İsmet Solak: Deprem vurgunuyuz çok yorgunuz...

İsmet SOLAK
Haberin Devamı

Çocuk yaşta, annemden duyduğum bir mani hálá kulaklarımda çınlar: ‘‘Erzincan duman oldu/Halimiz yaman oldu.

Erzincan'ın yolu kara/Değmeyin her yanım yara.’’

1939 Erzincan depremine yakılan ağıt... Annemin kardeşi rahmetli Mahmut dayım Erzincan'da askermiş. Mucize eseri, nasıl kurtulduğunu anlatırdı:

‘‘Nöbet yerimde bir metreden geniş bir yarık açıldı. İçine düştüm... Bir telefon direği çapraz saplanmış, tutundum. Üçüncü gün ellerim uyuştu. 'Bu iş buraya kadar' derken bir ip attılar. Zorla belime geçirdim, çektiler.’’

Öldürmeyen Allah öldürmüyordu. Orada 35 bin can yitirmiştik.

Dün 57 yaşıma bastım. Bunca yıl, onlarca depreme tanık oldum. Biz deprem vurgunu bir milletiz, yorgunuz. İlk anımsadığım deprem, ilkokula başladığım yıl olmuştu. Okumayı yeni sökmüştüm. Köyde, gaz lambasının isli ışığında heceleyerek kitap okuyordum. Hálá gözümün önünde.

Annem, bir sağana pekmez koyup, ‘‘Yemek yemedin, pekmeze ekmeğini ban’’ demişti. Teneke üstündeki lamba birden üstüme geldi. Annem uyardı:

‘‘Üfle lambayı, sönsün. Çabuk dışarı kaç...’’

Lambayı söndürüp koştum. Annem, kapı eşiğine doğru yeri karışlıyordu:

‘‘Artmasın azalsın, sarsmasın uzaklaşsın!’’

Ebeden dededen öğrendiğini yapıyordu. Deprem Gönen'i vurduğunda ortaokul öğrencisiydim. 1966'da Hınıs ve Varto yerle bir olurken Erzurum Kandilli'de yedek subaydım. 1970'te Gediz'e ulaşan ilk gazetecilerden biriydim. Erzurum, Erzincan, Lice, Dinar depremlerinin acısı hálá içimi yakar.

Bunlar, belli noktalarda yaşanan felaketlerdi. Bu kez bir bölge göçtü. Bin yılın en büyük felaketini yaşıyoruz.

Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Işıkara yıllardır uyarıyor:

‘‘Deprem öldürmez, binalar öldürür.’’

Şimdi neyin yaygarası yapılıyor? Kim dinledi hocayı? Devlet mi duydu, millet mi? Bugün ahkám kesenler, o zamanlar neden susmuştu? Erzincan ve Dinar'ın yaralarını kısa sürede saran devletimiz, bu kez çaresiz. Tamam da, devleti kendi ellerimizle mi yok edeceğiz? Bazı TV kanalları ve belli gazetelerde habercilik yerine acılar tahrik ediliyor. Bunlara ne demeli?

Habercilik sorumsuzluk mu? Ayıp, ayıp... Hem ayıp, hem günah!

* * *

Gölcük'te, rahmetli büyük amcamın çocuklarından günlerce haber alamadık. Dün sabah babam arayıp müjde verdi:

‘‘Korhan, annesini ve ablasını alıp çocuklarla Konya'ya gitmiş. Hüsnüye Hala'nı aramışlar, o da beni aradı. Şu an Konya'dalar. Ama evleri çökmüş.’’

Korhan Özenbaş, kuzenim. Emekli Deniz Albayı Rıfat Özenbaş'ın en küçük çocuğu. Rahmetli amcam, 'Avcı Rıfat' olarak Deniz Kuvvetleri'nde ünlü bir subaydı. Büyük oğlu da, emekli deniz yarbayı Türker, iki yıl önce öldü.

Rahmetli Mehmet Özenbaş, küçük amcamdı. Onun eşi ve kızından hálá haber yok. Kızı Gülter Abla, Yüzbaşılar'da oturuyor. Gülter Abla'nın eşi de deniz subayı idi. Oğlu Coşkun Aytulu, şu an Barbaros gemisinde binbaşı.

Bunlar sülalemizin İzmit-Gölcük kolları. Babamın verdiği haber, bir anda yüreğimde sevinç dalgaları yarattı. O sırada Prof. Temel Yılmaz aradı:

‘‘Gölcük ve Adapazarı'nda ensülin ihtiyacı varmış. Üç ensülin bankasında ne varsa Türkiye Diyabet Tedavi ve Eğitim Vakfı olarak o illere sevk ettik.’’

Bu bizim vakfımız... Oğlum Kubilay, AKUT ekibine yardımcı yazıldı. Şu an bölgede kurtarma çalışmalarına katılıyor. Yüzbaşılar'a ulaştığında cepten aradı. Gülter Abla'yı bulamamış. Evimizde ve elimizde ne varsa, Hürriyet'in kamyonuna yükledik. Çünkü, bugün milletçe dayanışma zamanıdır.

Bu büyük millet, birkaç beceriksiz yüzünden, devletini rezil etmez.



Yazarın Tüm Yazıları