Biliyorsunuz, Serenay Sarıkaya bir süredir Maldivler’de.
Masmavi plajlarda atmak ne kelime, fink sektiriyor. Bunları da sosyalden paylaşıyor.
Bence gayet güzel kareler. Zaten Maldivler’le Serenay bir araya gelir de ne kadar kötü olabilir ki?
Ama Demet Akalın fotoğrafların ışık, filtre, pürüzsüzlük/selülit ayarlarını beğenmemiş olacak ki buradan Maldivler’e ulaştırdı mesajını: “Telefonunu değiştir baby”...
“Kıtalararası teasing” mi dersiniz, “Demek benden daha çok kıskandı” mı dersiniz?
Ama “Karışmadığı bir o kalmıştı” diyeceksiniz, o kesin.
Haklısınız.
Ama kendi açısından Demet Akalın da haklı değil mi?
◊ Hangisinden daha komik hatıralar var: Hacettepe Tiyatro mu Mimar Sinan mı?
- Hacettepe konservatuvar dönemlerimin bende yeri hep ayrıdır. 90’lar, Ankara, hayat bambaşka akıyordu şimdi dönüp bakınca o günleri gerçekten çok özlüyorum. Bugünlerle kıyaslayınca “Uzayda yaşıyormuşuz, haberimiz yokmuş” diyorum.
◊ Hayatınız bir film olsa kim yönetirdi: Ferhan Özpetek mi Wachowski kardeşler mi?
- Ferzan Özpetek beraber çalışma fırsatı yakaladığım çok sevdiğim ve değer verdiğim bir yönetmen. Onun bakış açısından kendi hayatımı izlemek çok zevkli olurdu. COVID-19 sonrası da Wachowski kardeşlerin ilgisini çekebilir. İkisine de hayır demem (gülüyor)...
◊ İmkânınız olsa hangisiyle kahve içmek isterdiniz? Muhsin Ertuğrul mu Afife Jale mi?
- Afife Jale.
◊ İlkinde 48 bin, ikincisinde 266 bin takipçiniz var. Twitter mı Instagram mı?
“Birçok kişi yorum ve DM’lerim kapalı olduğu için eleştiride bulunuyor. Çünkü artık kötü sözün de, onu söyleyen kişinin de vahşi bir şekilde bana dokunmasını istemiyorum. Daha doğrusu o kişinin bana dokunduğunu sanmasına izin vermiyorum.”
Aslında Korel’in yaptığı tespit çok önemli:
Çünkü evinizin kapısı kilitli olsa bile kendinizi koruyamıyorsunuz. Saldırı size mülkiyet hakkını bile çiğneyerek ekranınızdan geliyor. Sanki dışarıda bağırıyor ama internette erişmek isteyen herkes görüyor sarf edilen o sözleri.
“Artık sadece içimden geleni, gözümün gördüğünü korkmadan, otosansür uygulamadan paylaşmak istiyorum. Söylenen her şeyi ciddiye alıp o insanı kazanmaya çalışmayı da bıraktım.”
Sosyal medya okuryazarlığı çok önemli. Ama işin diğer ucunda hassasiyetin de sonu yok. Kılık kıyafete kadar...
Söylenen her şeye çok ehemmiyet verdiğinizde olay ister istemez otosansür hali almaya başlıyor.
“İkinci yavruma hamileyken DM kutuma düşen bir mesaj: ‘Pi.in ve senin gebermen için her gün dua ediyorum.’ Başaracak gücüm yok artık. Bir yerlerde sanal zorbalığa uğrayan özellikle yaşı küçük kardeşlerim bu yazdıklarımı okuyorsa; bunun bir suç olduğunu bilin ve ailenizle paylaşın. Sessiz kalmayın!”
Radisson Blu otelinin önündeki ışıklarda iniyorum araçtan. Ortaköy-Kuruçeşme istikametinde sürekli trafik yaratan ışıklarda yığılma yok, hatta boş.
Pandemi yetmezmiş gibi şehir son yılların en yoğun kar yağışını almış...
Bundan 30 sene önce, 90’ların başında bu ışıklara çok yakın bir yerde Flatline adlı gece kulübü vardı. Ağırlıkla kolej çocukları giderdi eğlenmeye, İstanbul’un en marjinal mekânlarından biriydi. Mad Madame gibi gruplar çıkardı. Kaan Tangöze ve arkadaşları gecelikle falan sahne alırdı. Şimdi ya şu dürümcü ya da parfümeri olan yerdeydi diye hatırlıyorum.
