GeriSeyahat İstanbul’da Bizans izlerine yolculuk
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
İstanbul’da Bizans izlerine yolculuk

İstanbul’da Bizans izlerine yolculuk

Fransızlar görkemi ifade etmek istediklerinde "C’est Byzance", yani "Bizans gibi" derler, bizde ise bilinen Bizans’ın sadece entrika kısmıdır. Bizans tarihteki en önemli ve en uzun sürmüş imparatorluklardan biri, akla ilk getirdiği de bugün bile görkemini koruyan İstanbul. İÖ 660 yıllarında şehrin ilk kurucusu olarak Byzas’ın adı geçiyor.

Daha sonra Roma İmparatoru Konstantin’in kurup, kendi adını verdiği şehir Roma İmparatorluğu’nun başkenti oluyor. İS 395 yılında Roma ikiye bölününce, şehir Doğu Roma İmparatorluğu diye geçen Bizans’a başkentlik ediyor. 1453’te Fatih’in zaferinden sonra ise İstanbul’un tarihteki sayfaları Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olarak süsleniyor. Aslında Bizanslılar kendilerini hep Romalı olarak görmüşler ama 1780’lerden sonra romantik Avrupalı tarihçiler yönetim şekli itibariyle klasik Roma’yla benzeşen ama din olarak Ortodoks Hıristiyanlığı, dil olarak da Yunanca’yı kullanan Doğu Roma kültür ve uygarlığını klasik dönem Roma İmparatorluğu’ndan ayırmak için "Bizans İmparatorluğu" adını kullanmaya başlamışlar. Üç imparatorluğa başkentlik etmiş, iki kıta üzerinde kurulmuş, içinden deniz geçen, geçmişi bu kadar renkli başka kaç şehir biliyorsunuz? Bu yazıda İstanbul’un inanılmaz servetinin sadece bir bölümü var.

BULVAR VE MEYDANLAR

Bugünkü Sultanahmet Meydanı’nın adı eskiden Augusteion’du. Bizans dünyanın merkeziydi, o yüzden dünyanın başlangıç noktası olan Milion taşı, tam bu meydandaydı. Hemen yanında da Hz. İsa’nın üzerine gerildiği, Kudüs’ten getirilmiş çarmıh vardı. Bizans’ın diğer şehirlere olan mesafesinin ölçüldüğü bu taş bugün de Yerebatan Sarayı’nın yakınında bulunuyor. Şimdi tramvayın geçtiği Divanyolu eskiden ana bulvardı ve Mesa adını taşıyordu. Üzerinde Konstantin’in heykeli olan Çemberlitaş Forum (Meydan) Konstantin diye biliniyordu. O günkü adıyla Konstantinapolis’in en büyük meydanı ise Forum Tauri’ydi (Boğa) ve bugünkü Beyazıt Meydanı’nın yerinde bulunuyordu.

Meydanda büyük bir anıtı olduğu için buraya Forum Theodosius da deniyordu. Anıttan kalanlar ise bugün ana caddenin üzerinde dağınık bir şekilde duruyorlar. Birkaç sokak aşağıda da o günkü adı Mirelaion Kilisesi olan, bugünse Bodrum Camii diye geçen yapı var. Vaktinde Aksaray şehrinden gelenler yerleştiği için bu adı alan meydan eskiden Forum Bovis’ti (Öküz Meydanı). Bakırköy tarafında ise meşhur Via (Cadde) Egnatia vardı.

