlatan bir heykel istiyorum. Üstad nasıl bir şey düşünürsünüz?” diye sorar. Maillol’un yanıtı şöyle olur: “Her zamanki gibi güzel bir hatunun güzel poposunu...”
Julianne Moore’un Türkiye’nin tanıtım yüzü olarak seçildiğini öğrenince aklıma bu matrak anekdot geldi.
Sağ olsunlar büyüklerimiz bizi tanıtmak için Bvlgari’nin yüzü, Tom Ford’un ilham perisi olan, hafif soğuk ve elitist bir Hollywood yıldızını seçmişler.
Sanki milyonlarca ‘elit’, “Vaay be Bvlgari’nin yüzü şimdi de Türkiye’nin yüzü olmuş” diye Türkiye’ye koşacaklar ve ülkemiz bir anda turist cennetine dönecek... Bu konuda bir sürü deli soru geliyor insanın aklına...
Julianne Moore’u kim, hangi kriterlere göre seçti. Eğer varsa diğer adaylar kimlerdi ve onlar neye göre elendi?
En ekonomik olan veya tek ‘evet’ diyen Julianne miydi, yoksa gerçekten en uygun aday o muydu?
Kızıl saçları ve çilleriyle tipik bir Kuzey Avrupalıyı andıran Moore yerine daha bize benzeyen biri seçilemez miydi?
Soruları uzatmak mümkün ama bir de gerçekler var.
Russell Crowe en iddialı filmini; Ben Affleck Oscar ödüllü Argo’sunu Türkiye’de çekiyor ama Türkiye’nin yüzü olacak Julianne hanımefendi Fethiye’deki sahneler için gelmeye tenezzül bile etmiyor, yerine dublörünü gönderiyor... Ne egoymuş ama...
Eğri oturup doğru konuşursak aslında Türk’ün Türk’e reklamından başka bir şey değil bu...
Bir uçak dolusu sanatçıyı Almanya’ya götürüp sadece Türklere izleten eski ‘gurbet kervanı’ mantığı...
Hepsini geçtim, madem Hollywood’dan medet uman bu aşağılık kompleksinin esiri olduk, elin sanatçılarına tonla para ödüyoruz, o zaman kesenin ağzını biraz daha açıp Woody Allen’a Barselona, Roma ve New York’tan sonra bir İstanbul filmi çektirilemez miydi? Yine de böyle yöntemlerle kendimizi ifade edebileceğimizi hiç sanmıyorum.
Çünkü bir ülkenin gerçek değerleri sanatı, kültürü ve tıkır tıkır işleyen demokrasisidir.
Önce bunları halledelim sonra Julianne Moore’lar da tıpış tıpış gelir Türkiye’ye, ağababaları Meryl
Streep’ler de...

Haberin Devamı

Ortaya az karışık

Haberin Devamı

1- One Direction’ın yeni klibinde döner başrolde! Grup, Midnight Memories adlı şarkının klibinde Londra’daki bir Türk dönerci dükkanına giderek, döne döne dans edip döner yiyorlar...

2- Kırk yaşına basan Kate Moss, Alexander McQueen’in yeni kampanyasının yüzü oldu. Moss, marka için 60’lı yılların meşhur gerilimi ‘Röntgenci Tom’dan esinlenilen kısa bir filmde de oynadı. Anlaşılan yaş kaç olursa olsun Kate, kendini her zaman röntgenleyecek birini buluyor.

3- Michelle Obama, ülkemizde de gösterilen ve ABD başkanının yasak aşkını konu alan Scandal adlı dizinin hayranı olduğunu açıklamış. Yalnız dikkat etsin; ekran başında fazla zaman geçirip başkanı da başka bir kadına kaptırmasın.

Haberin Devamı

4- Ülkesinin politikalarını eleştiren ve Komünist Parti’nin kara listesine girdiği için Londra’da sürgünde bulunan Çinli yazar Ma Jian, idolünü açıkladı. Ünlü yazar doğu ve batı kültürlerini bir araya getirmeye çalıştığı için en büyük ilham aldığı kişinin Orhan Pamuk olduğunu söyledi.

5- Los Angeles Lakers maçında yan yana oturan Meryl Streep ve 50 Cent’in fotoğrafları olay yarattı. En çok ilgiyi çeken ise aralarına Kobe Bryant’ı aldıkları kare oldu. 50 Cent Instagram’da bu fotoğrafın altına En İyi Basketçi Kobe, En İyi Rapçi 50 Cent, En İyi Aktris Meryl Streep yazdı. Allah kimseyi 50 Cent’e muhtaç etmesin.