Hemen sağa sapınca bu kez Sis Bar’ın uğultusu karşılardı sizi. Özlem Tekin’li, Şebnem Ferah’lı Volvox grubu sahneye çıkardı. Müzik tarzları ve kitleleri birbirine bu kadar yakın olmasına rağmen neden iki mekânın müşterileri arasında o kadar sık kavga çıkardı, anlamak mümkün değil.
Hesaplamaya çalışıyorum, Hikmet Aksesuvar’ın yerinde falandı herhalde. Belki de şimdiki Oasis Bar’ın... ‘Şimdiki’ dediğime bakmayın, Oasis de bir yıldır kapalı.
Oasis’in yanında Arapça bir tabela... Neyse ki tam altında Türkçesi de yazıyor: Lazerle yazı yazıp resim yapabiliyorlarmış.
Karşısındaki PTT’nin sokağı, yani Sağlık Sokak’tan girerseniz solda Ortaköy Oteli’nin yakışıklı kafe, bar ve restoranı var. Çaprazı Laika Tiki Bar ve onun karşısı bir zamanların meşhur Ceneviz Kahvesi. Şehrin üçüncü nesil kahve macerası bu ince-uzun daracık kahvede başladı desek yalan olmaz.
Deniz Çakır yeni projesinin setinde kendine ayrılan karavanı küçük bulunca diğer iki rol arkadaşı Serkay Tütüncü ve İlayda Alişan’ın karavanına geçmiş/yerleşmiş/çökmüş.
Yapım ekibi de çıkaramıyormuş. Diğer iki oyuncu daha küçük olan karavana sığmaya çalışıyormuş.
Çünkü pandemi nedeniyle karavan kıtlığı yaşanıyormuş.
Bu çok lezzetli set kulisini Sinem Vural’dan okuduk dün.
Bu sorun nasıl çözülür diye düşündüm.
E belli ki yine camia içinden.
Şevval Sam
Bayılırım dansöze, hele güzel dans edene.
Allah biliyor da vermiyor: İmkânım olsa salonun bir köşesini pist yaparım, uyuyayım, uyanayım, 7x24 oynasınlar orada.
8+8+8 vardiyalı. Hepsi sigortalı...
Oryantal yaparken videosunu paylaşıp işinden olan spor spikeri Hande Sarıoğlu için çok üzüldüm bu yüzden. Sanatına saygımdan değil.
Videosunu izlediniz mi? Bence kötü dans ediyor. Tam yapacakken işi hafife alır bir havası var, Ahmet Hakan’ın dediği gibi, danstan ziyade “şebermeye” giriyor.
Üzüntüm hayat tarzına saygımdan.
Ne olacak yani: Kimi Gangnam dansı yapar, kimi oryantal, kimi rap...
İsteyen de koyar paylaşır, oyuncu Fırat Çelik’in yeğeniyle yaptığı disko şovlar karantinanın en karanlık günlerinde hepimizi mest etmedi mi?
Nişantaşı’nda kameralara yakalanan Aleyna Tilki, “Sevgililer Günü’nü nasıl geçireceksiniz?” sorusuna “Ben ve ben olacağız” diye cevap verdi. N’apsın kızcağız? Sevgili bu, sorulunca cebinden çıkarıp gösteremezsin ki. Yoksa yok işte...
Bir Sevgililer Günü’nü daha atlattık, kurtulduk. İlişkisi olanlar, birini bulmuş olmanın verdiği “haklı bencillik”le sevgilisini ve mutluluğunu sergiledi, biz de elimizde telefon, kaydır kaydır seyrettik.
Yetmiyormuş gibi ideal çift seçmeleri yapıldı, Burak Özçivit-Fahriye Evcen’cilerle Kaan Yıldırım-Hadise’ciler ikiye bölünüp birbirine girdi. Elimde istatistik yok ama bu tür şeylerle uğraşanların çoğu da sevgilisi olmayanlardı bence.
Aynı gün Hürriyet Pazar’da Melis Çalapkulu’nun çok ilginç bir araştırması yer aldı.
Çalapkulu, çiftler ve uzmanlarla konuşarak “Pandemi ilişkilerimizi nasıl etkiledi?” sorusunun peşine düşmüş.