SARAYLAR

/images/100/0x0/55eb01d6f018fbb8f8a4f3b4

Daphne ya da Büyük Saray
Bizans döneminde çok sayıda sarayın süslediği İstanbul’daki en önemli yapılardan biri bugün yerinde Sultanahmet Camii’nin bulunduğu Daphne sarayı. Hemen önündeki Roma döneminden kalma Hipodrom ya da Osmanlıların verdiği ismiyle At Meydanı, aynı zamanda imparatorun özel tribünü Kathisma’nın da olduğu yer. 400 metre uzunluğundaki Hipodrom’un kalıntılarını halen Marmara Üniversitesi’ne ait binanın alt kısımlarında görmek mümkün. Hipodrom’da İS 390 yılında Mısır’dan getirilen 3500 yıllık granit Dikilitaş da bulunuyor. Bizans döneminden kalma bir dikilitaş olan Kıztaşı (Marcianus Sütunu) da Fatih semtinin arka sokaklarında yer alıyor. İS 450’li yıllarda yaşayan imparator için dikilen bu sütuna Kıztaşı denmesinin sebebi ise üzerinde yer alan tanrıça Nike kabartması. Daphne sarayından kalan mozaikler Arasta Çarşısı’nın yanındaki Mozaik Müzesi’nde sergileniyor.

Sultanahmet’teki Adliye Sarayı’nın yanındaki parkın içinde Antiohos Sarayı’nın kalıntılarını görebiliyorsunuz. Sahilde Ahırkapı yakınlarında ise Mangana ve Bukoleon sarayları bulunuyor. Çatladıkapı’ya gelmeden önce sahil yolunda duvarlarını ve pencerelerini görebileceğiniz Bukoleon Sarayı, Jüstinyen döneminde onarılmış, Latin işgali sırasında ciddi hasar görmüş. Magnaura sarayının kalıntıları Four Seasons otelinin biraz ilerisinde yer alıyor. İstanbul belediyesinin yanında Haşim İşcan geçidinin üzerinde ise Anikia Juliana Sarayı ve onun kilisesi olan Polieuktos’un kalıntıları bulunuyor.

Tekfur Sarayı (Blaherna) Haçlıların 1204-1261 yılları arasındaki Latin İmparatorluğu döneminden sonra Bizans imparatorlarının sürekli yaşadıkları saray olan Blaherna’nın ilk yapım tarihi 6. yüzyıl. Bugün Blaherna’dan kalan yegane kısım olan Tekfur Sarayı, binayı yaptıran imparatordan dolayı Konstantin Porphyrogenitus sarayı olarak da geçiyor. Şu anda hummalı bir restorasyondan geçirilen bina, Osmanlı döneminde çini üretim merkezi olarak kullanılmış.

MANASTIR VE KİLİSELER

Studius
5. yüzyıl ortalarında inşa edilen ve İstanbul’daki en eski kilise olarak kabul edilen Studius Manastırı çok önemli bir dini merkez ve öğrenim kurumuydu. İçinde Ayios İoannis Prodromos, yani Vaftizci Yahya Kilisesi bulunan yapı, 1400’lerin sonunda camiye çevrilip İmrahor İlyas Bey adını aldı. Bizans zamanındaki adını halen muhafaza eden, Samatya’daki manastırın yer mozaiklerinin bir kısmı hálá duruyor. Atina’daki ünlü Benaki Müzesi’nde ise manastırın mozaiklerinin en güzelleri sergileniyor. Bizans zamanında da Narlıkapı olarak geçen surların arasındaki kapıyı ise vaktinde manastıra ziyarete gelen imparatorlar kullanmış.

Ayasofya Dünya mimarlık tarihinin şüphesiz en önemli eserlerinden biri olan Ayasofya (Kutsal Bilgelik) arkasında bulunan diğer Bizans kilisesi Aya İrini (Kutsal Barış) ile birlikte İsa’nın özelliklerine atıfta bulunuyor. Devrin en şöhretli mimarları Anthemius ve İsidorus’un beş yılda, 10 bin işçi ve 100 ustanın katkısıyla yaptıkları bina, her göreni büyülüyor. Atatürk döneminde müzeye çevrilen Ayasofya’nın en büyük özelliklerinden biri dinler arasındaki hoşgörüye sahne olması. Bir köşede Allah yazıyor, diğer taraftaki bir mozaikte Hz.İsa, Meryem Ana’nın kucağında oturuyor. Hıristiyanlık tarihinden ipuçları sunan mozaik ve freskler bu 7500 metrekarelik binaya apayrı bir güzellik katıyor.

