İzler

Oya BERBEROĞLU
Haberin Devamı

Turistler kanat mı taksın?

Türkiye son on yılda turizme büyük yatırım yaptı. Karşılığını, istenilen ölçüde olmasa da alıyor. Bu alanda hızlı gelişmesine karşın, dünya turizm pazarındaki payı, ne yazık ki yüzde 2'yi aşamıyor.

Ülkenin 20 milyon turist ağırlayacak kapasitede olduğu gerçeğinden hareket eden Türk Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Başkanı Talha Çamaş, turizmde en büyük sorunu, yetersiz havalimanları olarak kaydediyor.

Çamaş, örneğin Antalya Havaalanı'nın kapasitesinin 6 katıyla çalıştığını, İstanbul Atatürk Havaalanı'nda durumun daha vahim olduğunu vurguluyor. Kısacası, Türkiye'ye gelmek isteyen turistlerin ya kanat takıp uçması veya melek sabrına sahip olmaları gerekiyor.

Aslında son on yılda havalimanlarında önemli gelişme yaşanmadı değil. Türkiye'de halen 14'ü iç ve dış hatlara açık, 10'u sadece iç hatlara çalışan, 14'ü sivil hava ulaşımına da açık olarak kullanılan askeri havaalanı var. Toplam 38 havaalanına inen Türk Bayraklı uçaklardaki koltuk sayısı, son on yılda beş kat artarak 22 bine çıktı.

Türkiye'ye ulaşmayı başarabilen turistler, 2.5 milyon kişiye istihdam yaratan bir sektör tarafından ağırlanıyor. 7 bin de turist rehberimiz var. Önümüzdeki on yılda turizmden ekmek yiyenlerin sayısı 897 bin kişi daha artacak.

Turistik yatak sayısı bir milyonu bulmuş durumda. Yatlardaki yatak sayısı da 32 bine ulaştı. Turizm yatırımlarındaki patlama, Türkiye'yi bu sektördeki geliri en hızlı artan OECD ülkeleri arasında birinci sıraya oturttu.

Turizmde artık sadece güneş, deniz ve kum satma dönemi bitti. Pazar yelpazesi, Kapodakya'da inanç turizmi, İstanbul'da kumar turizmine kadar genişledi. Acenteler otelci, otelciler tur operatörü oldu. Bankalar turizme girdi. Kurumsallaşma hızlandı. İç turizmin iç hacmi de bir milyar dolara çıktı.Özetle, 15 milyar dolarlık turizm geliri hedefine en önemli engel, havalimanları. Çünkü, Türkiye'nin turizm potansiyeli, havaalanlarına sığmıyor.

Kuşadası yanıyor!

Kuşadası'nda yazlık arayanları uyarayım... Kuşadası sizlere ömür. Ne denizi, ne doğası kalmış. Kış nüfusu 35 bin olan Kuşadası'nda yazları 600 bin kişi yaşıyor. Çirkin bir beton şehir. Kooperatiflerde hiperenflasyon yaşanıyor. Her yerde ‘‘satılık'' tabelası. Yakınında Efes olmasa turizm açısından hali harap.

Fantasia Otel'de kalıyorum. Gece yarısı balkonda kitap okurken yan otelden beyaz beyaz dumanlar yükseliyor. ‘‘Allah Allah sineklere karşı ilaçlama mı?'' diye düşünürken, bir yangınla karşı karşıya olduğumuzu anlıyorum. Telefona sarılmışken, Onura Otel çalışanlarının durumu fark ettiğini ve itfaiyeye haber verdiğini görüyorum. 10 dakika içinde itfaiye otele ulaşıyor. Hemen yangın yerine gidiyorum. O gece İbrahim Tatlıses de bize yakın bir yerde, Long Beacht'te konser veriyormuş. Basın mensupları ve Aydın İli'nin ileri gelenlerinin bir kısmı o konserden yangın mahalline geliyor. Vali Muharrem Göktayoğlu, Aydın Emniyet Müdürü Tekin Akın, Kuşadası Belediye Başkanı Engin Berberoğlu olay yerinde. Turistler panik halinde, valizini alan dışarı çıkıyor. Koca turizm beldesi Kuşadası'nda merdiveni uzun bir itfaiye olmadığından yangını söndürmekte biraz zorlanılıyor. Söke'den uzun merdivenli itfaiye aracı geliyor. Ama o da yeterli değil. Yaklaşık 2 saat içinde, elektrik kablolarından çıkan yangın kontrol altına alınabiliyor. Saatin erken olması, yangının çıktığı kattaki odalarda şans eseri kimsenin bulunmaması can kaybını önlüyor. Kuşadası yaklaşık 10 yıldır konuşulan ve Dünya Bankası'nın mali desteğine sahip pis su arıtma projesinin tamamlanmasını, tabii bir de uzun merdiveni, yanmaz elbiseleri olan itfaiye teşkilatını bekliyor.