Kimse çaktırmıyor ama en zor 14 Şubat’lardan birini yaşamışız.
Karantinayı ilişkisi için avantaja çevirenler de var elbette ama çoğunluk ya ayrı düşmekten ya da çok dip dibe olmaktan şikâyetçi.
◊ Sahne almak mı senaryo yazmak mı?
- Dönem dönem değişiyor... Ne yazdığıma veya ne sahnelediğime bağlı. Ama genel olarak sahne almak.
◊ Canlı seyirci mi canlı yayın mı?
- Kesinlikle canlı seyirci! Direkt performans testi...
◊ Evdeki haliniz: YouTube-Instagram-telefon mu, pijama-terlik-televizyon mu?
- Pijama-terlik-bilgisayar. Çünkü evde durduğum bütün vaktim senaryo yazarak geçiyor neredeyse.
◊ İstanbul’un... Anadolu yakası mı Avrupa yakası mı?
10 yıllık evliliklerini iki yıl önce bitirmiş ama “dostça” ayrılmışlardı.
Bu ayrılık sonucunda Jahovic’e ülkesi Sırbistan’da bir ev alınmış, kendisine ve oğullarına da 25 bin lira nafaka bağlanmıştı.
“Düzgün boşanabilen” nadir çiftlerdendiler.
Jahovic eski eşi için “Ben evliliğimde kötü bir tecrübe yaşamadım, sadece ayrıldım” diyordu.
Üstelik işleri de iyi gidiyordu. Daha yeni, “Yaemina Beauty” adında bir kozmetik markası çıkarmıştı Sırp şarkıcı.
Ama Mustafa Sandal cephesinde her şey o kadar parlak yürümüyordu.
Müziğe uzun süre uzak kalmıştı. Tam Zeynep Bastık’la yaptığı “Mod” düeti falan derken işler açılacaktı...
Herkes gibi onun da omzuna pandemi çöktü. Konserler iptal, mekânlar kapalı derken müzisyenler en olumsuz etkilenen gruplardan biri.
Arabadan Şişhane’deki The Marmara Oteli’nin önünde iniyorum. Günün ve gecenin her saati bir tıkanıklık olan bu küçük meydan bomboş. Eskiden sağ tarafta Pera Taksi’nin sıra sıra arabaları dizilmiş olurdu. Şimdi altı-yedi araç ya var ya yok.
Fakat taksi parkının hemen yanındaki Pera Palas her zamanki gibi ışıl ışıl. Zaten işgal günlerinde bile sönmemişti ışıkları...
Niyetim, Oteller Sokak’tan Asmalımescit Caddesi’ne bağlanmak. Solda, Balyoz Sokak’ın bir köşesinde Art On İstanbul sanat galerisi var. O da Pera Palas gibi ışıl ışıl ama meydan gibi bomboş. Karşısı The Junction Pub. Otel içinde olduğu için açık. Masalarda tek tük turistler...
Oteller Sokak’taki börekçi-tostçu-pideci faal. Eksik olan, sokağın bitimindeki Ece Bar ve hemen karşısındaki Koridor kulüpten gelen neşeli uğultu. Koridor’un kaldırımındaki smirting’çilerin kahkahaları, karşısındaki Ece’nin masalarından yükselen müdavim kahkahalarına karışırdı. Şimdi sanki hiç açılmamışlar, hiç var olmamışlar, o sohbetler, o geceler hiç yaşanmamış gibi. Zurna-darbuka çalıp para isteyen Romanlardan da eser yok.
Kıyamet filmi gibi
Koridor’un kapısında bir afiş... Bir ucu kopmuş, rüzgârda sallanıyor. Aslında bir bilgilendirme broşürü: ‘Virüs Riskine Karşı 14 Kural’. Kıyamet filmlerinde eski bir gazete uçuşur, manşeti ‘Zombi İstilası’ falan olur ya... Onun gibi.
Mahkeme “bazlama” benzetmesini hakaret olarak kabul etti.
Hande Erçel’in bu işin böyle hukuki olarak peşine düşmesinin en başından beri yanlış olduğunu düşünüyorum.
Çünkü “bazlama” lafından bu kadar rahatsızsa bile davalarla konuyu gündemde tutuyor, her seferinde tekrar yazılıp çizilmesine neden oluyor.
Baksanıza ben bile şu son yazıda üç kere “bazlama” demişim.