537 yılında inşaatı tamamlanan ve 1453’e kadar 916 yıl patriklik kilisesi olarak kullanılan binanın kadınlara ayrılan ikinci katına çıktığınızda, Ayasofya’nın ne kadar büyük bir yapı olduğunu farkediyorsunuz. Efes’teki Artemis Tapınağı dahil çok sayıda eski yapıdan getirilen 108 sütunun üzerine oturtulmuş bina, yaklaşık bin yıl boyunca dünyanın en büyük kilisesi olmuş. Kilisenin yapım emrini veren Jüstinyen ile İstanbul’u kuran Konstantin çıkışa doğru yer alan mozaikte size veda ederken, tarihin yapraklarında en özel sayfalara yerleşiyorlar.

Chora (Kariye) Kariye Camii’nin asıl adı olan Chora, "şehir dışında" anlamına geliyor ve kilise Konstantin zamanında yapılan surların dışında kaldığı için böyle adlandırılıyor. 11. yüzyıldan kalma mevcut bina, küçük ama içindeki mozaikler ve freskler olağanüstü. 1320’lerde Theodore Metochites isimli Bizanslı bir üst düzey yönetici kiliseyi bu muhteşem eserlerle donatmış, kendi suretini de Hz. İsa’nın bir mozaiğinin yanına iliştirtmiş. Bina iki koridor, ana salon ve fresklerin bulunduğu parecclesion isimli bölümlerden oluşuyor. Meryem Ana’nın anne ve babasıyla başlayan mozaikler, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesine kadar olan bütün olayları anlatıyor. Ana bölümde sadece üç mozaik pano (Meryem Ana ve çocuk İsa, Her şeye kadir İsa ve Meryem Ana’nın ölüm sahnesi) bulunurken, diğer bölümler İncil’den alınma çok ilginç sahnelere şahitlik ediyorlar.

Sergius ve Baküs (Küçük Ayasofya) Çatladıkapı’nın hemen yakınında bulunan ve bugün Küçük Ayasofya Camii olan bu eski kilise Jüstinyen tarafından İS 527 yılında yaptırılmış. İtalya’nın Ravenna kentinde mozaikleriyle meşhur San Vitale isimli Bizans kilisesiyle aynı plana sahip yapı, şu anda restorasyon dolayısıyla kapalı. İS 547’de bitirilen San Vitale’de Jüstinyen ve kötü bir şöhrete sahip karısı Theodora’nın muhteşem mozaikleri bulunuyor, adını iki azizden alan Sergius ve Baküs’de ise kubbeye yakın üst galeride Yunanca yazılara rastlanıyor.

Theotokos Panaghiotissa Haliç’te Fener ve Balat’ın sokaklarında dolaşırken, ihmal edilmiş, keşfedilmeyi bekleyen müthiş bir zenginlikle karşıyorsunuz. Her yer tarih kokuyor, birbirine geçmiş katmanların şaheserleri arasında kaybolup gidiyorsunuz ama çoğu bakımsız ve kaderiyle başbaşa. Mimar Sinan’ın yaptığı hamamlardan biri dükkan olarak kullanılıyor. İstanbul’un en eski hamamı olan Küçük Mustafa Paşa ise çoktan terkedilmiş, kubbelerindeki kurşunlar çalınmış. Sivil mimarinin son örnekleri olan o güzelim ahşap evler hüzünlü bir vedaya hazırlanıyor.

Fener’de tepede bir masal şatosunu andıran, insanların Rum Patrikhanesi zannettikleri, "Kırmızı okul" diye de geçen Fener Rum Lisesi var, onun yanında da adı Moğolların Meryemi anlamına gelen Theotokos Panaghiotissa Kilisesi. Fatih Camii’nin mimarı Atik Paşa (Christodoulos) Rum asıllıymış, sultana bir arzı olmuş ve Fatih’in özel fermanıyla şehirde yalnız bu kilise camiye çevrilmemiş. Fermanın bir kopyası bugün hálá binanın içinde muhafaza ediliyor. Kilisenin adı gibi tarihi de ilginç. Mihail Paleologos isimli imparator gayrimeşru kızı Maria’yı, Moğollar’ın hanı Hulagu ile evlenmesi için göndermiş ama o zaman uçak, araba yok, yolculuklar uzun. Kızcağız varmış fakat vardığında Hulagu’nun öldüğünü öğrenmiş. Maria’yı Hulagu’nun oğlu Abaka Han’la evlendirmişler. Abaka kardeş kurbanı olmuş ve Ahmet Han tarafından öldürülmüş. Bahtsız kadın da şehrine geri dönmüş ve kendini dine vermiş. Bizans döneminden kalan ve kilise olarak kullanılmaya devam eden tek yapı olan Theotokos Panaghiotissa İstanbul’daki yonca tipli nadir kiliselerden biri.