Esnaf yanılmaz

Eğer İstanbul’daysan...
Ve de yolun Kapalıçarşı civarlarına düşmüşse...
Hele bir de öğle vaktiyse, benden sana tavsiye arkadaş hiç durma ya Fahri’nin ya da Köfteci Mustafa’nın yolunu tut hemen...
Hem miden bayram etsin, hem de beş on lirayla mükemmel bir esnaf lokantasındaki o otantik havayı kokla...
Oldum olası bayılırım esnaf lokantalarına. Lezzetli yemek asla çok para ödemek demek değildir, unutma. Buralarda lüks mekanların yapaylığının yerini “Çek bir kuru, az pilavlı” samimiyeti almıştır çünkü. İsmi sahibinden menkul Kalcılar Han’ın yanındaki Fahri de böyle bir mekan işte.
Fahri asık suratı ve kızdığında müşterilerini azarlamasıyla meşhur. Öyle çok seçenek de yok, en fazla günde üç-dört çeşit.
Ama hepsi birbirinden leziz. Eğer gününe denk düşerseniz yürek, beyin, ciğeri tatmanızı öneririm. Ayrıca Saray Köftesi, gerçek tereyağı ile yapılmış nohutlu pilav, kıymalı yumurta da olmazsa olmazlarından. Semtin bir diğer kült lokantası da Köfteci Mustafa. Köfteler ve aksesuvarı piyaz kelimenin tam anlamıyla muhteşem. Kuzu şiş ve pirzolayı sorarsanız, tek kelimeyle enfes. Sözün özü, siz siz olun sokakların sözlü anayasasına kulak verin ve şehrin ‘salaş gurme’ lezzetlerinden vazgeçmeyin. Neden derseniz; çünkü esnaf yanılmaz...

Haberin Devamı

7 maddede Osmanlı’da rüşvet

1- Osmanlı’da adı rüşvetle birlikte anılan ilk sadrazam, Çandarlı Halil Paşa’dır. Çandarlı’nın, Fatih İstanbul’u kuşattığı zaman Bizans imparatorundan rüşvet aldığı, bu yüzden de idam edildiği söylenir.

2- 1850 yılından önce ölen vezirlerin, beylerbeylerinin, taşra valilerinin mirasçısı devlettir. Onların mallarına devlet el koyar, çocuklarına yetim maaşı bağlanır, rüşvet bu yolla önlenmeye çalışılır.

3- Rüşvetin aleni hale gelmesi III. Ahmet dönemine rastlar. O yıllarda taşraya atanan görevlilerin yetersizliği ve açgözlülüğü yüzünden rüşvet iyice meşrulaşır.

4- Abdülmecid döneminde, Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın hazırladığı ‘Men-i rüşvet nizamnamesi’ uyarınca, tüm devlet görevlileri Kuran’a el basarak rüşvet almayacaklarına dair yemin ederler.

5- Rüşvet nizamnamesini yazan Mustafa Reşit Paşa, oğlunu Abdülmecid’in kızı Fatma Sultan’la evlendirmek ister. Ancak Paşa düğün için yeterli parasının olmadığını söyleyip, Baltalimanı’ndaki sahil sarayını 250 bin altına padişaha satar.
Sultan da düğün hediyesi olarak aynı sarayı kızına hediye eder. Tarihçi Sakaoğlu bu olayı yolsuzluğun alası olarak nitelendirir.

6- Osmanlı’da rüşvetten öylesine bıkılır ki, durum dönemin şiirlerine bile yansır. Fuzuli, Nişancı Celalzade Mustafa Paşa’ya gönderdiği Şikayetname’de “Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar” diye yazar.

7- O günlerin rüşvet sözlüğü şu kelimelerden oluşur:
Mürteşi: Rüşvet yiyen memur
İrtişa: Rüşvet alma-verme
Rüşvethor: Rüşvet yiyen.
Raiş: Rüşvet alanla veren arasındaki aracı.
Not: Yukarıdaki yedi madde Tarihçi Necdet Sakaoğlu’nun Atlas Tarih’in şubat sayısında Günce Akpamuk’a verdiği ‘Osmanlı’da Rüşvet’ konulu röportajdan derlenmiştir.

Yazarın Tüm Yazıları