İkincisi ve daha önemlisi, biraz nasıl desem... Dışarıdan özgüven eksikliği gibi görünüyor.
Sen ekranların tescilli güzelisin. Adın, Türkiye’nin en yakışıklı jönlerinden biriyle anılıyor. Markaların yüzü oluyorsun...
Böyle bir şeye bu kadar takılıp kalmak yerine gülüp geçebilir, hatta yüzyılımızın iletişim kurallarına daha uygun şekilde, durumla dalga bile geçebilirdin.
Ben olsam #bazlama1, #bazlama2 diye en güzel fotoğraflarımı koyduğum bir seri bile yapabilirdim.
Zülal Kalkandelen Cumhuriyet’teki köşesinde geçen hafta yazdığım vegan kasap yazıma değinmiş; “Vegan kasap, vegan döner, vegan sucuk demeye ne gerek var, veganlar neden etobur terminolojisini yeniden üretiyor?” diye sorduğum bazı soruları “kafa karışıklığı” olarak nitelendirmiş.
Olabilir, bu konuda kafamız çok karışık, kimse kusura bakmasın ama bir süre de öyle olmaya devam edecek.
Çünkü veganlık biz etoburların önüne baş etmemiz gereken ciddi hayat duruşu sorgulaması getiriyor.
Hele de doğaya saygılı ve hayvansever bireylersek...
Hem kuzuyu seveceksin hem pirzolasını...
Olacak iş mi?
Hem Yulin’de köpek yeme festivali düzenliyorlar diye Çinlilere kızacaksın hem kendin her hafta sonu mangal yapacaksın... İnsanın kendine izah etmesi zor.
Hem “
"Kim Milyoner Olmak İster” yarışmasında programa joker olarak bağlanan bir doktorun omurilik soğanıyla ilgili basit soruyu bilememesi üzerine başlayan tartışma devam ediyor.
Neden tartışma?
Çünkü mesela Ahmet dün, Atatürk’ün “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” sözüne gönderme yaparak, “Gel de kendini emanet et” diye yazdı.
Buna mukabil karşı blokta doktora yüklenilmemesi gerektiğini, bu tür “halk terimlerinin” tıp eğitiminde yeri olmadığını savunan meslektaşları var.
Konu bu kadar dallanıp budaklanınca genel halk sağlığı açısından bazı “ilmi” verileri açıklamak, kitleleri “aydınlatmak” tıbbi bir zorunluluk oldu.
Arkadaşlar kafamızın içinde hem soğan hem de sarımsak var.
İkisi de mevcut.
Soğan, duygularımızdan sorumlu.
◊ Bir astrolog için en merak ettiğim sorudan başlayayım: Zaman makinesi icat ettiniz nereye giderdiniz: Geçmişe mi, geleceğe mi?
- Vallahi yaptığım iş icabı sürekli geçmişle gelecek arasında mekik dokuyorum zaten. Geçmişte meydana gelmiş olaylardan istatistiki veri yaratıp gelecekte ne olacağını tahmin etmeye çalıştığım için enteresan bir soru oldu. Ama bu soruya gelecek cevabını veririm zira uzaya yolculuğu çok merak ediyorum.
◊ Hayatınız bir film olsa: “Nostradamus” mu olurdu “Geleceğe Dönüş” mü?
- Nostradamus’u “Geleceğe Dönüş”te oynatsak olmaz mı?
◊ Müzede görevlisiniz, yangında ilk hangisini kurtarırsınız: Mısır astrolojisi mi Fransız edebiyatı rafını mı?
CİHANGİR MEKANLARI
Herkes orada görüntüleniyor, “birkaç saat sonra mekandan ayrıldı” bilgisiyle veriliyor. Herkese yasak varken müşteri ağırlayabilen bu yerler nereleri? İsim zikredip hedef göstermek yanlış. Ama kabaca sistem şöyle işliyor: Paket servis serbest. Mekana güya sipariş vermek için gidiyorsunuz, paketiniz hazırlanana kadar “bekliyor” görünüyorsunuz. Hani eski normalde kebabınız hazırlanırken size çay-kahve ikram edilirdi. Yahut beklerken önünüze küçük ikramlar koyarlardı... O kontenjandan görünüyorsunuz. Soran olursa: “Oturmalı müşteri değilim, paket yaptırmaya geldim, o sırada önüme ikramlar koydular...”Biz de çok sıkıldık salgın önlemlerinden ama böyle şey olmaz. Madem eşitlik var, o zaman pandemide de eşitlik, önlemde de eşitlik!