Ayia Theodosia (Gül Camii) Haliç’te Kadir Has Üniversitesi’nin yakınlarında yer alan ve Bizans zamanında adı Ayia (Azize) Theodosia Kilisesi olan yapı yüksek kubbesiyle dikkat çekiyor. Fetih öncesi azizenin isim gününde kiliseyi güllerle bezeyen kalabalık, Türkler şehirlerini almasın diye dua etmiş ama nafile. İçeriye giren Fatih’in askerleri etrafı gül bahçesi gibi görünce binaya Gül Camii demişler. 11. yüzyıldan kalma bu yapının altında önemli insanların gömüldüğü bir kript, karşısında ise Kandilli Kız Lisesi’ni de yaptırmış olan Adile Sultan’ın hayratı bir kütüphane var.

Pantokrator (Zeyrek Camii) İsa’nın sıfatlarından biri olan ve "her şeye kadir" anlamına gelen Pantacrator, Unkapanı’ndan Valens su kemerine doğru giderken, sağdaki tepenin üzerinde kalıyor. Bizans’ın merkezi olmasına rağmen bir Bizans müzesi olmayan İstanbul’da müze yapılacak en ideal yerlerden biri olan yapı çoğu tarihi eserimiz gibi yıllarca ihmal edilmiş. Hemen yanındaki ahşap evde yaşayan imamın gezdirdiği binanın içinde kesif bir rutubet kokusu var. Narteks dedikleri giriş koridoruna beyaz fayanstan bir abdesthane yapıp, kırmızı tuğlaların güzelliğini örtmüşler. Halıların altında çok güzel mozaikler, duvarlarda beyaz badananın altında yer yer görülen freskler bulunuyor.

Hırsızlar geçtiğimiz aylarda 12. yüzyıldan kalma bir bina olan Zeyrek Camii’ndeki şamdanları çalmışlar. Yapının etrafında son demlerini yaşayan, çok güzel bir Osmanlı dokusu var. İstanbul UNESCO’nun Dünya Kültürel Mirası listesinde ama koruma adına hemen hemen hiçbir şey yapılmadığından listeden çıkarılması söz konusu. Üç yapının birleşmesinden oluşan Zeyrek Camii Aya İrini ile beraber, Ayasofya’dan sonra şehirde bulunan en büyük Bizans eseri. Fetihten sonra Fatih’in medrese olarak kullandığı Zeyrek’in önünde güzel manzaralı, şık bir kafe bulunuyor.

Pammakaristos (Fethiye Camii) Bir süre Rum Ortodoks Patrikhanesi olarak kullanılan yapı, Fatih semtinin arkalarında yer alıyor. 12. yüzyılda imparator İoannes Komnenos ve karısı tarafından yaptırılan bina III. Murad döneminde Gürcistan ve Azerbaycan’ın fethi dolayısıyla Fethiye adıyla cami haline getirilmiş. "Tanrı’nın sevinçli annesi" anlamındaki Pammakaristos’un mozaikleri Kariye ve Ayasofya’dakilerden sonra İstanbul’daki en iyiler arasında geçiyor

Konstantinos Lips (Fenari İsa Camii) Vatan Caddesi üzerinde eski Lunapark gazinosunun yakınında bulunan bu yapı adını Bizans’ta üst düzey bir görevde bulunmuş olan Konstantinos Lips’den almış. İki kilisenin birleşmesinden oluşan kilisede Yunan Haçı planı kullanılmış. Fenari Ali Efendi tarafından 15. yüzyılda bir tekkeye çevrilen bina, daha sonra Şeyh İsa tarafından kullanılmış ve böylece Fenari İsa adı ortaya çıkmış.