Tarkan'la ıstakoz

İş yaşamımda ilk kez uzun tatil yapıyorum. Sırtımda çanta, rezervasyona elveda... Maceraya merhaba!

İlk durağım Foça.

Adını Akdeniz fok balığından alıyor, eski adı Fokai, İonya uygarlığının izlerini taşıyor. Taştan inşa edilen eski evler ve balıklar muhteşem. Tatil köylerinden hiç hoşlanmam. Mecbur kalmadıkça gitmem. Hijyen koşullarda olmak şartıyla pansiyonlar, tarihi yerler, el değmemiş kuytu köşeler ve doğal yiyecekler favorim.

Foça dışında bir yerde konaklıyor, ama eski Foça'da vakit geçiriyorum. Traktörlere, turistik deyimle ‘çekçek'lere binip kahvaltı için Foça'ya gidiyorum. İnce belli bardaklarda, tadına doyum olmayan Türk çayıyla enfes kahvaltımı yapıyorum. En salaşından en lüksüne kadar genelde turistik tesislerde Türk usulü çay servisinin yapılmamasını protesto ediyorum. Poşet çaylardan nefret ediyorum. Akşamları Foça'nın balıkçı restoranlarında dostlarla yemek yiyor, kendimce Türkiye'yi kurtarıyorum! İşte böyle yemeklerden birinde sohbetimiz iyice koyulaşmışken ortaya bir bomba düşüyor! Alevler etrafı sarıyor!

Tarkan'ın olağanüstü ses rengi (Yorumu diyemeyeceğim, pek beğenmedim son kasetindeki yorumunu), Sezen Aksu'nun Türk karekterini simgeleyen söz ve müziğiyle ortalık hareketleniyor. ‘‘Seni gidi fındık kıran, yılanı deliğinden çıkaran... Yakalarsam muck, muck...'' nakaratlı ‘‘Şımarık'' adlı şarkı yükseliyor. Tarkan eşliğinde alevli tepsilerde ıstakoz servisi başlıyor. Daha ziyade İskandinav turistlerin rağbet ettiği Foça restoranlarında. Tarkan iki cümle söylüyor, müzik kesiliyor... Her ıstakoz servisinde durum böyle oluyor. Bu, sayısız kez tekrarlanıyor. Garsonlara ‘‘Kardeşim sonuna kadar çalın bari'' diyorum ama nafile.Her gittiğim tatil beldesinde Tarkan ve ‘‘Şımarık'' furyası esiyor... Yabancı turistler ezberlemişler. Kaseti kapış kapış alıyorlar. Kültür ihracatı diye buna denir. Zamanlama harika. Geçen yıl ‘‘Acayipsin'', bu sene ‘‘Şımarık''... Haksızlık etmeyeyim, Mustafa Sandal'ın ‘‘Onun Arabası Var'' isimli parçası, Levent Yüksel'in yine Sezen Aksu imzalı ‘‘Tövbe''si ve Rafet El Roman'ın son kaseti (Bence Türkçe telaffuzu hariç, müzik kalitesi en yüksek olanı) müthiş ilgi görüyor.

Yazarın Tüm Yazıları