NEGATİF TESTLER
“Testlerimiz negatif çıkınca gönül rahatlığıyla buluştuk” diyor ya Burcu Biricik.. Afiyetinin yerinde olmasına çok sevindim ama bir şeyi yanlış anlamış: Bizim derdimiz onun ve arkadaşlarının sağlığı değil ki. Zaten Şeyma Subaşı’nın, Şevval Şahin’in yalı partilerinde de kendileri için korkmamıştık. Bize ne? İsteyen kendini korur, isteyen korona olur. Sadece kurallara uyulmaması yüzünden biz uyanların da karantina süresi uzuyor, önlemler sertleşiyor.
AŞI OLANLAR İPLERİ KOPARACAK MI?
Testi negatif çıkan Burcu Biricik gibi, aşı olup kendini sağlama alanlar da kuralları çiğnemeye böyle kalkmaz inşallah. Çünkü kendileri için risk oluşturmasa bile taşıyıcılıklarının devam edip etmediği hâlâ belli değil. Mesela ben: Nedense en başından beri koronayı ayakta atlatanlardan olacağıma inanıyorum. Cahil cesareti işte... Ama yine de aylarca evlerine kapatılan 65 üstü yaşlıları düşününce çok utanıyorum, önlemleri harfiyen yerine getiriyorum. Çünkü o yaşlılardan bizim evde de iki tane var.
NE FARK EDER Kİ?
“Sadakatsiz”de evli bir erkekle aşk yaşayan “Derin” karakterini canlandıran Melis Sezen, “Aldatılan kadın asla kendini suçlamamalı” dedi. Her zaman ilgi çekecek, aldatılan/aldatılmayan, aldatıldığından şüphelenen, kadın/erkek herkesin pürdikkat kesildiği bir konu. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle.
Hatta aldatma/aldatılma hikayelerinin anlatıldığı bir program bile var, ara sıra denk geldiğim.
Yurtdışından hikayeler ama konu evrensel olduğu için orada birinin başından geçen bir detayı (mesela telefonda bir erkek ismi kayıtlı. Ama arayınca karşınıza bir kadın çıkıyor) kendi hayatınıza uyarlıyorsunuz.
İnsanı bütün aşk geçmişinden şüpheye düşürebilecek kadar paranoid.
Kuyumcu titizliğiyle ele alınması gereken, çok boyutlu bir konu aldatma meselesi.
Bir kere daha en baştan şöyle bir matematiksel abukluk var...
Türkiye’deki erkeklere sorsanız yüzde 99.99’u çapkın.
Biliyorsunuz Cem Yılmaz gazetecilerle bomba espriler patlatmayı, ayaküstü sohbet etmeyi, televizyon kanallarında bütün hafta döndüre döndüre yayınlanacak demeçler vermeyi, bomba espriler patlatmayı çok severdi eskiden.
Rahatsız olabileceği bir şey olsa bile topu gayet güzel çevirip gazetecilerin sahasına geri zekice gönderirdi.
Bunu yaparken kendisi neşelenir, toplumun geri kalanını da gülmekten kırıp geçirirdi.
Son birkaç yıldır nedense daha asık suratlı, daha giderli böyle iklimlerde.
Belki “maraba televole” yaşları geçtiğinden, belki de şu son dönemde tadımızdan, tuzumuzdan çok kaybettiğimiz için.
Fakat bu değişiyor olabilir mi?
En son Etiler’de bir klinikten çıkarken görüntülendi. Fizik tedavi için geldiğini söyledi.
Fakat
Clubhouse’un tehlikeli/heyecanlı yanı
Siz tam çözebildiniz mi, bilmiyorum. Ben hâlâ anlamaya çalışıyorum yeni sosyal medya mecrası Clubhouse’u.
Ama şurası kesin bilgi: Televizyondan, gazeteden tanıdığımız, bildiğimiz kim varsa orada. Açılan odalarda/gruplarda gece sabahlara kadar car car konuşuyorlar.
İşin tehlikeli mi dersiniz, heyecanlı mı dersiniz kısmı da o zaten.
Çünkü Instagram’a fotoğraf koymak ya da Twitter’da parlak bir cümle paylaşmakla serbest konuşmak arasında fark var.