Theotokos Kiriotissa (Kalenderhane Camii) 12. yüzyılda yapılmış olan kilise Şehzadebaşı’nda, su kemerlerinin hemen önünde bulunuyor. San Francisco şehrine adını veren Assisili aziz Francis öldükten sonra ona ithafen yapılan ilk fresklerin burada bulunması, camiye çevrilmiş yapının en önemli özelliği. Bugün her şey duvarların ve badananın ardında...

SARNIÇLAR VE SU KEMERLERİ
/images/100/0x0/55eb01d6f018fbb8f8a4f3b6

Bazilika Sarnıcı (Yerebatan Sarayı)
Ünlü Bizans İmparatoru Jüstinyen döneminin şaheserlerinden olan Bazilika Sarnıcı adeta bir saray görünümünde olduğu için "Yerebatan Sarayı" olarak adlandırılmış. 1500 yıllık yapıdaki 336 sütun, 140 x 70 metrelik bir alana yayılmış. En sondaki iki adet Medusa kabartması, 4. yüzyıldan sonra Hıristiyan olan halk, bütün pagan sembolleri ortadan kaldırmak istediğinden sarnıcın içinde muhafaza edilmiş. Osmanlılar durağan değil, akan suyu tercih ettiklerinden bu sarnıcı daha ziyade saray bahçelerini sulamak için kullanmışlar.

Yerebatan’ın biraz ilerisinde, Adliye Sarayı’nın girişinde 224 sütun üzerine oturtulmuş, Binbirdirek Sarnıcı var. Bugün turistik bir işletme olan ve Latince adı Filoksenus’u Romalı bir senatörün adından alan sarnıç, yaklaşık 15 metrelik bir yüksekliğe sahip. Yakınlardaki Eminönü Belediyesi’nin içinde ise Theodosios Sarnıcı bulunuyor.

İstanbul’da Bizans döneminde yapılmış çok sayıda açık su sarnıcı da var. Karagümrük’te bugün futbol sahası olarak kullanılan ve adını eski bir Bizans valisinden alan Aetios sarnıcıyla Çarşamba’daki Çukur Bostan (Aspar) Sarnıcı ve Bakırköy’deki Fil Damı bunlara güzel örneklerden.

Valens’in su kemerleri Türkçe adıyla Bozdoğan Kemeri, İS 375 yılında Roma İmparatoru Valens tarafından yaptırılmış. Yaklaşık bir kilometrelik bir uzunluğa sahip kemer, iki katlı ve 20 metre yüksekliğinde. Belgrad ormanlarından getirdiği suyu Şehzadebaşı yakınlarındaki Nymphaeum Maximum, yani Büyük Çeşme denilen havuza taşıyan kemerin bir kısmını da Süleymaniye Camii’ne giderken görebiliyorsunuz.

VE DİĞERLERİ...

İstanbul’da Bizans’a ait çok eser var. Geçenlerde, profesör olan Alman bir arkadaşımla Karaköy’de bir otoparka girmeye çalışıyorduk, arkadaşım gözlerine inanamadı. Otopark olarak kullanılan yer aslında eski bir Bizans manastırının kalıntılarıydı ama ne yetkililer, ne de otoparkta çalışanlar bunun farkındaydı!

Surlar ve kapılar İstanbul’da sahil ve kara surları olmak üzere, bir kısmı hálá ayakta olan 20 kilometre şehir suru bulunuyor. Önce Konstantin döneminde yapılan surlar, gittikçe büyüyen şehrin ihtiyacına cevap vermeyince, II. Theodosius İS 413 yılında bugünkü surları yaptırmış. Denizden şehri fethetmek kolay olmadığından ve Haliç’in girişinde bir zincir bulunduğundan sahil surları kara surları kadar güçlü inşa edilmemiş. Kara surlarında hendek, iç ve dış duvar yapılmış, araya da hem askeri amaçlarla, hem de halkın girip çıkması için kapılar serpiştirilmiş.