Her babayiğidin tökezlemeden götürebileceği iş değil yani. Nitekim ilk kaza geçen gece yaşandı.
Clubhouse’daki “Kulis ve Ötesi” grubunda Fırat Çelik’in Enis Arıkan’a takılıp yaptığı bir şaka, ifşa mıdır değil midir diye tartışılıyor başka platformlarda.
Tarkan TikTok’çu mu oldu?
İstanbul’un Gaz’tronomi karnesi
Bir hafta öncesine kadar Ferit Şahenk’in kurduğu ‘mekân imparatorluğu’nun önlenemez yükselişi konuşuluyordu. Şimdi yükselen tepkinin ne zaman dineceği... İşte Gezi olaylarının kazananları ve kaybedenleri.
Anılar, tanıklıklar...
“Gezi eylemcilerine meyve suyu alıp götürmek için Migros’a girdim. Çok fazla meyve suyu aldığım için yaşlı bir çift yanıma geldi ve meyve sularını eylemciler için alıp almadığımı sordu. Meğer onlar da kadın eylemcilere lazım olur diye kutu kutu pet almışlar...”
“Olaylar patladığında Taksim Sıraselviler’deki Mimolett restorana sığındık. Sahipleri ve çalışanlarıyla birlikte içeride bekledim. Bizi gayet güzel konuk ettikleri gibi, bir fırsat bulup çıktığımızda arabayla gideceğimiz yere kadar da bıraktılar...”
“Protestolara giderken İstinyePark’taki Polonez Şarküteri’den eylemcilere götürmek için alışveriş yaptım. niyetimi anlayınca indirim yapmakla kalmadılar, akşamın o saatinde benim için 200 ekmek buldular...”
Olaylardan en çok etkilenen bölge Nişantaşı’ydı. Hardal, Salomanje, Cento per Cento anında kapayan mekânlardandı.
İzzet Çapa’nın bütün mekânları çatışmaların en ortasında yer aldı. Hatta olayların başladığı ilk gece Akaretler’de Limonata Down Town’ın açılışı vardı, bu açılışı eylemcilere yardım etmeye vakfettiler. Çapa Kek ve Çapa Mag hesaplarından tarafsız habercilik yapmaya çalıştılar ama grubun sahibi İzzet Çapa tarafsız değildi: “Biz nasıl hiç tanımadığımız insanlara yardım ettiysek, hiç tanımadığım bir amca da gaz yediğimde bana yardım etti” diyor. Tek bir isteği vardı Twitter mesajlarında:”Bu protestolara Türk bayrağından başka hiçbir bayrak, flama, amblem girmesin!”
Sanırım olaylardan en az etkilenen bölge Kuruçeşme-Bebek hattıydı. Reina ve Sortie açık kaldı. Sortie’nin bu yılki işletmecisi Özgür Aras neden kapatmadığını şöyle açıklıyor: “Bizim müşterimizin çoğunluğu turist olduğu için kapatma yapmadık. Sürekli 10’uncu Yıl Marşı çaldığımız da doğru değil. O bizim her hafta çaldığımız bir şey zaten...”
Gezi Pastanesi adına yakışır biçimde seferberlik halinde çalıştı. “Fakat bütün bu karmaşa içinde bile çizgisinden ödün vermedi; tuvaletinden tuvalet kâğıdı bile eksik olmadı” diyor sığınmacıları...
BU NASIL ROCKER’LIK?
Olaylar sırasında tavrı eleştirilen yerlerden biri de Mis Sokak’taki Hayal Kahvesi. “Rocker bir mekân nasıl olur da akşam dokuza kadar normal seyrinde satış yapıp, sonra ortalık kızışınca kepenklerini kapatıp gider” diyor müdavimleri.
Göstericilerden bir alkış da eylemcilere bedava kahve dağıtan Caffe Nero’ya...
Beyoğlu Kiki de eylemcilere yiyecek sağlama seferberliğine katılanlardandı.
Nupera’nın önü çatışma arkası sobeydi: İstiklal Caddesi’nde, Ulusal Kanal’la komşular. Yediler gazı haliyle binanın içine içine... N’aptılar? Sığınan insanlara yer açtılar ayrıca personel gönüllü olarak Gezi Parkı’na su, limon, sirke ve yiyecek taşıdı.
Son zamanların gözde mekânı Zelda Zonc sadece Gradiva Oteli’nde kalan turistler için açıktı. Otelin iki mekânı Zelda Zonc ve Nublu bütün konser ve partilerini iptal etti, personel her gece Gezi Parkı’ndaydı.
Tektekçi yardıma ihtiyacı olanlara kapılarını açmakla kalmadı, iletişimin engellendiği ilk 36 saatte internet şifrelerini halkın kullanımına sunan ilk mekânlardan biri oldu. Gece yatmak isteyenlere uyuyacak yer sağladılar, meydanda sandviç dağıttılar.
Polis, Çarşı Grubu’ndan intikam alırcasına Beşiktaş, Nişantaşı ve Akaretler’e ‘savaş’ açtığında çatışmanın göbeğinde W Hotel vardı. Ülkenin en burnu havada otellerinden biri mülteci kampına döndü.
Babylon ve Babylon Lounge’da sığınmacılara su, soda, çay ve kahve dağıtıldı. Şirketteki herkes, işini bir başkasına devretmek koşuluyla gösterilere katılmakta serbest bırakıldı. Geçen salı günü ihtiyacı olanlara yardım edilebilmesi için şirket personeli ilkyardım eğitiminden geçirildi.
Cadde’nin ağlama duvarı
STARBUCKS
Kapılarını kapatıp eylemcileri dışarıda bırakmakla suçlanan Starbucks cephesinde işler karışık. İçeridekileri korumak için yaptıklarını söyleseler de tepkiler çığ gibi. Ama yerine göre: Mesela Bağdat Caddesi’nde logolarını bile söktüler. Şube, üzerinde “Yuh olsun size!” gibi yazılar yazan postitlerle ağlama duvarına çevrildi. Buna mukabil Nişantaşı Starbucks perşembe günü tıklım tıklımdı.
Tabelasına örtü örtüldü
SARAY MUHALLEBİCİSİ
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, olayların en kızıştığı anlarda en aklıselim açıklamaları yapan politikacı oldu. Olaylardan ders çıkardıklarını açıkladı. Yine de sahibi olduğu Saray zincirinin Beyoğlu şubesi yağmalandı; Suadiye ve Şaşkınbakkal şubeleri kapalı tutuldu, Nişantaşı şubesi kapatılmakla kalmadı, tabelası görülmesin diye üstüne
örtü serildi.
Sıkıyorsa yemek ye!
KITCHENETTE
Kitchenette’lere en yoğun tepki gösterilen yerler Bağdat Caddesi ve Kanyon AVM. Kanyon’da da çarşamba günü Kitchenette protestosu vardı, kalabalık alkışlarla Kitchenette’te oturanları protesto edince yemek yiyenler kaçacak yer aradı. Ama olayların göbeğindeki Taksim The Marmara Kitchenette’te
herhangi bir sıkıntı yok.
Eski defterler açıldı
MADO
MADO’ya karşı biriken öfke aslında daha eskiye dayanıyor: Emek Sineması protestoları sırasında eylemcilere su satmadıkları iddialarıyla başlayan gaz öfkesi Gezi olaylarında sele dönüştü. Bakırköy şubesinin camları indirildi. Nişantaşı MADO masa-sandalyelerini toplayıp, üç gün kepenklerini yarıya indirdi. Buna mukabil Etiler ve Baltalimanı şubeleri olaylardan hiç etkilenmedi.
Yaaan-daş pir-zo-la is-te-mi-yo-ruz!
NUSR’ET
Olaylarda hiç adı geçmemesine rağmen en beklenmedik tepkiyi alan mekân Nusr’Et oldu. Ferit Şahenk ortaklığı yüzünden Nusr’Et’in önünde toplanan kalabalık mangal yakmakla kalmadı, Twitter’da eğlenceli hashtag’lere imza attı: #direnantrikot, #yandaspirzolaistemiyoruz, #kuzularinsessizligi...
Gösterilerin kahramanı
DİVAN
Olayların iki kahramını varsa biri Halk TV diğeri Gezi Divan Oteli. Elbette ki Ceylan Intercontinental, Hyatt Regency gibi komşuları da ellerinden gelen insanı yardımı artlarına komadılar ama göstericiler nezdinde lobisini revire, mutfağını aşevine, internet imkânların amme hizmetine, Twitter hesabını direnişin simgesine çeviren Divan’ın yeri ayrı.