Marmara sahilindeki mermer kapıdan Haliç sahiline kadar olan yaklaşık altı kilometre boyunca Yedikule, Belgrad, Silivri, Mevlana, Topkapı, Sulukule (içinden nehir geçtiği için), Edirnekapı, Eğrikapı başta olmak üzere çok sayıda kapı inşa edilmiş. Yedikule fetihten sonra Fatih’in surların bir kısmına kule ve duvar ekleyerek yarattığı bir kale ve bugün müze olarak ziyarete açık. Yedikule’nin hemen girişinde Bizans’ın sembolü çift başlı kartalı görüyorsunuz. Buradaki en önemli yapı ise Bizanslıların Porta Aurea (Altın Kapı) dedikleri kısım. Bu kapı kazandıkları zaferlerin dönüşünde şehre törenle girmek için imparatorlar ve komutanlar tarafından kullanılmış.

Anemas Zindanı Bizans İmparatorluğu’na hizmet etmiş Arap asıllı bir komutan olan Anemas’ın adını taşıyan zindan, imparatorlar da dahil olmak üzere çok sayıda kişiyi konuk etmiş. Bugünlerde restorasyonu devam eden yapı, Haliç’teki Fatih köprüsüne bakan surların üzerinde, Tekfur Sarayı’nın yakınında yer alıyor.

Galata Kulesi Bizans döneminde, Ceneviz kolonisi tarafından 1348’de yaptırılan binaya önce Hz. İsa’nın adı verilmiş. 1960’lardaki bir restorasyonda üstüne çatı yapılan ve turistik bir tesise çevrilen kule, 61 metre yüksekliğe sahip ve balkonundan muazzam bir İstanbul manzarası var. Bir tarafta yedi tepeli eski şehir, diğer tarafta ise Boğaz ve yeni şehir insanı büyülüyor.

NEREDE YENİR

İstanbul’un tarihi yarımadası üzerinde Bizans eserlerini dolaşırken yemek yiyebileceğiniz çok güzel yerler bulunuyor. Four Seasons Hotel Eski Sultanahmet Cezaevi, yıllardır üstüste Avrupa’nın en iyi oteli seçiliyor (0-212-6388200). Yeşil Ev Sultanahmet meydanında. Yazın bahçesi vaha gibi (0-212-5176785 www.istanbulyesilev.com) Turing Ayasofya Konakları Terasta yemek yerken Ayasofya ile flört edebilirsiniz (0-212-5133660 www.ayasofyapensions.com) Sultan Pub Sultanahmet meydanında bir içki molası için ideal. Tramvay yolu üzerinde (0-212-5115638 www.sultanpub.com.tr) Balıkçı Sabahattin Balık sevenler buyursun. (0-212-4581824) Pudding Shop Lale Restaurant Türk yemekleri ile midenize bir ziyafet çekmek için durabilirsiniz (0-212-5222970 www.puddingshop.com) Tarihi Sultanahmet Köftecisi Hem ucuz, hem de çok lezzetli (0-212-5200566) Kurucu Ali Baba Kanaat Lokantası Önünüzde kuru fasulye pilav, karşınızda Mimar Sinan’ın görkemli Süleymaniye’si (0-212-5207655). Darüzziyafe Süleymaniye Camii’nin imareti bugün Türk yemekleri deneyebileceğiniz güzel bir restoran (0-212-5118414). Develi Otantik kebapçı halen Samatya’nın göz bebeği (0-212-5290833 www.develikebap.com) Asitane Kanuni Sultan Süleyman’ın oğullarının sünnet düğününde ne yendiğini merak ediyor musunuz? O zaman Asitane’nin mönüsüne bir göz atın. Bence şehirdeki en iyi Osmanlı mutfağı. Kariye Camii’nin yanında (0-212-5348414 www.kariyeotel.com) Hamdi Kebaplar da güzel, manzara da. Eminönü meydanında (0-212-5280390 www.hamdirestorant.com)

False